Dördüncü Bölüm
Oğuz Çetinoğlu: ‘Değişmeyen tek şey değişim arzusudur’ deniliyor. Dilimiz Türkçe, hayli değişikliğe uğratıldı. Edebî metinlerde de değişiklik oldu mu?
Prof. Dr. Sâdık K. Tural: Batı dillerinde metamorfoz diye bir kelime var, tam karşılığı ‘bir varlığın özü de dahil değişmesi, başkalaşmasıdır. F. Kafka’nın bu konudaki eseri mâlum. Değişmek kavramı özü reddeden bir başkalaşma ise, bu biyolojik ve psikolojik bakımdan mümkün olmayan fantasmagori dedikleri hayâl ötesi nitelikli uydurmalardır. Değişim, eksiğini tamamlayarak, çürümüş veya gereksiz parçaları atarak, var olanları destekleyip güçlendirip, yeni ihtiyaçları ekleyip zenginleştirerek devam et(tir)mektir. Değişimin bir kısmı dönüşümdür, ama başkalaşım değildir. Her toplumda bulunabilen, bedenî, ruhî eğilimleri bakımından ayrıksı olan, marjinal denilen sapma ve sapıtma bir kenara bırakırsak, başkalaşım sosyolojik olarak da mümkün değildir. Zevk nitelikli yönelişlerde, sanat ve edebiyat hayatında dikkate değer değişmeler olabilmektedir. Türk soylu halklarda edebiyat sayılan metinlerin 200 yıl önceki örneklerinin büyük çoğunluğunda, ahlakî, millî ve dinî değer kazandırıcılık özelliği ön planda idi. 1800’lü yılların ilk çeyreğinden sonra devlet, millet, siyâset, iktisat, askerlik ve idâre ile öğretim, eğitim hayatında, yeni model arayışları resmîleşti. Bu model arayış ve tartışmaları sosyal ve kültürel depremlere de yol açtı. Arayışların türü ve şiddeti zaman zaman değişiyor. Bazı hırslı siyâsetçilerin ve bürokratların, siyâsetle oynaşmayı benimseyen akademisyenlerin istikrarı bozduğu biliniyor. Bunlara basılı ve görüntülü iletişim araçlarının zihin bulandırıcı, istikrar bozucu, sorumsuz söz, yazı ve görüntüleri ile marjinal denilen ayrıksıların modalaşan bol reklamlı etkileyiciliklerini ilâve ediniz; bilmek ve bulmak üzere değil, bulandırmak ve karıştırmak üzere arayış içinde olanların yol açtığı istikrar düşmanlıklarını bunlara ekleyiniz… Bunların her biri ‘arayış’tan sayıldığı, değişme arzusu diye etiketlendiği için, tehlikeli olumsuzluklar üzerinde yeterince düşünülmüyor. Edebiyat eserlerinin yaygın eğitim araçlarından biri olduğu tartışmasızdır. Edep kavramını hizâya bakılan bir değerler topluluğu olduğunu kabul edenlerin eserleri aracılığıyla bir olumlu kültürleme oluşturdukları da gerçektir. Edebiyat metinlerinin özellikle 1960 sonrasında ideolojik taraftarlık ve militanlık yaratma işlevini öne çıkardığını unutmayalım. Millî bilincin, millî istikrarın ölçüsüz ve depremsi değişmelere kurban ettirilmemesi, edebiyatçı sayılan insanların ataların ruhuna, toprağın ruhuna saygı ve sevgi ifadesi olan eserler vermesine bağlıdır.
Çetinoğlu: Edebiyat, bâzı sâhalarda yeni başlangıçlara önderlik etti mi?
Prof. Tural: Edebî eserler, fikir ve zevk kavramının üzerinde yükselir. Bilim ve teknolojideki yenilikler kadar edebî ve felsefî eserler de, kültürleri yapılandırmakta hattâ değişimlere önderlik etmektedir. Türk dünyasında ve Türkiye’de duygu, düşünce, hayal ve davranışlarla, zevk dünyasındaki arayışlara bağlı resmî, yarı resmî ve sivil tercihler ve uygulamaların bir kısmı edebiyatla başladı; bâzıları edebiyat aracılığıyla yaygınlaştı. Değer, davranış ve zevk değişmeleri edebiyattan hayata veya hayattan edebiyat eserine yansıyarak yayılıp yerleşti. Böylece edebiyat hayatı ve eserleri yaygın eğitim kurumları olma işlevini üstlendi. Hem nazma, hem nesre yeni konular, yeni motifler, yeni zevkler ile yeni türler ve şekiller girdi; bu yeni tür ve şekillerin girmesi başka, yaygınlaşması başkadır. Yeni edebî türler, duygu, düşünce, hayal, zevk ve yorumlardaki değişmeler kadar, ifâde tarzlarında da değişmelere yol açtı.
