Okumak, okuduğunu kabul etmek veya etmemek demek değildir.
Dinlemek, dinlediğini doğru bulmak veya bulmamak demek değildir.
Konu gereği birinin adının zikredilmesi, anılması;
Ne onun sevildiğini, ne de onun sevilmediğini gösterir. Yani göstermez.
Rus, Alman, Fransız ve Arap gibi birçok millet ve devletlerden bahsetmeden;
Osmanlı ve Türk tarihinden söz edilebilir mi?
Konu gereği, bir isimden bahsetmek; bir realite ve kaçınılmaz bir husus iken,
Onu görmezden gelmek, hiç yokmuş gibi bir tavır içinde olmak;
Doğru ve yerinde bir hareket olup, gerçekliğe sığar mı?
Unutmayalım ki, hiçbir şey; ne var demekle var olur.
Ne de yok demekle yok sayılır ve görmezden gelinir.
O şey şüphesiz ki, varsa vardır. Yoksa yoktur.
Meselâ, bir şahsın sigara içmesini beğenmiyor, doğru bulmuyor olabiliriz.
Ama bu, o şahsı beğenmemize ve onun özünü ve kendisini sevmemize engel olmamalı.
Çünkü sigara içmesi, gelip geçici arızî bir sıfatken;
O kişinin insan olması; aslî, daimî ve asıl olan bir durumdur.
İnsanın; insan oluşu sebebiyle asla, zâtına karşı cephe almamalı;
En güzel şekilde, incitmeden, rencîde etmeden; o kimseyi aslî duruşuna döndürmenin
Çaresine bakmalı; ne yapıp edip, onu tabii seyrine çekmeye çalışmalı.
Tüm uğraşlara rağmen, netice almamayı da tabii karşılamalı, işi zamana bırakmalı.
Kısaca demek lâzımsa, akla kapı açmalı, istek ve tercihi kişiye havale etmeli.
Tarihimizde, iyi kötü izler bırakmış nice büyük şahsiyetler var.
Bunları sevelim sevmeyelim, kabul edelim etmeyelim,
Fakat zinhar, görmezlikten gelmeyelim.
Hiç yokmuş, hiç yaşamamış gibi bir menfi tavır içine girmeden;
Doğrularına doğru, eğrilerine eğri diyelim.
Bu yüzden ne göklere çıkarmalı, ne de yerin dibine batırmalı.
İfrat ve tefritten uzak durmalı. Aşırılıklara prim ve tâviz vermemeli.
Birini sevmemiz; yanlışlarını benimsememize yol açmamalı.
Birini sevmememiz; yaptığı doğruları görmemize, asla engel teşkil etmemeli.
x
Düşünecek olursak, Müslümanların Allah ve Peygamber ve büyük zâtlardan sonra,
En çok zikrettiğimiz ve hattâ, dilimizden hiç düşürmediğimiz, her fırsatta söylediğimiz
Kutsal bir cümle ve o cümlede geçen bir isim var: Şeytan!
Nitekim her “Eûzü” çekerken, bu cümle içinde geçen Şeytan’ı, her an anmış oluyoruz!
Şimdi düşünelim: O ismin o cümlede yer alması, Şeytan’a değer verişten mi?
Yoksa, Müslümanların dikkatini çekerek, Şeytan’a karşı dikkatli olmalarını isteyişten mi?
x
İşte bizler de, yeri geldiğinde zikredilmesi gereken, müspet-menfî -özellikle- tarihî şahsiyetlerin
Adlarının anılmasından, kendilerinden söz edilmesinden, yaptıkları iyi kötü işlerin
Nazara verilmesinden rahatsız olmamalı.
Onlar hakkındaki bahislerin; yolumuza ışık tutan ve doğru yolu gösteren;
Tarihsel trafik işaretleri olduklarını bilelim.
İşte Kur’an-ı Kerîm’de Firavun gibi kişi, olay ve kavimler hakkında zikredilen âyetleri;
Bir de bu açıdan, yani insanları irşat edici mahiyet ve nitelikte görmeli.
Bu gibilerin adlarının geçmesinden, onlara övgü anlamı çıkarmamalı.
Onları anmamayı, onlardan bahsetmemeyi ise;
Zinhar onlardan korunma yolu sanmamalı.