Yâdında mı O Günler?

324

1930-1950 Yılları Arasında Yayımlanan Hâtıralarda Siyâsî, Sosyal Ve Kültürel Hayat

13,5 X 21 santim ölçülerinde, 591 sayfalık hacimli ve zengin bir kitap… Muhtevası görünümünden daha hacimli…

Eser; İbrâhim Özen’in doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Bilindiği gibi tezler, yazarının canını dişine takarak, gecesini gündüzüne katarak bütün dikkatiyle, maddî ve mânevî gücüyle ve de mahâretiyle ürettiği seçkin ürünlerdir. Kılı kırk yararak inceleyen, zor beğenen jüri üyelerinden geçer not alabilmek, kariyerinde ilerlemek isteyenler, çalışmalarını beğendirmek için var güçleriyle çalışmak mecburiyetindedir. Böyle bir jürinin geçer not verdiği bütün eserler, okuyucunun da takdirini hak etmiş olurlar.

Önemli bir hususu da belirtmek gerek: Meth-ü senâlara bakılarak alınan eserlerde beklenti çıtası yükseklerde olur. Okuyucu, kitabı bitirdikten sonra, ‘methedildiği kadar değilmiş’ de diyebilir. Yukarıdaki satırlar, böyle denilmeyeceğinin garantisi değildir elbette. Mâlum: renkler ve zevkler tartışılmaz.  Ancak mesele, ‘Zurnada peşrev olmaz. Ne çıkarsa bahtına’ sözü ile geçiştirilemeyecek kadar harc-ı âlem değildir.

Eserin müellifi İbrâhim Özen, eserine didaktik özellik kazandırmak için edebî konuulara da temas ediyor: Bu cümleden olarak ‘hâtırat’ ile ‘otobiyografik eser’ arasındaki farkı şöyle açıklıyor:

‘Hâtırat hem metin yazarının hayatına hem de yaşanan olaylara ışık tutan bir türdür. Hâtıratı, otobiyografik eserlerden ayıran en belirgin özellik, yazarın kendisini değil yaşadıklarını anlatmasıdır. Yazarın çevreye olan dikkati, yaşadığı, şâhit olduğu yahut (doğruluğuna inanmış olmak şartıyla) duyduğu veya (tam ve doğru hatırladığına emin olmak şartıyla) görgü şâhidi olduğu sosyal hâdiselere yer verdiği yazılı metinlerdir. Bu sebeple hâtırat; târih, edebiyat, sosyoloji, psikoloji gibi sosyal ilimlere de katkı sağlar. Ayrıca okuyucuya geçmişi tahlil etme, doğru ile yanlışı, müspet ile menfiyi ayırt etme imkânı bulur. Bunlardan ders alanlar sâyesinde hâtırat yazıları didaktik özelliğe sâhip olur ki, yeni nesillere; daha medenî, daha anlayışlı bir hayatın kapılarını açar.

Aynı hâdisenin farklı kişiler tarafından değişik bakış açılarıyla ele alınması durumunda okuyucuyu araştırmacı olmaya yönlendirir.                                                                                                                                                                                                                                                                           

***

Arka kapak yazısında kitap, kendisini şöyle tanıtıyor:

Yâdında mı O Günler? Hâtırat yazarının okuyucusuna yönelttiği bir sorudan ziyâde okuyucuyla birlikte geçmiş zamanı yâd etme dileği taşır. Mâzinin izini tâkip bu çalışmanın temel kaynakları, 1930-1950 yılları arasında yayımlanan, gazete ve dergi sayfalarında kalan hâtıratlardır. Hâtıratların içeriğine bağlı olarak Sultan İkinci Abdülhâmid Han döneminden Türkiye Cumhuriyeti nin ilk yıllarına uzanan geniş bir dönem, çalışmanın sınırları dâhilindedir.

Yâdında mı O Günler? siyâsî, sosyal, kültürle alâkalı ve edebî hayata yönelik topluma mâl olmuş şahsiyetleri, olayları ve meseleleri târihî gerçekliğe bağlı kalarak bizzat yaşayanların ve işitenlerin bakış açılarıyla inceleme gayreti taşımaktadır.