Kısalan cümle, süslenmemiş ifâdelerden oluşan kelime kadrosunu da beraberinde getirdi. Kelime ölçeğindeki dil ve söyleyiş değişmelerine bağlı, zıt gruplar hâlindeki arayışlar bugün de devam ediyor. Kelime kullanıma bağlı tercihler, yalnızca kültür tabakasına ait bir gösterge olmaktan çıktı, ideal ve ideoloji göstergesi haline geldi. İnsanın günlük hayatından toplumu oluşturan değer ve davranışlara kadar bütün alanlarda, âile, hukuk ve eğitim-öğretim kurum ve anlayışında kısa sürelerle değiştirmeler bâzen edebiyattan siyâsî, idarî ve ictimâî hayata, bazen de onlardan edebiyata yansıdı. Siz pekiyi bilirsiniz ve bu mülâkatı okuyacaklar adına bir kere daha tekrar etmeme müsâade ediniz: Tanpınar’ın ünlü edebiyat tarihinin başındaki “Nev’ilerin Tekâmülü” adlı bölüm bu sorunuzun mükemmel nitelikli cevaplarından oluşmaktadır. Değişme heyecanına bağlı arayış ve uygulamalar 1850-1950 arasında basılan edebiyat eserlerine yansıdı.
Çetinoğlu: Türk dünyası olarak adlandırılan sayısı 300 milyondan fazla soydaş ve dindaş kardeşlerimizle yakınlaşmanın edebiyat eserleri aracılığıyla artırılması daha kolay ve etkili olmaz mı? Onların dillerini koruma mücadelelerini anlatan, roman, hikâye, tiyatro ve şiirlerden seçmeler yapılıp Türkiye Türkçesine aktarılsa çok faydalı olmaz mı? Türkiye Türkçesiyle yazılmış eserlerimizin de onların lehçelerine aktarılması temin edilemez mi? Bu meseleler başta olmak üzere, ortak edebî kültür ve ortak edebiyat tarihine ait ‘temeller’in gözden geçirilmesi konusunda neler söylemek istersiniz?
Prof. Tural: Tataristan, Kırım, Adige -Aphaz- Karaçay, Çeçen, Avar, Kumuk, Acara, Karay, Altay, Tuva Hakas, Çuvaş, Saha, topluluklarına ve Türk Cumhuriyetlerine kadar çok geniş bir coğrafyada yaşayan kökleri aynı insanlar… Şimdilerde hem Türkiye ile hem de birbirleriyle ilgi ve ilişkiler soğumuş görünüyor. Sıcaklığın ve devamlılığın siyasî irade ile bağlantılı yanları çok önemli, sonraki adım akademisyenlerin ve sanatkârların yakınlık ve işbirliği. Sizin işaret ettiğiniz diğer meselelere de değinmek isterim: C. Aytmatov ve B. Vahapzade’nin eserleri kitap olarak Türkiye Türkçesine 1990’dan önce de aktarılmıştı. AKM olarak TÜRK DÜNYASI ORTAK EDEBİYATI adlı 32 ciltlik çalışmanın ANTOLOJİ nitelikli ciltlerinde Türk cumhuriyet ve topluluklarından seçilmiş metinlerin Türkiye Türkçesine aktarılmasını sağlamıştık. Keşke o dev projenin Genel Sekreterliğini üstlenen Hüseyin Ağca Hocamız ile bu konuda bir mülâkat yapsanız. Diğer yandan Ahmet Yesevi Üni. Vakfi Sayın N. Kemal Zeybek’in gayretiyle bazı eserlerin Türkiye Türkçesine aktarılmasını sağlanmıştır. AKM olarak bu işin düzenli ve devamlı hâle getirilmesi niyetiyle bir protokol hazırlatılmış ve buna bağlı olarak da Kazakistan’ın yaşayan büyük romancısı Abiş Kekilbayuğli’nin Ülker romanı Türkiye Türkçesine kazandırılmıştı. İşaret buyurduğunuz, ‘en eski metinlerden 15. yüzyıla kadar ortaklığı esas alan temelleri’ görmek ve benimsetmek… Bunun ilk adımı, zihniyet ve zevk kavramlarına bağlı yansımalardan oluşan “temellere” dayalı ortak bir kitap hazırlanmasıdır. Bin dört yüz yılı başına kadar ortak bir edebiyat tarihi ve bunun tamamlayıcı metinler antolojisi… Bu iki ciltlik eserin, Baku’da, Astana’da, Bişkek’te, Taşkent’te, Aşkabat’ta