Aile Mimarı Olmak

107

Vahap Bey’le sohbet ediyoruz. Birkaç gün önce caddede karşılaştığı, yüreğini dağlayan olayı şöyle anlattı: “Yürüyordum. Karşıdan iki bayan geliyordu. Biri tesettürlüydü, diğerinin ise göğüs ve bacak dekoltesi oldukça fazlaydı. Birkaç adım sonra dekolte bayan kendini yere attı, bağırıp çağırmaya başladı. Söyledikleri pek anlaşılmıyordu. Ben sarası tuttu zannettim. Yanındaki bayan ‘Özel sorunları var.’ deyince işin farklı olduğunu anladım. Onun o çirkin hali, beni ve yanına toplananları utandırmıştı. Gelenler, üzerini gazete, paçavra gibi şeylerle örtmeye çalıştılar. Bayan 22 yaşlarında gösteriyordu. Öğrendiğime göre iki çocuk sahibiymiş. Özellikle sol kolunda bileğinden omzuna kadar jiletle yapılmış kesikler vardı.” Vahap Bey, gördüğü bu trajediyle ilgili yorumlar yaptı. Ortada bir facia vardı. Siz adını ne koyarsanız koyunuz. Buna ister birey, ister aile, ister medeniyet faciası deyiniz. Gerçeğin sadece adı değişir. Vahap Bey’in şu cümlesi de güzeldi: “Ailenin muhkemliği kayboluyor. Her televizyon kanalı, her internet sitesi bu kaleye gedik açmaktadır.” Evet, Emerson’un “İçine kralların bile giremediği muhkem bir kale”ye benzettiği aileye günümüzde hızla gedik açılmaktadır.

Bir tarihte Beethoven’ın “Ailesine bağlı olan, vatanına da bağlıdır.” sözünü okumuştum. Alexandre Dumas da “Aile bağları o kadar ağırdır ki, taşımak için iki kişi gerekir. Hatta üç…” der. Charles Dickens ise “Aile hayatının güzelliği, hiçbir şeyde yoktur. Bir memleketin yükselmesi, ev ve aile muhabbetine bağlıdır.” diyerek aileyi sevgi, dirlik ve birlik açısından değerlendirir.

Aile, bir sosyal müessese olarak Yaratan’ın insan fıtratına kodladığı lütuftur. Hayvanlarda bile, az gelişmiş de olsa, aile olgusu vardır. K. Mikszath “Kuş, insafsız ellerin yıkacağından korksa da yuvasını kurar.” der. Bu fıtri olguyu yaşatmak, tamamen, insanın dünya mutluluğuna, zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Dünyaya geldiniz; sizi ilk besleyen, anneniz. Babanızı tanıdınız; güven duygunuz gelişti. Ailenizin diğer fertlerini tanıdınız; çevreyle uyum sağladınız. İlk kelimeleri, ilk sevgiyi ve öfkeyi onlardan öğrendiniz. Onlar vasıtasıyla iyiyi, kötüyü kavradınız; değerleriniz oluştu. Sizler ağladığında onlar ağladı, güldüğünüzde onlar güldü. Üzüntünüzü, sıkıntınızı paylaşmak istediniz, en yakın adresiniz aileniz oldu. Sizi kimse anlamadı; ama onlar anladı. Sağlığınızda da hastalığınızda da aileniz bulundu yanınızda. Hiçbir karşılık da beklemediler bu özveri için. Siz nankörlük yapmadıkça, bu fedakarlıklarını yüzünüze de vurmadılar. Ancak, bu güzelliklerin yaşandığı yüce müessese ailenin zayıflatıldığını, çürütüldüğünü, yok edilmek istendiğini görüyoruz.

Geçirdiğimiz yüz yıllık süreçte önce aileler küçültüldü. Geniş aile, feodal kalıntı olarak lanse edildi. Okul kitaplarında ailenin modern olması; anne, baba ve en fazla iki çocuktan oluşması gerektiği yazıldı, resimlendi. Sonra anne iş hayatına çekildi, daha doğrusu itildi. Çocuklar sahipsiz bırakıldı. Zaman içinde televizyon, internet modern aile düzenindeki çocuklarımızın hem öğretmeni hem dostu oldu. Baba otoritesinden, anne şefkatinden yoksun çocuklarımız, ruhsuzlaştı. Çocuk, mutluluğu yanlış mecralarda yaşamak zorunda kaldı. Çağdaş sistemin bundan bir şikayeti olamazdı; çünkü bu sistem önce kadını, sonra çocuğu bir tüketim sahası olarak ele almıştı.

Çağımızın getirdiği teknolojik gelişmelere itiraz edemeyiz; ancak sosyal hayatımızdaki, özellikle ailemizdeki yıkımına izin vermemeliyiz. Ailemizi her türlü tahribata karşı korumak, canlandırmak zorundayız. Sokaktaki her problemin temelinde bir aile huzursuzluğunun bulunduğunu düşünüyorum. Kadın, ailenin hem temeli hem beynidir. Her şeye rağmen aile, kadının mutluluğu üzerine kurulmalıdır. Kadın, yapısı itibariyle, çocukların kendilerini en güvende hissettiği yuvadır. Baba, bu yuvayı muhkem hale getirmek, dirliği sağlamakla görevlidir.

Batılı sosyologların, toplumlarının kurtuluşu için aile modelini tekrar önermeleri sevindirici. Biz, Batının yaptığı hatayı yapmak zorunda değiliz. Onların tecrübelerinden yararlanmalıyız. Vatanını, milletini seven, insanlık adına değer üreten kişiler el ele vermeli, aile bağlarımızı zayıflatan her türlü sinsi oyuna karşı mücadele başlatmalıdır. Bu niyetle yayın yapan kanallar uyarılmalı, dışlanmalı; gazetelerin okunmaması sağlanmalıdır. Okullarımızda güçlü, mutlu aileyi özendiren eğitimler yapılmalı, etkinlikler düzenlenmelidir. İbadet aşkıyla yapılacak her eylemin sonuç vereceğine inanıyorum.

Şu ölümlü dünyada, dikili bir ağacımız olmasa dahi, mutlu bir ailenin mimarı olmak, insana yeter!