Yâdında mı O Günler? üç bölümden oluşmaktadır. Hâtırat türünün özellikleri, diğer otobiyografik türlerden ayrılan belirgin yönleri, kurmaca metinlerle bağı, târih ve edebiyat araştırmalarındaki yeri giriş bölümünde incelenmiştir. Siyâsî târihe ayrılan birinci bölümde târih kaynaklarındaki kronolojik bilgi; yazarların şâhitliği, onların dönem, olay ve şahsiyetlere yönelik yorum ve değerlendirmeleriyle anlatılmış, böylelikle târihin seyri hâtıratlardan tâkip edilmiştir. İkinci bölüm; dönem ve topluluklar, sansür, kavga ve dostluklar, mahfiller, edebî eser hikâyeleriyle edebiyata ayrılmıştır. Edebî hâtıraların rol sâhibi olduğu bu bölümde şâir ve yazarların sanat mâceraları ve edebiyat ortamları kendi şâhitlikleriyle okuyucuya sunulmuştur. Üçüncü bölüm toplum ve kültür hayatıyla ilgilidir. Hâtırat içeriklerine bağlı olarak Osmanlı Devleti’nin son dönemiyle sınırlı kalan bu bölümde eğlence, mekân, okul, âile, kadın, Türk kimliği ve ulaşım gibi hayatın içinden meselelere dikkat çekilmiştir.

‘İÇİNDEKİLER’ sayfasında yazılı olanlar, okuyucunun kararını belirleyecek güvenilir bilgiler ihtiva ediyor:

GİRİŞ: HÂTIRAT HAKKINDA:

Hâtıratın Kısa Târihçesi, Hâtıratın Genel Özellikleri, Hâtıratın Diğer Türlerle İlişkisi, Hâtırat ve Günlük, Hâtırat ve Otobiyografi, Hâtırat ve Gezi Yazısı, Hâtırat ve Biyografi, Hâtırat ve Kurmaca Metinler, Hâtıratın Târih ve Edebiyat Araştırmalarındaki Yeri.

BİRİNCİ BÖLÜM / HÂTIRATIN İZİNDE SİYÂSÎ TÂRİH:

Sultan İkinci Abdülhamid Han Dönemi, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın Husûsî Hayatı, Bir Mizaç Özelliği: Vehim, Hafiye ve Jurnal, Toplumda Hafiye ve Jurnal Korkusu, Jurnallerin Sonucu: Sorgu-Hapis-Sürgün, Hafiye Gölgesinde Eğitim, İkinci Meşrutiyet’in İlânı İçin Yapılan Gizli Faaliyetler, İkinci Meşrutiyet Dönemi, Meşrutiyet’in İlânı, 31 Mart Vakası, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı, Siyâsî ve Askerî Yönü, Yaralı ve Hasta Askerler – Rumelili Aileler, Bâbıâli Baskını, Mahmut Şevket Paşa Suikastı. Birinci Dünya Savaşı, Savaşa Katılma Süreci, Cephelerdeki Mücâdele, Çanakkale Cephesi, Kafkas Cephesi, Sina-Filistin Cephesi, Irak Cephesi, Savaşın Ekonomik Cephesi, Mütareke Dönemi ve Millî Mücâdele, İşgal Yıllarında İstanbul, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a Çıkışı, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı Millî Mücâdele İçin Çalışan Gizli Teşkilâtlar, İzmir’in Kurtuluşu, Millî Mücâdele ve Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Ankara, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ve İnkılâplar, Atatürk’ün Mizacı, Atatürk’ün Sofrası, İnkılap Hâtıraları, Cumhuriyet’in İlânı, Şapka İnkılabı, Harf İnkılabı, Târih Çalışmaları, Dil Çalışmaları, Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası.

İKİNCİ BOLUM / HÂTIRAT VE EDEBİYAT:

Edebî Dönemler ve Topluluklar, Edebiyat-ı Cedide Topluluğu, Fecr-i Atî Encümeni, Millî Edebiyat Hareketi, Nâyîler Hareketi, Yedi Meşale Hareketi, Garip Hareketi, Edebiyat ve Sansür, İkinci Abdülhâmid Han Dönemi,  İkinci Meşrutiyet Dönemi, Mütâreke Dönemi, Atatürk Dönemi, İsmet İnönü Dönemi,  Ediplerin Kavga ve Dostlukları, Polemikler ve Tartışmalar, Dostluklar, Kırılgan ve Öfkeli Kişilikler, Evler, Salon Toplantılar, ı Kıraathâneler-Kahvehâneler, Lokantalar-Meyhâneler-Pastahâneler – Oteller,  İdârî Merkezler, Sanatkârların Hâtıralarına Yansıyan  Edebî Eserleri, Edebî Eserlerin Yazılış Hikâyesi, Edebî Eserleri Tanıtma ve Açıklama Gayreti, Edebî Eserlerin Yazılış Süreci.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM / HÂTIRATA YANSIYAN SOSYAL HAYAT

