Taksim’de vuku bulan patlama canımızı acıttı yine.
Yaralananların sayısını akşam saatlerine dek, kesin olarak öğrenemedik.
Emniyet Müdürü de, Vali de, Emniyet Genel Müdürü de farklı rakamlar verdiler.
Sonunda: “Orada görev yapan temizlik işçisi kardeşlerimize sorsaydınız, onlar size en doğru rakamı verirdi” dedi, gazetecilikte kırk yılını doldurmuş bir ağabeyim.
Şili’de madencilerin iki ay sonra sağ salim çıkartılmalarının akabinde, “Biz olsak üç günde çıkarırdık” diyen Bakan‘ın sözlerini hatırlattı bu olay bana.
Biz bırakın polise saldıran şerefsizin saldırısını önlemeyi, patlamada yaralanan vatandaşlarımızın ve polislerimizin sayılarını bile akşama kadar tam olarak belirleyemedik.
İsimlerini, görevlerini vesaire gibi bilgileri değil, sayılarını dahi öğrenemedik.
Bu olayın olduğu gün, İmralı Canisi’nin verdiği eylemsizlik kararının son bulduğu güne rastlaması bir tesadüf olamaz.
Diğer taraftan Karayılan‘ın: “Öldürülen siviller için özür dileriz” açıklamasının üstünden, iki gün bile geçmemiş olması da tesadüf olamaz.
Bütün bunları üst üste koyduğunuzda, terörle yapılan mücadelenin, “Açılım” ile kat edilen, ‘terörü meşrulaştırmanın’ gölgesinde kaldığını gösteriyor bize.
Bugün toplumda infiale sebep olan bu menfur saldırının faili canlı bombanın Kandil’deki arkadaşlarını, gerdeğe giren damat gibi davulla zurna ile karşılarsanız, onları Devlet Töreni ile, Devlet’in Valisi, Savcısı, Hâkimi ile gidip kapıda karşılarsanız, Taksim’e gelip bomba atmalarını da meşru hale getirirsiniz.
Bunda çok yadırganacak bir durum yok.
Terörün idamesi, durdurulması kararını, sözde hapiste tutulan İmralı Canisi’nin inisiyatifine bırakmak, zaten bu gelinen noktayı da kabullenmek demektir.
Hala ‘Açılım’ ın faziletlerinden bahsetmeye kim kalkarsa, konumu, sıfatı, toplumdaki karşılığı ne olursa olsun, ‘ihaneti kendine şiar edinmiş bir haindir’ kendisi benim nazarımda.
Lanet olsun sizin Açılımınıza.
Lanet olsun sizin terörü önleme konusunda geliştirdiğiniz siyasete, stratejiye.
Taksim’e kadar gelerek üzerindeki bu bombayı patlatan şerefsiz, Taksim’e gelene kadar ‘görünmez adam’ mıydı?
Bu Devlet‘in terörü önleyici istihbarat çalışmalarını yapan tüm birimleri, ne ile meşguldüler bu adam elini kolunu sallaya sallaya Taksim‘e gelene kadar?
Geçenlerde açıklama yaptı yetkili organlar.
Türkiye’de mahkeme kararı ile 73.000 kişi dinleniyormuş?
Bir de ‘önleme dinleme’ şeklinde geliştirdikleri bir yöntem var güvenlik kuvvetlerinin. Bunun için mahkeme kararı almaya da gerek duymuyorlar.
Bunların sayısını resmi olmadığı için kimse bilmiyor.
Herkes, ‘Ben de mi dinleniyorum?’ paranoyası yaşıyor ülkede bu yüzden.
Türkiye‘de mevcut İktidar‘a muhalefet eden, siyasetçi, gazeteci, sivil toplum kuruluşu yöneticisi, sendikacı, aydın kim varsa özel ilişkileri dâhil, takip ediliyor, görüntü alınıyor, dinleniyor.
Baykal’ın yatak odası görüntüleri dahi tespit edilip arşivleniyor, günü geldiğinde kullanırız diye.
Türkiye’yi Saddam’ın Irak’ına çevirme yönünde son sürat devem eden bu Korku İmparatorluğu’nun neferleri, Taksim’e kadar gelip, üzerindeki bombanın pimini çekene dek, bu şerefsizi takip edemiyor. Hakkında hiçbir istihbarat çalışması yapılamıyor.
Neden?
İktidar‘ın ömrünü uzatacak girişimlerden, istihbari faaliyetlerden fırsat mı bulamıyorlar?
Muhalefet edenlere ait dinleme, istihbarat, fiziki takip gibi işler, terör faaliyetlerinden daha fazla önem arz ediyor İktidar ve neferleri nezdinde.
O yüzden Cumhurbaşkanı da dahil, Başbakan, Bakan, Emniyet Genel Müdürü kim var ise bugün yapılan bu şerefsiz saldırıyı kınayan, hiç samimi gelmiyor.
Zira gerçekten terörü önlemek istediklerini artık düşünmüyorum, başörtü sorununu çözmek istemedikleri gibi.
“Teröre son vereceğiz” diye çıktıkları yolun, ülkeyi bölmekten başka bir işe yaramadığını görmemeleri için kör olmaları gerek.
Bu siyasetin, bu stratejinin devamında ısrar etmelerini ise ihanet olarak görürüm ben.