Sağır Kim?

88

Karısının sağırlığından şüphelenen adam, ne yapması gerektiğini öğrenmek için gittiği psikologdan aldığı taktiği eve dönüşte karısına uygular. Taktik gereği otuz metre ileriden “Karıcığım, bu akşam ne yiyeceğiz?” diye sorar, cevap alamaz. Yirmi beş, yirmi, on beş metrelerden aynı soruyu tekrarlar. Yine cevap alamaz. Karısının sağırlığından artık emindir. Yanına beş metre kadar yaklaşır, son bir şans, bir daha bu akşam kendisine karısının ne hazırladığını, ne yiyeceklerini sorar. Kadın, “Sana beş defadır “tavuk” diyorum, bana niye aynı soruyu soruyorsun? Bunu anlayabilmiş değilim.” der.

Birçoğumuz, duyma özürlüyüz. Bunun ya farkında değiliz ya da bunu bir türlü kabullenemiyoruz.  Taraflardan biri özürlü olursa diyalogsuzluk başlar. Diyalogsuz insanlar veya toplumlar, özürlü insanlar veya toplumlardır. Kimse, belki, özürlü olduğunu kabul etmez; ancak ortaya çıkan sonuç, bir özürlülüktür.

İnsan, yalnız biyolojik değil, sosyal organizmadır. Sosyal olmanın en önemli gereği, diyalog kurmaktır. Diyalog, hem bizim genlerimize kodlanmış hem de Yaratan tarafından bize emredilmiştir. İnsanın farklı renklerde, dillerde yaratılması; kişinin birbiriyle tanışmasının, bilişmesinin gereği değil midir? Yunus Emre: “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim, sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz” diyerek insanları diyaloga davet ediyor, diyalogun gerekçesini de ” işi kolay kılmak, sevmek ve sevilmek” olarak açıklıyor.

Diyalog, paylaşmak, anlaşmak; demektir. İyi niyete dayalı diyalog zoru kolaylaştır, kederi azaltır, sevinci artırır, sevme ve sevilme hazzı verir. İnsanlar bir eldeki parmaklar, insanlar arasındaki diyalog da bir eser başarmak için yardımlaşan iki el gibidir. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” atasözündeki benzetmede olduğu gibi, başarının, sosyal huzurun, sevginin, medeniyetin gereğidir diyalog.

Göz, kulak, el; birer diyalog enstrümanıdır. Diyalogsuzluk, bir bakıma bu enstrümanları işlevsiz bırakmaktır. Bir körlüktür. Buna insan olan hiç kimsenin hakkı yoktur. Bir bakıma zorunluluktur diyalog. Gözle göreceğiz, kulakla duyacağız, elle üreteceğiz. Varlık nedenimizdir, diyalog. Bir an, diyalogu kestiğimizi düşünelim insanlarla. Neyi başarırız bu durumda? Cevap, kocaman bir “hiç”. Hem kendimize hem çevremize haksızlık yapmış olmaz mıyız?

Öğrenme, eğitim, ilerleme; hep diyalogla başlar, diyalogla devam eder. Kişiler arasındaki açık kapıdır diyalog. Kapatmamak gerekir bu kapıyı. Küslük, bir diyalogsuzluktur. Kişinin hem kendisine hem çevresine yaptığı zulümdür. Yerinde saymak, bulunduğu yerden geriye gitmektir küslük. Bir hak gaspıdır; çünkü insanların birbirleri üzerinde hakları vardır. Beklentilerimizin gerçekleşmemesi, ihtiraslarımızın tatmin olmaması, nefsimizin şımarması; çok kere diyalogları koparmamıza yani küslüğe neden olabilir. Çok kere bu durumlarda suçu karşımızdakine yükleriz. Biz, tamamen masum rolleri oynarız. Bize içimizden birleri haklı olduğumuzu söyler. Dost, görünseler de dostluk değildir onların bize yaptıkları. Bir, diyalogsuzluk başlar böylece. Belki ciddi bir sebep de yoktur ortada diyalogsuzluk için. Olan olmuştur, dönülmez bu yoldan geriye. Diyalogsuzluk, düşmanlığa kadar götürür sizi. Siz kapıyı kapattıysanız, karşınızdaki kapatmasa bile öykücükteki sağır koca gibi, hep karşınızdakini sağır zannedeceksiniz. Çünkü diyalog kesilmiştir.

Diyalog, herkesi içeri almak anlamına da gelmez. Diyalog arzusu, ilkesizliği doğurmamalı. İnsan, ilkeleri ile vardır ve yaşar. Bizi yaşatan temel doğrular, değişmez; evrenseldir. Diyalogu devam ettirme adına, ahlakımıza, moralimize, işimize, zarar verenlere, moralimizi bozanlara izin veremeyiz. Diyalog kurmak, bizi biz yapan değerlerimizden vazgeçmeyi gerektirmez. Diyalog, bir yalakalık, çıkarcılık, sömürücülük nedeni olmamalıdır. Buradaki ince çizgi, kimliğimizidir. “Söyle bana arkadaşını, söyleyeyim sana kim olduğunu.”

İyi niyete dayalı diyalog, bir insan olarak görevimizdir. Başka görevlerimizi de unutmadan bu görevimizi ihmal etmeyelim.