Anayasa değişikliği tartışmasının son malzemesi ve borazanı bu sefer de terör oldu. Malum olduğu üzere oylamaya sunulan anayasa değişiklik önerisinde, teröristlerle ilgili hiçbir öneri yoktur. Ancak her nedense, terör tartışmanın odağına yerleşti. Bu durum liderlerin sözlerinin, amaçları ve içerikler hakkında daha ayrıntılı düşünmemizi gerektirmektedir. Terör nasıl terörle ilgili olmayan bir tartışmanın ve çekişmenin odağına yerleşir? Liderlerin sözlerinin değeri ve söylenme amaçları ile konuya girmek gerekir.
Sultanların sözü, sözlerin sultanıdır veya daha özgün biçimiyle söylersek, meliklerin sözü, sözlerin melikidir. Bu bir Arap atasözüdür. İslam kültür dairesindeki milletlerce yaygın olarak kullanılır. Farsça biçimi ile şöyle ifade edilmektedir: Kelam-ı kibar, kibar-ı kelamest. Türkçe biçimiyle: Büyüklerin sözleri, sözlerin büyüğüdür.
Farsça ve Türkçe söylenişte, “büyüklerin sözü” ifadesi yer almaktadır. Ancak Arapça özgün biçiminde “padişahların sözü”, “yöneticilerin sözü”, ” kralların sözü” daha doğrusu “meliklerin sözü” denmektedir. Büyükler kavramı, aslında meliklerin ve padişahların bir sıfatıdır. Her nedense atasözü Türkçe ve Farsçaya tercüme edilirken sıfat ismin yerine geçmiştir. Bundan dolayıdır ki, “meliklerin sözü” yerine, “büyüklerin sözü” denmektedir.
“Meliklerin sözü” yerine, “büyüklerin sözü” denince, yaşlı, ihtiyar, statü sahibi, âlim ve güngörmüş tecrübeli her kes büyük sayılmıştır. Büyüklerden kabul edilmiştir. Mesela sofilere göre, büyükler melikler ve sultanlar değildir, Allah’ın veli kullarıdır, veli zatlardır, meşreb kuranlardır, büyük İslam âlimleridir.
Maksadım bir atasözünün niçin farklı anlamlara gelecek şekilde kullanıldığını açıklamak değildir. Bir atasözünün özgün anlamını bulmaktır. Bu anlamı günümüz şartlarıyla karşılaştırmaktır. Bundan dolayı atasözünün özgün biçimi olan, “meliklerin kelamı, kelamların melikidir”, yani “sultanların sözleri sözlerin sultanıdır” ifadesini tartışmamıza esas alacağım.
Merhum Sabri Ülgener, Zihniyet Aydınlar ve İzm’ler, adlı eserinde, aydınların özelliklerini, hâkimiyet kurma biçimlerini ve yapılarını açıklar. Aydınlar arasında meydana gelen bir dizi ideolojik tartışmanın ne olduğunu anlatırken, meliklerin sözü, sözlerin melikidir, atasözü üstünde durur. Hâkim sınıfların düşünce ve sözleriyle de toplumu etkilediklerini, sözleriyle iktidar alanlarını güçlendirdiklerini anlatır. Marksizm’in ideoloji eleştirisini, eleştirirken, yine bu atasözü ile durumu açıklamaya çalışır.
Bilindiği gibi, bu günlerde, Türkiye’nin melikleri ve hâkimleri Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkında, 12 Eylül tarihinde yapılacak olan halkoylamasına hazırlanıyorlar. Bu amaçla etkili gösteriler, konuşmalar, tepkiler ve buluşmalar gerçekleştiriyorlar. Kitleleri yönlendirmeye, etkilemeye, kendi tercihleri doğrultusunda gösterilere katılmaya çağırıyorlar. Sivil toplum kuruluşu olarak kendilerini adlandıran kimi iş takipçisi ticari dernekler, geleneksel cemaatler, toplumda mevcut olan birçok grup, şu ya da bu şekilde “evet” çilerden veya “hayır” cılardan olma doğrultusunda mevzi almaktadır.
Anayasa gibi bir metnin bazı maddelerinin değiştirilmesi meselesi, haklı olarak, bütün hâkim toplulukları, imtiyazlı sınıfları, yöneticileri yani Türkiye’nin krallarını/meliklerini ya da sultanlarını karşı karşıya getirmiştir. Krallar, sözüm ona, demokrasi denilen oyunun kurallarına göre tartışıyorlar, sözle kavga ediyorlar, gürlüyorlar. İşte meliklerin sözü, sözlerin melikidir, atasözü tamda bu alangirli ortamda ve hengâmede devreye girmektedir.
Türkiye’nin bütün kralları söz söylüyor. Bu krallar malum olduğu üzere, halkoyu ile seçimi kazanan partilerin liderleridir, liderlerin yardımcılarıdır, takımlarıdır. Dikkat edilirse her parti meydana bu şekilde çıkmaktadır. Her lider, yani kral, kendi takımıyla halkın karşısına çıkmaktadır, söz söylemektedir.