Eğlence Hayatı, Ramazan Eğlenceleri, Bayramlar, Sünnet Düğünleri, Evlilik Merâsimleri,  Hıdırellez,  Çilehâne Bayramı (Ot Toplama Merâsimi), Hamamlar, Saray Etrafında Merâsimler, Tenezzüh ve Eğlence Yerleri, Tepebaşı Bahçesi, Taksim Bahçesi, Göksu Deresi, Kâğıthane Tepesi,  Boğaziçi Âlemleri, Alemdağı ve Kayışdağı Piknikleri, Diğer Eğlence Yerleri, Okul ve Eğitim, Merâsimler, Öğrenci Gözüyle Eğitime Yönelik Eleştiriler, Aile Hayatı, Ev Düzeni, Akşam Sohbetleri, Misâfirlikler, Kadının Toplumdaki Yeri, Osmanlı Devleti’nde Türk Kimliği, Ulaşım Araçları.

Eserin son üç bölümü; SONUÇ, KAYNAKLAR ve DİZİN başlıkları altında 523-591. Sayfalarda yer alıyor.

Kitap, 1930 yılından önce yaşanmış ve fakat 1930 yılından itibâren yayın organlarında yer almış hâdiseleri de kapsadığı için çok geniş bir zaman dilimini hâtıralarda canlandırıyor.

Akıllı telefonsuz bir hayatın yaşanabilmiş olmasını havsalalarına sığdıramayan gençler kadar, ‘nerede o eski bayramlar’ diye geçmişi tahassürle anan ve hatta arayan, yaşlanmış olsun veya olmasın bütün yaş alanların, kâh haz duyarak, kâh göz pınarlarındaki ıslaklıkları silerek okuyacakları bir kitap. 

*** 

‘Kaynaklar’ bölümünün tahlilinden anlaşıldığına göre eserin yazarı İbrâhim Özen, 199’u kitap tez ve bildiri, 484’ü gazete ve dergi gibi süreli yayın, 51’ ansiklopedi ve sözlük türünde yer alan 734 adet kaynaktan faydalanmıştır. 

Dr. Öğr. Üyesi İBRÂHİM ÖZEN: 1987 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğretimi burada tamamladı. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 2009 yılında mezun oldu. Aynı üniversitenin çatısı altında 2011 yılında ‘Edebiyat Târihlerinin Yeni Türk Edebiyatına Yaklaşımı’ başlıklı teziyle yüksek lisans; 2016 yılında ‘Hâtıratlarda Siyâsî, Sosyal ve Kültürel Hayat [1930-1950]’ başlıklı teziyle doktora eğitimini tamamladı. Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın ‘Eski Şeyler’ adlı hikâye kitabını günümüz Türkçesine aktardı. Mahmut Yesari’nin gazete ve dergi sayfalarında kalan hâtıralarını ‘Bâbıâli’den Son Selâm’ başlığıyla kitaplaştırdı. Peşi sıra Burhanettin Tepsi’nin ‘Bir Aktörün Hâtıraları-Silvain’in Şakird-i Marifeti’, Suphi Nuri İleri’nin ‘Gazetecilik Hâtıralarım’, Aziz Samih İlter’in ‘Trablusgarp Harbi’nin Gizli Cephesi’, Naşit Özcan’ın ‘Komik-i Şehir Naşit Efendi’ ve Hüseyin Suat Yalçın’ın ‘Hem Hatırlar Hem Gülerim’ isimli hâtıralarını yayımladı. 1940’ların züppelik modası olan bobstillerle ilgili ‘Kısa Pantol Bol Caket Bobstile Maşallah’ adlı araştırma inceleme kitabını yazdı. Hâtırat, biyografi, günlük ve gezi yazısı gibi otobiyografik türler, Cumhuriyet dönemi süreli yayınları, modern Türk romanı ve hikâyesi çalışma alanları arasındadır. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı alanında doktor öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 

TÜRKÇEMİZ

Dil, insan kalabalıklarını millet hâline getiren unsurların başında gelir. Dil, fertler arasındaki anlaşmayı sağlayan, millî birliğin esâsını ve özünü teşkil eden bir araçtır. Toplumlar, millet olmayı bir dile sâhip olmakla elde eder ve millî varlıklarını da kendi dilleriyle koruyabilirler. Dilini geliştirip zenginleştiremeyen, yabancı dillerin istilâlarından koruyamayan milletler, ne millî bir kültür oluşturabilir, ne de oluşmuş kültürlerini koruyabilirler. Yozlaşma ve yabancılaşma dille sınırlı kalmayarak, zamanla bütün değerlerin yok olmasına ve millî birliğin telâfisi imkânsız zararlar görmesine sebep olur. Dili yozlaşan, yabancı dillere karşı; gerek toplum hayatında, gerekse öğretim ve eğitimde geri plânda kalan bir milletin geleceği, ciddî şekilde tehlikeye düşer.

