Tokat Edebiyat Derneği başkanı, Okul müdürü, Öğretmen, Şair, Yazar, Dergici olan Sayın Mustafa Uçurum.
Okuduğum köşe yazılarından tanıdığım Sayın Mustafa Uçurum’un işaret ettiği yol dergilere, kitaplara, şairlere, şiirlere ulaşmam hiç zor olmadı. Bu anlamda şaire teşekkür ederim yoluma rehber olduğu için.
“Annem bir yağmur gibi yetişir, duaları sıkı
Bilir, bir oğul nasıl kalkar ayağa, bir ırmak nasıl yol değiştirir
Bu benim dilimin tutulması gibi
Camın kırılması, yazdan geçilmesi
Herkesin üşümesi gibi bir şey…”
Şiir, şairin düz yazılarında bile kendini belli eden duygu dili var…
Şair Mustafa Uçurum’un ilk şiir kitabı
“Tenhalayın Kalbimi” kitabında kalabalıklardan kaçan, bir ırmak suskunluğunda şiirlere kaçan şair var…
”Kaybolduğum gecelerde…
Felekten değil
Gecelerden şiir çaldım”
Hemen arkasından ekliyor…”şimdi çok kalabalığım, Tenhalayın kalbimi”
Yazarın ikinci kitabı bir deneme ”Esmeliğime Bakma” Gitmeyi en çok trenlere yakıştıran şair. Kitapta sırtını şiirlere yaslamış. Her nesir bir şiir gibiydi.
“Kimse benzetmesin kendine beni.
Ben kırsal bir mekânda, denize uzak, içine doğru yürüyen biriyim. Ve BAKMAYIN ESMERLIĞİME, içim buz dağı benim ” diyordu.
“Konuştukça Memleket”
O’na, buna, kendine dokundukça bir ah.
Ve ekliyor.
“Bu poz güzel, dünya için ölümlü bir gülümseyiş.
Haberim yokmuş gibi çek.
Kimse anlamasın ne kadar yenildiğimi.
Şimdi susmaktan daha fazlasıyım”
Şair, Baba olmayı önemser. Çocukların ihmal edilmemesi gerekliliğine hep vurgu yapar.
“Deneme Çekimi” kitabında bunu şöyle tanımlıyor.
“Tadı kalmadı dünyanın, bu kesin. Mutlu olmayı bile beceremeden büyüyor çocuklar. Bir uçurtmanın ipine sımsıkı sarılmadan, gökyüzüne bakarak düşler kuramadan, misketlerin şıkırtısını duyamadan, toza, kuma belenmeden plastik ve dijital bir fanus içinde birden büyüyor çocuklar “Eğitimci bir baba olan şair. Günübirlik telaşlar, bunaltan mesai saatleri, aklımızı başımızdan alan krizler. Biz boğulurken bunların altında. Cezayı çocuklarımız ödemesin. “Düşlerinizi rüzgârlar yırtmadan salıverin uçurtmalarınızı gökyüzüne” diyor.
“Şehirde Yeni Bir Rüzgâr” isimli deneme kitabında. Direncini kuşanmış onurlu bir şair edasıyla yeniden dönüş diyor.
“Ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri. Şehirde gök gürültüsü gibi bir çığlık, eyyy…Filistin kalbimiz ol diyerek haykırıyor…
“Dünya Telaşı” şiir kitabı, şairin kalbinin telaşı.
“Dünya yer değiştiriyorsa çocuklar annesiz, coğrafya kurak”
Bir anlamı yok çiçekler ölülere örtü oluyorsa”
Dünya gençleşecek güneş gözlerini kamaştırdıkça. Üç günlük her şey, gövdemizin yere düşmesi kalkması üç gün.
Karanlık kalmasın hiç bir köşede diye dünya telaşı işte…
Telaşe içindeki dünyadan şiirle çırpına çırpına, çarpına, çarpına dirilişe yürümek.
Ve son kitap…
“Uçurumda Bir Gömü“
Az sözle çok şey anlatan kısa öyküler.
Her şeyin bir çizgisi olduğunu işaret ederken. Bir yüz çizgisinden insanı tanımlıyor.”Emrrolunduğu gibi dosdoğru ol. Doğru olanın işi de düz gider.
Bir başka öykü: “Anarşist domatesler” de. Bir çocuğun hayalinde büyüyünce asker olmak düşü varken, dedesinin bahçedeki sert domateslere bunlar anarşist domates dediği için dedesinin askerler tarafından götürülmesine içerleyen, asker olmaktan vazgeçen çocuk gözünde eylül postallarının izi vardı.
Deniz Feneri çocukları, misketler Namaz vakitleri. Memleketi Tokat. Gıj Gıj baba türbesi. Horasanlı dervişin şehrin en yüksek tepesinden şairler yurduna bakarken. Şairin yenilen şehirler tanımı kentsel yenişim oluyor.
Kâh Köroğlu, kâh Battal gazi olup bir at üstünde savaş meydanlarına koşuyor. Kendini modern zamanlardan kurtarmak için, ne kadar uzak varsa aşıyor.
Yoksul bir çocuğun okul korosuna seçilip, giyeceği kıyafeti bulamayışı ve komşudan ödünç bulunan kıyafet ve kırmızı papyona koro boyunca elinin hep papyonda olması. Yoksulluğun ve emanet kıyafetin acı izlerini taşıyor.
“İnsan yalnızlığı ile en çok susarak anlaşır” diyor şair. Uçurumda bir gömü şairin kalemle kalbini kazıyıp bulduğu bir hazine aslında.
Öyküler, türkülerden, şiirden, şairlerden, şehirlerden, yollardan, yıllardan, eylül öncesinden, postallı eylülden, Konya dan, Mevlana dan, Tokat dan, arayıştan, Kudüs, Saik Faik’ten, Neyzen Tevfik, Özdemir Asaf, Melih Cevdet Anday, göçten, gurbetten, yoldan, yolcudan, hüzzamdan, aklıevvel kırık Ahmet’ten bahsediyor.
Her şeyin bir sesi var, diyerek. Gitmeyi de en çok trenlere yakıştırıyor.
Yazıyı şairden bir şiirle taçlandırarak bitirelim.
Hiç Kimsem Olur musun?
Hiç kimse anlamıyor beni
Diyene kadar döner durur dünya
Hiç kimsem yok diyene kadar
Devaran eder evren
Bazen hiç kimsesi olmaz insanın
Kalabalıklar arasında öylece kalakalır
Bir yıldız kayar
Bir gazel düşer dile
Bir ses düşer insanın içine
Hiç kimsen yok
Hiç kimsem olur musun diyene kadar
Sürer gider yol…