Çanakkale Ruhu ve İtiraflar…

113

18 Mart tarihi, Türk Milleti için unutulması mümkün olmayan, olmayacak olan bir tarihtir. İçinde bulunduğumuz günlerde, Yurdun hemen her tarafından, özellikle Çanakkale Gelibolu Yarımadasında, Devletin üst kurumlarının da katılımı ile bu sene de Çanakkale şehitleri anılıyor; daha doğrusu Çanakkale’yi “Çanak Kale” yapan mücadelenin, kanla sulanan, bedenlerle örtülen kutsal toprağın başarı yıldönümünde şehitler anılıyor.

Türk milletinin giydiği ateşten gömleğin huzura dönüş yıldönümüdür 18 Mart… Her ne kadar birileri Çanakkale Savaşlarını „Alman Savaşı” ya da „İstanbul’u savunma savaşı” dese de, gerçek öyle değildir. Bu yaklaşımlar, bu tarihi zaferi, beyinlerinde oluşan „ego-kompleksi” zaaflarını hafifletmek için uydurma söylemlerdir.

Aslında, İstiklal Savaşı 18 Mart’ta kazanıldı, Cumhuriyetin temeli bu tarihte Çanakkale’de atıldı. Anadolu’nun müdafaası burada yapıldı… Emperyalizm, doyumsuz vahşi Batı, 18 Martta dize geldi Çanakkale’de…

Çanakkale’de çok zor şartlar altında, düşmana karşı göğsünü siper eden, vatan toprağını kanıyla sulayan, namus için, bayrak için şehit olan, gazi olan Mehmetçikler düşmana bir adım attırmadılar Anadolu’ya… Korunmak ve kollanmak üzere emanet bıraktılar Anadolu’yu bizlere… Alman generallerin yanlışlarını da düzelterek, hayatı boyunca vatan için her şeyini feda eden „Sarı Zeybek’in” kanatları altında destanlar yazdılar, iman ateşiyle marşlar mırıldandılar Mehmetçikler…

Ve kurtardıkları bu vatanı, cumhuriyetle süsleyerek bıraktılar bizlere, rahat yaşayalım diye…

Peki, biz ne yaptık?

Çanakkale’de şehit olanlara layık olabildik mi?

Bugün tarihi ile „manzara-ı umumiye”ye bakınız; nasıl bir tablo göreceksiniz!

Bu tabloyu yaratan bizler oturup bir itirafta bulunmamız gerekir; en azından Çanakkale şehitlerinin taşıdığı kutsal „ruh” için, şehitlik makamları için itirafta bulunmak gerekir…

Başta devleti idareye talip siyasi aktörlerin ağzında bu itirafları duymak gerek. Henüz o erdemli düzeye gelindiğini gösteren bir emare-işaret- yok… Olmadığı için, bir hatırlatma yapma gereğini duydum; belki bir gün bu erdem gerçekleşir ve şu itiraflarda bulunabilirler; işte itiraflar:

İtiraf 1:„…Yasalara, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, laik cumhuriyet rejimine, hukukun üstünlüğüne, anayasadaki “değiştirilemez ve değiştirilmesi önerilemez” denilen maddelerine karşı hileli yollar seçtik…”

İtiraf 2: “Hileli yöntemler bularak, yasaları baypas etmek için sahte pehlivanlar gibi arkadan dolandık… „Mademki ben çoğunluğum istediğimi yaparım” veya  „ben yaptım oldu” mantık çarpıklığını kendimize yöntem olarak seçtik…”

İtiraf 3: „Her şart ve ortamda millete ait milli ve manevi değerlerin ticaretini yaparak, dinli-dinsiz, laik-anti laik, öteki-beriki, bizden olanlar-olmayanlar, Türkmen-Kürt-Çerkez-Laz ayırımını yaptık, tüm kutsal değerlerin ticaretini yaparak bol nutuklar attık ve siyasi rantlar elde ettik, insanları „Tanrı Kelamı” ile „Atatürk” ile kandırdık „

