Gözünüze en yakın olduğu halde hiçbir zaman göremeyeceğiniz yer neredir, dersem aklınıza neresi gelir? Sizi fazla zorlamayayım: İki gözünüzün arası. Burayı sizin dışınızda herkes görür; ama siz göremezsiniz. Siz görmek istiyorsanız, aynaya ihtiyacınız olacaktır.
İki gözümüzün arası, bizim için kör noktadır. Doğal yapımız, bizim için orayı doğrudan görünmez kılmıştır. Uzuvlarımızın biçimi, konumu, işlevi; sosyal yaşamımıza pek benziyor. Hayatımızda nice kör nokta vardır, ulaşamayız oraya. Bir şeyler engel olur bize. Aşığın gözü kördür, denir ya onun gibi bir şey bu körlük. Hazlarımız, aşırı isteklerimiz, nefsimiz, tamahkarlığımız, megalomanlığımız, narsisliğimiz, enaniyetimiz; görmemiz gereken noktaları görmekten alıkoyar bizi. Görmemiz gereken o noktada yaptığımız hatalar, işlediğimiz günahlar, attığımız yanlış adımlar, yaşattığımız zulümler vardır. İki gözümüzün arasıdır onlar. Varlığımızdaki negatif kaptanlar, bizi o iskeleye demir atmaktan uzaklaştırır.
“Ah ile vah ile, geçti bu ömrüm.” dizesini söyleyen şair, sizce insanla ilgili hangi gerçeği vurgulamış olabilir? İster bir hayıflanma ister pişmanlık deyin, şairin, bir hatalar zincirinin son halkasında bulunduğu kesin. O da belki, iki gözünün arasını hiç göremedi ya da görmek istemedi.
İnsanla ilgili her şeyin başı ve sonu olan bir evrende yaşıyoruz. Ömrün, ömür içersinde sağlığın, zenginliğin, makamın, kariyerin başı ve sonu var. Onu da idrak etmekten acizim ama; öncesi ve sonrası olmamak, Allah’a mahsus. Taşıdığımız değerlerin bir gün sonlanacağını bildiğimiz halde eylemlerimizde bunu göz ardı ediyoruz. Zannediyoruz ki, sağlık devamlı, zenginlik bitimsiz, ölüm yok… Bunların bir gün bitebileceği idrakinden uzaklaşıyoruz. Bu uzaklaşma, hatalar yapmamıza yol açıyor. Bu durumda bir uyarıcıya ihtiyaç var. O, bize gençliğin, zenginliğin, makamların geçici olduğunu, ömrün bir gün sona ereceğini yüksek sesle hatırlatmalı. Yani “Kral çıplak.” demeli.
Hiçbir itiraf, yapılan hatayı telafi etmeye yetmez. İtiraf, acizlikteki samimiyetin ifadesidir. Her itiraf, aynı zamanda bir olumsuzluğun resmidir. İtiraf eden durumuna düşmemek için, bizi her durumda uyaracak, iki gözümüzün ortasını gösterecek dostlara, aynalara ihtiyaç var. Gözlerimizi kapatmakla, güneşin yokluğunu ispatlayamayız. Yaptıklarımızı gören, bizi bizden daha iyi takip eden başka gözler var. O gözlerin varlığını dikkate almayan bir varlık sahibi, bir yönetici, mutlaka pişmanlık duyar. Hatalarıyla yüzleşmek istemeyen her insan bir gün “Ah ile, vah ile geçti bu ömür.” demek zorunda kalır. Yaptığı işlemin sağlamasının yanlış çıkacağından korkan insan, işlem yapmamalıdır. İşlem yapan, işlemini doğru da yanlış da yapabilir. Önemli olan, sağlama yapmaktan kaçınmamaktır. Dostlar, aynalar; dört işlemdeki sağlama gibi, hayatımızın enstrümanlarıdır.
Günlerden bir gün Nasrettin Hoca iğnesini kaybeder. İğnesini evin avlusunda aramaya başlar. Fakat onca zaman aramasına rağmen iğne bulunamaz. Komşusu iğneyi nerede düşürdüğünü sorar. Hoca kendinden emin cevap verir: “Ahırda! ” Hayretler içinde kalan komşusu, “Ahırda kaybettiğini ahırda aramalısın! ” der. Nasrettin Hoca cevap verir: ” Ama ahır, karanlık. “
Nasrettin Hoca, kaçınsa da iğne oradadır. Biz göremesek de, görmek istemesek de iki gözümüzün arası vardır. Hayatımız, varlığından haberdar olduğumuz halde, kör çukurlarla doludur. Aradıklarımız o çukurlukların içindedir, lakin doğal yapımız, hislerimiz, kaygılarımız, önyargılarımız, tutkularımız, aceleci halimiz; karanlıklara gizlenmiş gerçekleri görmemizi hep engeller. Cesur olmak, inançlı olmak, azimli olmak, samimi olmak gerekir. Görülmez, ulaşılmaz dediğimiz hiçbir nokta ulaşılmaz değildir. Yeter ki umudumuzu, kararlılığımızı yitirmeyelim.
Medeniyet tarihi, görünmeyendeki gerçeği arama ve görme macerasının hikayesi değil midir?