Bugün dilimiz iyi konuşulup yazılamamaktadır. Türkçemiz her geçen gün biraz daha bozulmakta ve cümle bozukluklarına hemen herkesin konuşmasında rastlanmaktadır. Dilimize karşı kayıtsızlık ve özenti, maalesef iş adamlarımızı ve esnafımızı da etkilediğinden üretilen mal ve ürünlerin isimlerinde, ticârî unvan ve adlarda yabancılaşma süratle artmaktadır. Şehirlerimizin cadde ve meydanlarında dolaşıldığı zaman, mağaza ve işletmelerin isimlerinde nasıl bir dil kirliliği yaşadığımız rahatlıkla görülebilmektedir.

Bilerek veya bilmeyerek günlük konuşmalarımızda; ‘uyum’ yerine ‘adapte’, ‘çaba’ yerine ‘efor’, ‘büyük’ yerine ‘makro’, ‘küçük’ yerine ‘mikro’, ‘torba’ yerine ‘poşet’… gibi pek çok kelimenin Türkçesi yerine, yabancı dillerdeki karşılıklarını kullanır hâle geldik. Aynca ‘Rumeli’ yerine ‘Roumelie’, ‘Durak’ yerine ‘DoRock’, ‘Paşa’ yerine ‘Pasha’, ‘Efendi’ yerine ‘Efendy’ ‘dönerci’ yerine ‘dönerchi’ ve ‘Ahmet’in’ yerine Ahmet’s’ gibi Türkçe veya Türkçeleşmiş kelimeleri yabancı dil kurallarına göre yazarak kullanmak sıradan hâle geldi. Millî Eğitim yerine, milsizi olurmuş gibi ‘Milli Eğitim’ gibi… daha da kötüsü; ‘evet’in yerini ‘yes’ler, ‘okey’ler aldı, vedâlaşmalarımız ‘bye bye’larla yapılır oldu.

Dilimizle ilgili sıkıntılardan bir diğeri de, kavramlar ve terimler üzerinde anlayış birliğinin sağlanamayışıdır. Bu durum dilde kavram kargaşasına sebep olduğu gibi, millî birliğimize de zarar verecek boyutta kamplaşma ve krizlere sebep olmaktadır. Üzerinde hemen hemen hiç anlaşmaya varılamayan, herkesin işine geldiği gibi anladığı ve anlatmak istediği milliyetçilik, ilericilik ve gericilik gibi kavramlar bunun örnekleridir.

Gençlerimizin çoğu kelime ve deyimleri yerli yerinde kullanamıyor, özellikle de içinde uzun ses bulunan kelimeleri doğru söyleyemiyor. Kelime hâzineleri son derece kıt; birkaç yüz kelimeyle günlük konuşmaları idâre ediyorlar. Gençlerimiz Türk dilinin güzellik ve zenginliğinden; kendi dilinde düşünebilme zevk, gurur ve bağımsızlığından maalesef mahrum durumdadır. Yeni yetişen nesillerin, ana diliyle yazılmış romanları, hikâyeleri, şiirleri anlayamadan yetişmeleri; târihlerinden, kültürlerinden ve dolayısıyla medeniyetlerinden habersiz olmalarına ve bu değerlerden kopmalarına, hattâ düşman olmalarına sebep olmaktadır.