İtiraf 4: “Benden sonrası tufan” bencilliğini göstererek, her şeyi kendimize doğru yonttuk…

İtiraf 5: “Yasalara, hukuka uymak yerine, yasaları, hukuku kendimize göre düzenlemeyi marifet sandık…”

İtiraf 6: “Yalnız içeride değil, dışarıdan gelen empozeler, eğer bize siyasi rant, ikbal kazandıracaksa „sorumsuz” yönetici gibi konuşmanın yalnız bize verilmiş bir hak olduğuna iyice inandık.”

İtiraf 7; „Milli iradeyi temsil eden meclisi, yine milli irade adına hüküm veren yargıyı „yok” saydık. Aleyhimize olan yargı işlemleri karşısında akıl-mantık yolunu unutarak saldırdık. Aynı yargı işimize gelen olayların üzerine gittiğinde ise yargıya „methiyeler” dizdik”

İtiraf 8: „Sistemle kavga etmek, hatta gölgemizle kavga etmek marifet saydık, öfkeyi, kini, inadı siyasi yöntem olarak kullandık “

İtiraf 9: “Demokrasiyi, insan haklarını varmak istediğimiz hedef için araç olarak kullandık. Bizden yana işler düzgün gidiyorsa, ikbal ve iktidar sağlıyorsa o zaman „demokrasi vardır” dedik; eğer hukuk ve demokrasi kuralları bizim cebimize, mevkiimize dokunuyorsa „eyvah demokrasi elden gitti” diye feryat ettik…”

İtiraf 10: „İktidarda olmayı sonsuz bir hak ve tasarruf olarak algıladık. Menfaat için her tür kılıfı demokrasiye giydirdik; akıl hocaları yazdı, önümüze koydu, biz siyasiler okuduk, uyguladık… Öfkeyi, nefreti „hizmet” olarak sunduk…”

İtiraf 11: “Finale” gitmeye çok yakın olduğumuzu sandığımız bir anda karşımıza herkese gerekli olan „hukuk” dikildiğinde, feveranı bastık, ağzımıza geleni söyledik… Sonra dönüp millete “biz ters ne yaptık ki?!” «neden geri adım atacakmışım?» diye milleti hafife aldık…”

İtiraf 12: «Hedefe ilerlerken iç-dış, üst-alt, orta-yan destekleri de sağladıktan sonra yazılı ve görüntülü yayın desteklerinin alınmasını da ihmal etmedik…» İktidarımız aleyhinde bir manşet atanı haftalarca meydanlarda-kanallarda yerdik, tehdit ettik, korkuttuk, başarılı da olduk…»

İtiraf 13: «Esas engelleri halettikten sonra önünüzde çok küçük engeller olan «halk» kitlesi kaldığında, onun da çaresine baktık; onlara da önce çeyrek altından başlayarak oy kapasitelerine göre armağanlar verdik, bir kısmına «sadaka paketi» dağıtarak sahiplendik. »

İtiraf 14: «Liberali, aydını, cahili hep yanımıza çektik, ayrı ayrı ödünler ve de diyetler vererek… Önemli olan hedefe doğru yürümekti, elde ettiğiniz oy oranını sabit ve değişmez «hak» olarak algılayarak rejimin temel kurumlarını da istediğimiz şablona sokmaya başladık, bundan çok da başarılı olduk»

İtiraf 15: «Toplumu her gün yeni gerilim araçlarını kullanarak suskunluğa, «acaba ne olacak» sorusuyla kafası karışık baş başa bıraktık. Adeta «sakız» türü söylemler icat ettik; ekonomi, borsa, dolar, demokrasi, özgürlük, insan hakları, istikrar… Bunlar en güçlü silahımız oldu toplum üzerinde baskı oluşturmak için… Yeri geldi, bunların negatif sebebini «küresel kriz»e yükledik, yerine göre yeni geometrik teoremler icat ettik!»