ve Ankara’da aynı anda 10.000 adet herkes kendi lehçesinde ilk baskısı yapılabilse… 15. yüzyıl ve sonrası için herkes kendi yazı dilinin gelişmesinin yansımalarına dayalı olmak üzere, âzamî iki cilt edebiyat tarihi ile iki-üç cilt de antoloji hazırlayıp yayınlanması gerçekleştirilse… ardından da bu yayınlardaki bilgilerin birleştirilmesi sağlansa… Son basamak birleştirilmiş bu eserin, her cumhuriyetin kendi lehçelerinde yayınlanmasıdır. Bunların gerçekleşmesi için ortak bir çalışma grubu kurulması gerektiği açıktır. Sizin TEMELLER kavramıyla işaret ettiğiniz millî benlik, millî kimlik ve millî zevk kavramlarının dile yansımalarını ve kaybedilmiş ortaklıkları böyle beş ciltlik bir eser aracılığıyla görebilmiş olacağız. Bin beş yüz-iki bin yıl evvel atalarımız, insan, tabiat, Yaratan kavramlarını nasıl idrak edip hangi kelime ve ifadelerle dillerine taşımışlar? Farklı coğrafyalardaki ve rejimler altındaki Türk dili, hangi kelimeler ile edebiyat ve fikir nitelikli eserlere yansıtılmış? Bu aktarma çalışmalarının asıl faydası, Türk dili’nin imkânlarının öğrenilmesini sağlaması, kavram, deyim ve atalar sözüne dayanan inceliklerin yeniden ortaklaştırılması olacaktır.
Çetinoğlu: Edebî eserlerin târihi olması gereken ‘edebiyat târihi’ hangi anlayışla, nasıl, kimler tarafından yazılmalı?
Prof. Tural: Edebiyat bilimi adlı araştırma alanının hedefi, amacı, eserlerden hareketle edebiyat târihinin yazılmasıdır. Bunun ilk basamağı, eserler ve edebî şahsiyetler üzerinde yapılmış monografi saydığımız araştırmalardır. Edebiyat araştırması ile edebiyat eleştirisi nitelikli yayınların ortaya koyduğu değerlendirme metinlerinin, edebiyat târihi için kaynak oluşturacağı açıktır. Asıl mesele Türkiye ile sınırlı dahi olsa, kavram ortaklığının sağlanması, terim ve yöntem birliğine ulaşılmasıdır.Son kırk yıldır iyice anlaşılan bir hüküm var: Edebiyat tarihi bir kişinin tek başına yazabileceği bir eser değildir. Bu hüküm şu hükümleri de cevaplandırmayı gerekli kılar: Öncelikle, edebiyat târihi hangi terimlere dayandırılacak? Edebiyat eseri nedir, ne değildir? Eserlerin bölümlenmesi için, zaman mı, tür mü, yoksa muhteva mı esas alınacak? Yazılacak edebiyat târihi, edebiyat hayatının hangi türden ve hangi kültür tabakasındaki eserlerinin değerlendirilmesinin sonucu olacak? Gerek gelenekli ve anonim nitelikli eserlerin, gerekse yazarı bilinen eserlerin elimizde tam bir kütüğü olduğu söylenebilir mi? Bu edebiyat târihi içinde Türk dünyası edebiyat hayatı nasıl yer alacak? Türk Dünyası Ortak Edebiyatı adlı 32 cildi yayınlanmış bir projeyi oluşturup yönetmiş biri olarak yaşadığım olumsuzlukları unutmaya çalışırım. Başta bu meseleler olmak üzere bazıları şahsî, bazıları grup mantığı sayılacak farklılıkların doğuracağı anlaşmazlıklar öncelikle giderilmelidir. Bu işin erbabı olanlar ile 1955 sonrası doğmuş edebiyat bilimciler, şu görüşümü bizzat benden veya söylediğim arkadaşlardan duymuşlardır: Türk edebiyatı akademisyenlerinin, bu konudaki araştırıcıların ve Batı dilleri filologlarının çağırılıp bildiriler ve tartışmalarla katkı sağlayacağı, MEB’in temsilcilerinin mutlaka gözlemci olarak katılacağı ‘Edebiyat kavramları, terimleri ve yöntem şûrâsı’ toplamak gereklidir.
