Gazeteler, 17 Ağustos 1999’da yaşanan Büyük Marmara Depremi’nden hiç ders çıkarmadığımızı, ibret almadığımızı yazıyor. On binlerce insanın hayatını kaybettiği bu depreme rağmen insanlar yine yüksek katlı binalar yapıyor, sağlam olmayan binalarda oturuyorlarmış. Güçlendirilmesi gereken binalar güçlendirilmeden ikamete açılmış. Yeni yapılan binaların zeminlerine, statiklerine yeterince dikkat edilmiyormuş. Yine gazetelerin bir başka haberine göre, Gebze’deki tersane işçilerinin iş kazalarında son zamanlarda artış olmuş, işveren işçiye değer vermiyor ve onları kobay gibi kullanıyormuş. Ölümle sonuçlanan kazaların artması, çalışanlara değer verilmeyişinin sonucuymuş. İşverenlerin tamahkârlığından kaynaklandığı iddia edilen kazaların arkası kesilmediği için hükümet, burada gemi inşa eden tersaneleri kapatacakmış.
Bu ve buna benzer haberleri veren gazeteler veya bunlarla ilgili yorum yazan gazeteciler, yazılarının sonunu “Bizden adam olmaz; yaşadıklarımızdan ibret almıyoruz.” diye bitiriyorlar.
Kendi çapımızda da yaşadıklarımızdan ibret almadığımız durumlara sık sık şahit oluruz. Daha önce aynı sebepten hastalanmamıza rağmen soğuk şeyler yer, soğukta ince giyiniriz. Ceza aldığımız, kaza yaptığımız halde otomobili hızlı kullanır ya da kırmızı ışıkta geçeriz. Belki de otomobilde emniyet kemerini takmayız. Çok yemek yemenin sağlığımıza zarar verdiğini biliriz; ama yemek iştahımızı frenleyemeyiz. Bir konuda tartışma yapmanın bir yarar sağlamayacağını hem biliriz hem başkalarına anlatırız; buna rağmen, yenilen pehlivan güreşe doymaz misali, insanlarla tartışırız. Gustave Droz’un dediği gibi, “Verilmesi en kolay şey, nasihat; alınması en güç şey ibrettir.” Bernard Shaw da “Tecrübelerimizle biliyoruz ki, kimse tecrübelerinden ders almıyor.” cümlesiyle aynı iddiayı destekliyor.
İbret almak, yaşananlardan ders çıkarmak; ön yargısız davranan, akıllı olan, çıkarlarının esiri olmayan insanların işidir. Tekrarlanan olumsuzlukların; sabırsızlıktan, çıkar tutkusundan kaynaklandığını, istersek, kolayca görebiliriz. Bunun için öncelikle kendimize sonra çevremize karşı dürüst olmak zorundayız.
Hz. Ali, “Başkalarının acılarından, geçmiş felaketlerinden ders alanlar, gerçekten mutlu kimselerdir.” der. Hz. Ömer de “Olmamış şeyleri soracağına olmuşlardan ibret al.” önerisinde bulunur. Mevlana akıllı insanın “çekilen beladan, dostlarının ölümünden ibret aldığını” söyler. Sadi Şirazi, “Kuş başka bir kuşu tuzağa düşmüş görünce taneye yaklaşmaz, sen, başkalarının başına gelen hatalardan ibret al ki başkaları senden ibret almasın.” diye uyarır. Sokrat ise “Senden önce gelenlerden ibret al; ama senden sonra gelenlere ibret olma.” diyerek ibret almasını bilmeyenlerin, ibretlik duruma düşeceklerini söyler.
Teknolojik oluşumlar ve ilerlemeler için doğanın düzeninden, canlıların yaşantısından esinlenmekte başarılıyız. Uçak teknolojisinde kuşlardan, gemi teknolojisinde balıklardan, makinelerin işleyişinde iskelet yapımızdan yüksünmeden yararlanıyoruz. Esinlenme oranında ibret alma yeteneğimizi kullanabilseydik yükselen teknolojiyle birlikte, özel ve genel yaşamımızda yaptığımız hatalar da azalacaktı. Ancak, bunun böyle olmadığını, yaşamımızın, almadığımız dersler yüzünden çekilmez hale geldiğini, bu nedenle hayatı kendimize zindan ettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Esinlenmeyi içimize sindirdiğimiz kadar ibret almayı da bilmeliyiz. Bunu bir kişilik noksanlığı kabul etmemeliyiz. İbret almaya engel olan tutkularımızı ıslah etmek zorundayız. Bu, bir eğitim işidir. Bunda, yaşanan çevrenin kültürel değerlerinin etkisi inkâr edilemez.
Normal insan kendi tecrübelerini kullanırmış, akıllı başkalarınınkini de… Ancak aptallar ikinci ayaklarını kullanırmış suyun derinliğini anlamak için. Bizim, farkımız olmalı diğerlerinden. Yoksa M. Akif gibi çok hayıflanırız:
Geçmişten hisse kaparmış insan, ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi “tekerrürdür” diye tarif ederler;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?