Bütün bu aksama sebeplerinin başında, dilimizin iyi öğretilememesi ve dil şuurunun geliştirilememesi gelmektedir. Dil eğitimi, ilk ve orta öğretimin en önemli hedeflerinden biri olmasına rağmen, yeni yetişen nesillere, dilimizin doğru dürüst telaffuz edilip konuşulması ve yazılması okullarda öğretilememektedir. Diğer bir sebep, okullarda ve üniversitelerde eğitim dilinin yabancı dille yapılmasıdır, ilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, basın ve yayın kuruluşlarının kullandığı doğru olmayan dil, ticârî hayatın getirdiği yabancılaşma, bilgisayar ve internet kullanımı, dilimizde bozulmalara yol açan sebepler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Güzel bir Türkçenin yeni nesillere aktarılarak varlığını koruyarak devam ettirebilmesi için, kişiler ve toplum olarak, titiz ve dikkatli olmamız gerekmektedir. Bu konuda hepimiz dil şuuruna sâhip olmak ve şuurlu hareket etmek ve şuurlu insanlar yetiştirmek mecbûriyetindeyiz. Dilimizin bozulmasını önlemek ve yabancılaşmanın önüne geçmek için Türkçenin doğru kullanımıyla ilgili dikkatin oluşturulmasına, öncelikle aileden başlanmalıdır. Çünkü çocuklarımız Türkçeyi önce ailelerinden öğrenmektedir. Okul öncesi eğitimden başlayarak yükseköğretime kadar eğitimle ilgili gerekli tedbirler alınmalı ve gereken düzenlemeler yapılmalıdır. Bu çerçevede dil eğitimi ciddî olarak gözden geçirilmeli ve öğrencilerimize dil şuuru verilmelidir.

En doğru eğitim, ülkenin kendi diliyle yapılan eğitimdir. Dil uzmanlarına göre insan en iyi biçimde kendi dilinde düşünebildiği gibi, verimliliğini ve üretkenliğini de kendi dilinde gösterir. Türk dilinin bozulma ve yabancılaşmasının önemli sebeplerinden birisi olan yabancı dille eğitime son verilmelidir. Ayrıca, üniversitelerimizde Türkçenin eğitim dili olması ve bütün tezlerin Türkçe yazılmasının sağlanması, Türkçenin ilim dili olarak gelişmesinin önündeki engelleri kaldıracaktır.

Dilin bozulma alanlarından biri de, göze doğrudan hitap eden tabelâ kirliliğidir. Bu konuda en önemli görev, mahallî yöneticilere düşmektedir. Belediyelerimiz bu konuda yetkilidir. Birçok belediye, meclis kararıyla tabelâlardaki dil kirliliğini asgariye indirebilmiştir. Belediye başkanları, bu konuda önemli mesâfeler kaydedebilir.

Radyo, televizyon ve yazılı basında kullanılan dil de, menfî ve müspet etkiler taşımaktadır. Bu sebeplerle sunucu, spiker ve metin yazarlarının mutlaka dil eğitiminden geçmesi sağlanmalıdır.

Maalesef dil kirliliği, resmî kurulularımızda da vardır. Atatürk 1 Kasım 1932 târihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış töreninde yaptığı konuşmada: ‘Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğe kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, alâkalı olmasını isteriz.’ diyerek, devlet teşkilâtının dikkatini çekmiştir. Bu tâlimat doğrultusunda resmî kurumların dilimize gereken önemi vermesi sağlanmalı; bütün kurumlanımız, kendilerini dil denetiminden geçirmelidir.

Her şeyden önce millî bir dil politikası oluşturulmalıdır. Türk dilinin korunması ve geliştirilmesi maksadıyla çalışmalar yapmakla mükellef olan Türk Dil Kurumu’nun kuruluş kanunu bile yoktur. Kurumun kuruluş gayesine uygun, tartışmalardan uzak, Türk dilinin bütün problemlerini çözecek nitelikte yapılandırılması, çok büyük önem arz etmektedir.

Kötüye gidiş, dilimizin gücünü bilmemekten ve millî şuurumuzun dille olan bağının giderek zayıflamasından kaynaklanmaktadır. Ortada kimsenin üstlenmediği fakat aslında herkesin içinde olduğu bir ihmal vardır. Türkçeye hak ettiği titizliği göstermek, Türk milletinin her ferdinin vazifesidir. Bu konuda, aydınlara ve öncülere çok daha büyük sorumluluklar düşmektedir. Toplumları etkileme gücünü elinde bulunduran herkes, tesir edebileceği herkesi güzel ve doğru Türkçe ile konuşmaya ve yazmaya yönlendirmeli, hattâ mecbur etmelidir.

Dilimizi, Türkçemizi kaybettiğimizde; artık candan aziz vatanımız da dâhil olmak üzere, kaybedecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir.

Oğuz Çetinoğlu: Ses Bayrağımız Türkçe. Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2020.

Önceki İçerikPahalılığa Sebep Arayan Allah’a Şirk Koşar
Sonraki İçerikCemaat / Siyaset İlişkisi
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.