Türkiye’nin gündemini meşgul eden meselelerden biri olarak Alevilik ve Türkiye’de Alevilerin durumu ile ilgili tartışmalar son günlerde hız kazanmaya başladı. Konuyla ilgili çözüm hususunda siyasi çevrelerce olumlu yaklaşımların sergilendiğini de sevinerek görmekteyiz.
Bir meselenin çözümü onun doğru anlaşılmasında yatar. Bu sebeple konunun çözümüne dair yapılan tartışmalar esnasında dikkatle sorulması ve cevaplandırılması gerek en temel soruyu sorarak kısaca değerlendirmek isterim: Türkiye’deki Alevilik meselesinin temel nitelikleri nedir?
Alevilik konusu bilindiği gibi tarihimizde uzun bir geçmişe sahiptir. Mesele haline gelmesinin temel sebebi ise dini olmaktan ziyade siyasidir. Buna göre Osmanlı İmparatorluğu ile Şah İsmail arasında yaşanan siyasi krizin Osmanlı toplumuna yansıyan önemli bir boyutunu Alevilik oluşturmaktadır. Siyasi çatışmanın dini boyuta kayması ve toplum içinde farklılaşmaya ve ötekileştirmeye gidilmesi neticesinde toplumumuz içerisinde zaman zaman Alevi-Sünni gerilimlerinin yaşandığı görülmektedir.
Bahsettiğimiz nokta sorunun çözümüyle alakalı atılacak adımlarda göz önüne alınacak temel noktalardan biri olarak değerlendirilmelidir. Zira dini olmaktan ziyade siyasi olaylar neticesinde ortaya çıkmaya başlayan bir meselenin toplumun genelinden “keskin sınırlarla” ayrı bir zümreye ait mesele gibi görülmesi, getirilecek çözüm önerilerinde düşülecek hatanın başlıca sebeplerinden birini oluşturacaktır.
Tabii Alevilik Türkiye’de sadece siyasi boyuta sahip değildir. Siyasi boyutun yanında ve özellikle tarih sürecindeki gelişmeler esnasında ondan daha belirleyici olarak kültürel bir boyutu da bulunmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında Aleviliğin tarihi süreç içerisinde daha ziyade göçebe Türk topluluklarının İslam yorumu, Bektaşiliğin ise daha ziyade Aleviliğin şehir kültürü içerisindeki yorumu olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla meselenin çözümü için atılacak adımların kültürel ve siyasi boyutlar dikkate alınarak atılması, hem farklılaşma sürecinin keskin sınırlara sahip olmadığının görülmesi, hem de keskin sınırlara taşımak isteyenlerin maksadının anlaşılması açısından gereklidir.
Peki, çizdiğimiz bu genel tablodan hareketle bakacak olursak Alevilerin taleplerinin karşılık bulabilmesinin ve meselenin çözüme kavuşmasının mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bahsettiğimiz hususlara binaen ifade etmek gerekir ki Alevi Sivil Toplum Örgütlerinin taleplerinin karşılık bulabilmesi her şeyden önce “hangi Alevilik?” sorusuna verilecek cevaba bağlıdır. Zira gerek tarihi süreç içerisinde gerekse günümüz açısından gelinen nokta itibariyle bir tek Alevilik anlayışından bahsetmek mümkün değildir. Nitekim Alevi topluluklarının birbirlerine bakış açılarında da bunu görmek mümkündür. Bu sebeple “hangi Alevilik” sorusuna tam ve doğru cevap verilmeden çözüme yönelik çalışma yürütmek de mümkün gözükmemektedir.
Bu vesile ile gelecek Kurban Bayramı’nın bütünleşmeye ihtiyacımız olan şu sıkıntılı günlerde hayırlara, birlik ve bütünlüğümüze vesile olması dileğiyle bayramınızı şimdiden tebrik ederim.