Çetinoğlu: Farklı görüşler arasındaki anlaşmazlıklar böylece giderilmiş olacak mı?
Prof. Tural: Her edebiyat araştırıcısının yetiştiği kurum ve hocalardan doğan farklıca sayılacak kavram, terim ve özellikle de yönteme bağlı benimseyişleri bulunmaktadır. Türk edebiyatçıların kendi arasında anlaşmalarını önleyen unsurları azaltmak ve ortadan kaldırmak için yapılacak birçok iş ve atılacak başka adımlar da var.
Çetinoğlu: Nelerdir, Lütfeder misiniz?
Prof. Tural: Arz edeyim: Orhun anıtlarındaki metinler taşa kazındığı târihte; Zebur, İncil, Tevrat ve Kur’ân-ı Kerîm’in -Çince ve Sanskritçe, İran’daki Darca ve eski Farsça ile eski Grekçe/Yunanca- dışında benzer bir yazılı metin yoktur. Atalarımızdan biri Kaşgarlı Mahmud, Türk Dilinin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu ortaya koymak için Divân ü lügat-it Türk adlı bir sözlük yazdığı tarihten günümüze kadar 951 yıl geçmiş… 951 yıl önce Avrupalı halkların hangisinin sözlüğü var? Fars diline sevdalanmaya karşı çıkan Ali Şîr Nevâî atamız iki dili karşılaştıran Muhakemetü’l Lügateyn adlı sözlüğü yaklaşık 600yılönce yazdı. Sonrasında büyük bir duyarsız 350-400 yıl… 150 yıldan beri Türk dilinin sözlükleri yayınlandı. TDK’nun seksen yıla yakın bir zaman önce yayınladığı halk ağzından yapılmış derlemelerden oluşan sözlük kaç araştırıcının başvuru eseridir? Ahmet Vefik Paşa’nın ansiklopedik sözlüğü başta olmak üzere, bütün yayınlanmış sözlüklerden yararlanıp en az üç yüz bin kelimelik bir sözlük yapılmalı. Sözlükler zekâya yardımcı olan kaynak eserlerdir.
Çetinoğlu: Ne tür sözlükler?
Prof. Tural: Bunları şu başlıklar altında sınıflandırabiliriz:
Genel Sözlükler, çeşitli bilim ve meslek dallarıyla ilgili Terim Sözlükleri, Deyim Sözlükleri, Kişi adları sözlükleri, Türkçedeki Yabancı Kelimeler Sözlüğü. Bunların dayanacağı bir Köken Bilim/Etimoloji Sözlüğü yok. Ne yazık ki ansiklopedilerdeki, ansiklopedik sözlüklerdeki kavramları terim yapan tanım/târif sayılan cümlelerde bir ortaklık yok.
Çetinoğlu: Özür dilerim Efendim. Sözlüklere bir ilâve teklifim var: Türk dilbilgisi kaidelerine uygun ve de aykırı olarak türetilen kelimeler sözlüğü… Ne dersiniz?
Prof. Tural: Efendim, HüseyinAğca Hocamız, Türkçe ve edebiyat ders kitaplarını hazırlatma işlerini üstlenmiş, Tâlim Terbiye Kurulu üyeliği yapmış, konuyla ilgili Yazılı ve Sözlü Anlatımda Türkçenin Kullanımı adlı kitabı çok ilgi görmüş bir büyüğümüzdür. Mayıs ayında basımı tamamlanan, Sizin de bir makalenizin yer aldığı Ağca Armağanı’nın merkez şahsiyeti olan, Ağca Hoca’nın bir tespitini paylaşayım: ‘TDK’nun iki sözlüğü var. Birincisi Türkçe Sözlük, ikincisi Türkçedeki Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü. Boyutları ve harf seçimleri aynı olan bu iki eserden Türkçe Sözlük 2244 sayfa, diğeri 1639 sayfa.” Ağca Hoca ikinci eserin ‘her baskısında sayfa sayısı ve dilimize sokulan yabancı kelime sayısının arttığını’ söylüyor. Sizin teklifinize gelince: Tamamen haklısınız, TDK, Türkçe dil bilgisine göre ‘türetilen yeni kavram ve kelimeler sözlüğü’ de hazırlayıp bastırmalı ki, hangi kelimelerin benimsenip yaygınlaşmış, hangilerinin hayata tutunamamış olduğunu öğrenelim.