İtiraf 16: «Bu sakızları bu kadar çiğnediğimiz sürece başarımız devamlı olacağını düşündük. Ülkenin iç ve dış borcunu üçe-beşe katladık, fakat sıcak para muslukların akmasını sağladık; millete sadaka paketlerini, koltuk-buzdolabı-ç.makinesi dağıtmaya devam ettik; işsizlik artmış, enflasyon rakamlarıyla oynamamıza rağmen hortlamış, işyerleri kepenklerini bir daha açmamak üzere kapatmış hiç önemsemedik; çünkü milletin oyunu yine de «çalmayı» başardık…

İtiraf 17: «Cumhuriyetin kazanımlarına, ulus devlet felsefesine, devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne ters gelen AB etiketli yasaları çıkarmayı kazanç saydık… Bu yaptıklarımıza karşı çıkanları, «yanlışsın arkadaş» diyenleri «milli iradeye karşı gelmekle» «darbecilikle» suçladık, «milletin iradesine ipotek konuluyor» dedik ve milleti yanımıza çektik… Çıkan cılız muhalefet seslerine de hiç ama hiç kulak asmadık.»

İtiraf 18: “Biz sandık ki milletin iradesi sadece bizim elimizde… Biz sandık ki milletin verdiği oy desteğini yine millet aleyhine kullanabileceğiz… Meğer milletin hakkını, hukukunu “yasama” ve “yürütme”ye karşı koruyan ve kollayan bir de en güçlü kurum olan “yargı” varmış… Bunu hiç düşünmedik… Sistemin sadece yasama ve yürütmeden ibaret olmadığını, bu iki kurumun yanlışlarını de yine millet adına engelleyen yargı kurumunu unuttuk… Hâlbuki bu unuttuğumuz yargı yarın bizim hakkımızı da savunacak ve koruyacak… İşte biz bunun farkında değildik, yanlış yaptık yanlış…”

«Her şeye rağmen yine de inandırıcı olamadık… Her hareketimizi millet «acaba» ile karşıladı, «şüphe» ile baktı… Ve bir gün geldi, yine yetki ve görevleri cumhuriyet sistemin ruhunda yer alan bir denetleme mekanizması devreye girdi. Milletten aldığımızı sandığımız “emanet”i korumak üzere yine millet adına “koruyucu” yargı sistemi devreye girdi. İşte buna şaşırdık, “şok” olduk… “

Canım efendim 18 Mart Çanakkale Zafer gününde böyle „acı itiraf” da nereden çıktı demeyiniz. Hatayı anlamak ve itiraf etmek de bir marifettir. Ne demiş Çanakkale Gazisi M. Kemal Paşa: „Mevzuubahis olan vatansa, gerisi teferruattır.”

Çanakkale’de başlayan vatan savunması aynen devam ediyor. İstiklal Savaşı henüz bitmedi; emperyalist saldırıya karşı mücadele devam edecektir. Ülkeler artık askerle, topla tüfekle işgal edilip burçlara bayrak çekilmiyor. İşgaller kültürle, ekonomiyle, borçla, satılan kurumlarla, parsel parsel tapulanan vatan topraklarıyla yapılıyor artık. En önemli işgal ise yerli uşakların, hainlerin beyinlerinde yapılan işgallerdir.

18 Mart Çanakkale kahramanlarını anma yıl dönümünde, yukarıda dile getirdiğim „manzara-i umumiye” nın utancı ve üzüntüsü içinde, başta Gazi Paşa’dan, kanını ve canını Gelibolu’da bırakarak bugünleri yaşamamızı sağlayan necip ecdadımızdan özür diliyorum. Hiç bir metafizik dalga boyuna sığmayacak olan aziz ruhlarına dua ediyorum. Bizleri affediniz!