Birde bu hengâmede lidere ve takımına akıl verdiği varsayılan aydınlar, asıl büyük etkide bulunuyorlar. Yazılar yazıyorlar, liderlerin köşelerini bekliyorlar, taraftarlık ruhiyatını kışkırtıyorlar, kitlelere aşılıyorlar. Osmanlılar döneminde bu ulufeci takım için İzzet Molla’nın kullandığı bir tabir var. Üstat diyor ki; “Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harab/ Eyler onu müdahane-i aliman harab”. Yani anarşi ve taşkınlıkla dünya bozulmaz, fakat alimlerin yağcılığı onu bozar. O dönemin alimleri, bu günün aydınlarıdır. Ülgener, müdahane, yani yağcılığın, dalkavukluğun ve ulufeciliğin modern Türkiye’nin aydınları arasında, hala önemli bir geçim kaynağı olduğunu söyler. Ancak bu kez farklı bir durum ortaya çıkmıştır. Bir de kitlelere yani halka da müdahanette bulunmak gerekir.
Müdahaneci aydınlar, yani köşe yazarları ve aydın geçinen gruplar, meliklerin/liderlerin söylediklerini cilalıyorlar, duygusallaştırıyorlar, kışkırtıcı sloganlara ve basmakalıp ifadelere dönüştürüyorlar, kitlelere sunuyorlar. Böylece kitleler onların amaçları doğrultusunda kralların söyledikleri sözlerin değerini düşünemez duruma getiriliyorlar. Liderler de bu kışkırtıcı sloganlarla daha da coşuyorlar. Roma arenalarındaki gladyatörler gibi, kendilerinden geçip söz savuruyorlar, slogan söylüyorlar.
Gladyatöre dönüşen liderler, yönettikleri ve yönetmeye talip oldukları ülkenin, bu hengâmede hangi tehlikelerle karşı karşıya kaldığını fark edemez duruma geliyorlar. Bu tutumlarıyla kendilerine iktidar ve ikbal sağlayan ülkeyi bir kaosa sürüklediklerini dahi fark edemiyorlar. Hatırlanacağı gibi, özel hayatların mahremiyeti ortadan kalktı. Mahremiyet saygı duyulması gereken bir alan olmaktan çıktı. Evlerin fotoğrafları, maliyetleri, liderlerin çocuklukları, arkadaşlıkları pazara sürüldü. Gladyatör çatışmasının ve rekabetinin en önemli kalkanları ve kılıçları oldu. Sonra bunlar yetmedi. Bu kez, ülkeyi bölmek için yıllardır kan döken bir terör grubunun faaliyetlerini meşrulaştırıcı sözler de ağızlardan dökülmeye başladı.
Son tartışma PKK terör grubu üzerinden yürütülmektedir. Gladyatörler biri birlerini terör grubuna yardımcı olmakla suçlamaya başladı. Müdahanette bulunmayı meslek edinen kimi aydınlar da köşelerinde PKK’nın başarılı bir politika izlediğini, kendini bu gladyatör kavgasında meşrulaştırdığını söylemeye başladılar. Bu müdahanetçi takım önce liderleri terörist talepler doğrultusunda yönlendirdi. Şimdi de onların bu kavgalarını teröristlerin işine gelecek şekilde işlemeye başladı.
Türkiye’nin sözüm ona milliyetçileri iktidar uğruna, sekiz yıldır ülkeyi yöneten bir hükümeti, teröristlerle yıpratmaya ve suçlamaya başladı. Mevcut hükümet de milliyetçileri zamanında teröristleri korumakla ve af etmekle suçladı. Cumhuriyetin kurucusu iddiasıyla politika yapan parti de teröristleri kendine kalkan yaptı, kılıç yaptı. Teröristlerle rakiplerini yıpratmaya çalışıyorlar. Yani bizim ülkenin liderleri ülkeyi yıkmak isteyen teröristlerle, rakiplerine saldırıyorlar. Sözlerini teröristlerin amaçları doğrultusunda söylüyorlar. Teröristlerin vahşi saldırıları, şehidlerin kanları, annelerin gözyaşları ve öksüz kalan çocuklar; liderler için arenada birer kılıca ve kalkana dönüşmektedir.
Halk arasında her zaman gruplaşmalar olur. Bu gruplaşmalardan dolayı atışmalar yaşanır. Kitlenin kendi iç çatışmasında ve atışmasında haddi aşan sözler bir yere kadar tabii karşılanabilir. Bu atışmalar ülkenin geleceği için bir tehdit olarak da görülmez. Çünkü sözü söyleyenin ağırlığı, sözün ağırlığını ve değerini belirler. Ancak liderlerin sözleri için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Onların sözleri sözlerin şahıdır. Şahlar kendi ikballeri için gizli bir terörist grubu, politik malzemeye dönüştürüyorlarsa, teröristlerin amaçlarına dolaylı olarak hizmet ediyorlarsa, onların sözlerinin şahlığı da kalmaz. Bu ortamda sözün bittiği yere doğru savruluyoruz. Ne diyelim? Teröristlerinizi sevsinler …
Akılları sıra rakiplerini yıpratıyorlar. Ama olup bitene baktığımızda, demokrasi arenasının gladyatörleri, yani Türkiye’nin liderleri kendi hırsları uğruna kaş yapayım derken göz çıkartıyorlar.