Çetinoğlu: Türk dili konusunda memleketimizin yazı ve eğitim dilinin temeli olan hâlledilmediğini herkesin bildiği, sorumlu ve yetkili olanların da başarısız kaldıkları en mühim meseleleri kısaca ifâde eder misiniz?
Prof. Tural: Haklısınız, konuşulması uzun sürecek, fakat hâlledilmesi elzem olan meseleler var. İnsanlar okumadığı için mi anlama melekelerinde bir kayıp var, yoksa anlama veya ifade etme konusundaki eksiklik, zekâlarının çeşitli fakültelerinin zenginleştirilmeyişinden mi doğmaktadır? Her iki hâlin arkasında da, Türkçenin kazandırılmasında yeterince başarılı olunamadığı gerçeği yatmaktadır. Dinleme, okuma ve anlama ile eksiksiz anlaşma kavramlarına bağlı olumsuzluklar, her seviyedeki eğitim ve öğretimin başarılı sayılamayacağının da delilleridir. Gerçekten de hâlledilmediğini görmekten üzüntü duyulacak diğer üç konunun başlıklarını söyleyeyim: Öncelikle imlâ meselesi, yazım kuralları konusu: Türkçe kelimelerin ve Arapça veya Farsçadan alınmış olan, yaklaşık bin yıldır kullanılan kelimelerin yazımı; Batı dillerinden alınan kelimelerin yazımları; Özel isim sayılan ve yer adı veya kurum adı olarak kullanılan kelime ve kavramların imlâsı; noktalama işaretleri. Bu konuda ilgili ve yetkili paydaş kurum ve kuruluşların sonuç alıcı çalışmalar yapmamış oluşu, akıl ve vicdan sahiplerini çok üzmektedir. Giderilmesini elzem saydığım mutlak ortaklığın göstergesi olması gereken diğer iki çok büyük eksiğimiz ise, Açıklamalı Dilbilgisi Kavramları Sözlüğü ile Etimolojik Sözlük’tür.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. Sorumlu olanlar elzem meseleler için netice alıcı gayret göstermeden makam ve unvanlarından ayrılmışlarsa bu konular açıldıkça mahcup ve mükedder olmaktadırlar sanıyorum. Yapılması gereken işler bitmemiştir… Açıklamalarınızın büyük faydalar sağlanmasına vesile olmasını dileyerek bu röportajı, yabancı dille öğretim – yabancı dil eğitimi tartışması ile bitirebilir miyiz?
Prof. Tural: Yabancı dil öğrenmek ile yabancı dille yaşamak arasındaki farkı anlamakta tembellik gösteren aydın ve bürokratlar bizi, her gün biraz daha büyük bir çıkmazın içine düşürüyorlar: 1991 yılı Haziranı’nda Türk Edebiyatı dersi’nin liselerde seçimlik yapılması da aynı düşüncenin ürünüydü. Bu ders kaldırmanın arkasında hangi zihniyet vardı ve bu kararı aldırabilmişti? Bu dehşet verici karar şiddetli tepki görünce, dört ay sonra, uygulamadan büyük ölçüde vazgeçildi. Bu akıl tutulması örneği olan kararı imzalayan kimlerdi? Kararın gerekçesini kimler yazmış, MİLLÎ EĞİTİM sistemimizi bağlayan bir uygulama niçin gerçekleşmişti? İngiliz veya Fransız yahut Rus veyahut Arap dilini ve edebiyatını bilen, fakat Türk dilinin bin beş yüz yıllık dil ve zevk yansımalarından oluşan servetten habersiz bir Türk vatandaşı… Böyle bir sonucu kimler istemiş olabilir?
Hem Türk edebiyat bilimcilerini kendi aralarında; hem Türk olup yabancı dil ve edebiyatlarının araştırmalarını yapan filologlarla Türk edebiyat bilimcileri arasında; bu iki kitle ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında uzlaşma, yardımlaşma olmayacak ise, edebiyat öğretmenleri ve kitap yazarları ne yapsın? Türkçe, Allah ile bizim aramızdaki yakarışlarımızın dili… Türkçe, edebiyat adı verilen duygu ve hayalin rahminde teşekkül eden tefekkürün dili… Türkçe duânın ve mûsıkinin, eğitim ve öğretimin dili… Türkçenin korunması da yaşatılması da edebiyattan sayılan eserlerin gücü ile doğru orantılıdır. Edebiyat eserleri, kültürü hem bilinçle koruyup zenginleştirir, hem de yeni değerler kazanılmasına yardımcı olur.
İnsan kendi dilini yeterince öğrenmez ise ne olur? Anlaşma, iletişim yeterince oluşmaz; bundan da önemlisi, zevk ve tefekkür inceliklerinin ifâde alanı olan şiir ve tahkiyeli eserler, işlev ve işlerliğini kaybeder. Başka bir dil bilmenin gereğine inanmayan yok; asıl hedef, Türkçe ile bilim yapmak, zevk eğitiminde bulunacak kadar Türk edebiyatı metinlerinin anlayarak okunmasını sağlamak olmalıdır. Rab, dil, âile, vatan ve devlet kavram ve kurumlarını yok saymaya, etkisizleştirmeye çalışanların, Türk olmayı benimsemeyenlerin çok yetkili makamlarda bulunmaları engellenmedikçe, Türkiye’nin ve Türk Cumhuriyetleri ile Türk kökenli toplulukların geleceği güvenli değildir. Edebiyat eseri verenler, Rab, dil, âile, vatan ve devlet adlı kavramlara bağlı değer ve kuruluşları yaşatıcı, benimsetici bir bilincin temsilcisi oldukları oranda Türk varlığı devam edecektir. Yabancı dil ve edebiyatların inceliklerini öğrenme kadar, hattâ ondan da önce, kendi dil ve edebiyatının değeri konusunda en az kırk cümle kuramayanlar, kendilerine yazık etmişlerdir. Yönetici ve/veya öğretmen olacakların Ömer Seyfeddin’in Ashâb-ı Kehfimizadlı uzun hikâyesini okumaları sağlanmalıdır. Edebiyat bilimcilerinin ulaştıkları ve uzlaştıkları hükümlerin, lisedeki öğretimin ve eğitimin temelini oluşturması gerekir. Edebiyat biliminin ulaştığı ve uzlaştığı kavram, terim, yöntem ve bilgilerin uygulamaya taşınması için Tâlim Terbiye Kurulu, müfettiş ve öğretmenler ile ders kitabı yazarlarının el ele vermesi gerektiği tartışılmaz bir gerçekliktir. Okullarda yabancı dil derslerini lise ve dengi okulların ilk yılına kadar kaldırmak gerektiğini düşünmekteyim. Lise ve dengi okulların ilk yılı, haftanın beş gününde Türkçe olarak iki saat ‘Türk mitolojisi’, iki saat ‘Türk bilgin ve bilgeleri’, iki saat, ‘Program yazma dil ve teknikleri’ verilmelidir. Bundan sonra (2×2) dört saat Almanca, geri kalan zamanlarda da İngilizce öğretilmelidir. Sonraki üç yılda ‘Uzay bilimleri’, ‘Robotik’, ‘Ülkeler ve rejimler’veya ‘İngiliz edebiyatı’ gibi derslerden birini seçmek şartıyla, sadece bu ders haftada iki saat İngilizce olarak verilmeli, diğer derslerin tamamı TÜRKÇE olmalıdır.
Çetinoğlu: Hayatî önem taşıyan tekliflerinize, izniniz olursa bir ilâve yapmak isterim: Ortaokul ve liselerde yapılacak mezuniyet imtihanlarında, üniversitelerden gelecek Türk Dili ve Edebiyatı dalında Doçent ve Profesör unvanına sâhip öğretim üyelerinin iştirakiyle yapılacak imtihanda, 100 üzerinden 80 puan alamayan öğrenciye lise diploması verilmesin. Ne dersiniz?
Prof. Tural: Oğuz Beyefendi, Türkçe konusundaki duyarlılığınız için şükranlarımı sunuyorum. Bu konulardaki düşüncelerimin milletimize duyulmasına imkân verdiğiniz için teşekkürler ederim. Vallahi çok güzel bir teklif… Şu hâle getirerek ortak bir çığlığa dönüştürmek daha sonuç alıcı olmaz mı? Türk dili ve edebiyatı doktorası yapmış, hâlen bir yükseköğretim kurumunda çalışan bir kişi başkanlığında, diğer liselerden gelen üç kişi ile ev sahibi olan okulun üç öğretmeni toplam yedi kişilik bir ölçme değerlendirme kurulu uygun ve yeterli olur. Gerektiği durumlarda fazla sayıda kurul oluşturulabilir. Böyle bir yüksek duyarlılık, hem Türkçenin sağlığının ve işlerliğinin korunması hem de gençlerin zekâ bölümlerinin zenginliğinin oluşması bakımlarından çok faydalı sonuçlar verecektir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim.
Tural: Estağfurullah Efendim. Zahmetleriniz için asıl ben Siz’e teşekkür borçluyum. Ayrıca bu röportajı okuyanlara ve okuduklarını çevrelerine yayanlara, edindiği bilgileri uygulayanlara saygılarımı sunmak istiyorum.
Prof. Dr. SADIK KEMAL TURAL 1946 yılında Kırıkkale’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı şehirde tamamlayıp fark derslerinin imtihanını vererek İlk öğretmen okulu diploması aldı. Atatürk Üni. Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Ocak 1972’de, Hacettepe Üniversitesi’nde Türkçe dersleri öğretim görevlisi,1978’de Edebiyat Doktoru, 1983’de Doçent, 1988’de Profesör oldu. Kadrosu Hâcettepe Üni.de kalmak kaydıyla Devlet Plânlama Müsteşarlığı’nda, ardından da, bir proje için10 ay Almanya’da bulundu. 1989’da geçtiği Gazi Üni. Fen-Edebiyat Fakültesinde Sanat Târihi ve Felsefe bölümleri ile Gazi TÖMER’in kurucu başkanlığını, TDE Bölümünün başkanlığını yaptı. Hacettepe, Selçuk, Gazi ve Abant İzzet Baysal Üniversitelerinde, lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. 1989’da önce, Atatürk Kültür Merkezi üyeliğini, Eylül 1995’ten itibaren 3 Ocak 2002 târihine kadar AKM Başkanlığı’nı, 1996-2003 yıllarında UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ‘Yönetim Kurulu Üyeliği ve Kültür Komitesi Başkanlığı’nı üstlendi. Eylül 2000 târihinde tayin edildiği Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı unvanlı görevinden, Mayıs 2009’da alındı, 1 Mart 2011’de emekli oldu. Türkiye’de ve yurt dışında, yüzü aşkın millî ve milletlerarası paneller, sempozyumlar, kongre ve bilgi şölenleri düzenledi, bildiri verdi, tartışmacı olarak yer aldı, dergi yöneticiliği yaptı, toplantıların kitaplarını hazırladı. Ortaklaşa 4, kendi imzasıyla 12 kitap yayınladı. Eserleri ve çalışmaları sebebiyle kendisine Türkiye Millî Kültür Vakfı, Kayseri Sanatçılar Derneği, Türk Ocakları Genel Merkezi, Kazakistan Bilimler Akademisi, Motif Halk Oyunları Eğitim Derneği/Vakfı, Türk Folklor Araştırmaları Kurumu, Kazakistan Bilimler Akademisi, Kırgızistan Devleti Millî Devlet Üniversitesi, Kazakistan Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türkmenistan Bilimler Akademisi, Dağıstan Bilimler Akademisi tarafından armağanlar, Sivil Toplum Kuruluşları Platformu, Türk Edebiyatı Vakfı v.b. kuruluşlar tarafından çeşitli ödüller ve unvanlar verildi. Ayrıca Kazakistan ve Kırgızistan Devlet Ödülü’ne lâyık görüldü. İLESAM’ın ve TEKAR’ın kurucularından ve Eğitim Dostları Vakfı’nın Mütevelli heyet üyelerindendir. Kütüphanesindeki eserlerden 15.550 kitap, 11.100 adet süreli yayını Çankırı Karatekin Üniversitesi’ne, Eski Harfli Türkçe basma ve bazıları yazma 1450 kitap ile 250’ye yakın sözlük ve ansiklopedik sözlük gibi kaynak eserleri Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki Millet Kütüphânesi’ne bağışlamıştır. . |
(BİTTİ)