Prof. Dr. Ali Erbaş çok eleştirilen bir Diyanet İşleri Başkanı. Ancak Başkan olarak Ak Parti iktidarının uyguladığı politikaların en önemli ayaklarından birini oluşturduğu için koltuğunda çok rahat oturmakta.
Ali Erbaş’a yönelik eleştirilerin temelinde O’nun Diyanet teşkilatını, Cami ve Kur’an kurslarını siyasileştirmesi, Atatürk’e ve Cumhuriyetimizin kurucu büyüklerine saygısızlığı gibi sebepler var.
Milli bayramlarda ve İstanbul, İzmir gibi şehirlerimizin kurtuluş günlerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün adını dahi anmayan hutbeler okutturması Milliyetçi ve Atatürkçü kesimlerin öfkesine yol açıyor.
Erbaş’ın, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olduğu bilinen, “Keşke Yunan galip gelseydi” sözlerini söyleyen fesli Kadir Mısıroğlu’nu (cübbesini de giyerek) ziyaret etmesi unutulmuyor.
Milliyetçi ve Atatürkçüler “dinci” muktedirleri ve bunların “baş tacı olan Ali Erbaş’ı” milyonlarca insanımızı dinden soğutmak, ateizm ve deizme kaymalarına sebep olmakla suçluyor.
Atatürk’ün kurduğu, Rifat Börekçi, Ahmet Hamdi Akseki, Ömer Nasuhi Bilmen gibi bilginlerin Başkanlık yaptığı bir kurumun başındaki kişinin bu eleştirilere muhatap olması çok üzücü.
****
Ekonomik krizin alt gelir gruplarını ezdiği bu dönemde, “fakirlerin cennete önce gireceği, açlığa ve yokluğa sabretmek gerektiğine” dair hutbe ve vaazlar hükümetin politikalarına destek mahiyetinde görülüyor.
Son Cuma hutbesinde bile kiralardaki önlenemez yükselişi, kiracılarla mülk sahipleri arasındaki uyuşmazlıkların artmasını, kötü yönetim yerine, kiraya verenlerin merhametsizliği, kiracıların insafsızlığı ile açıklamak da öyle.
****
Bakın Cuma hutbesindeki şu cümleye ben de imza atıyorum:
“Alışverişte helal haram hassasiyeti her geçen gün azalıyor. Doğruluk ve dürüstlük gibi erdemler giderek zayıflıyor. Daha çok kazanma hırsıyla ahlaki değerler ve hukuki ilkeler göz ardı ediliyor. Aşırı tüketim, lüks ve israf günden güne artıyor.”
Ama “helal haram hassasiyetinin azaldığı” alan sadece alışveriş mi? Seçim kazanmak için devlet imkanlarının, mitinglerde montaj kasetlerin kullanılması, bilerek yalan söylenmesi helal midir?
Yargının siyaseti tanzim için kullanılması, liyakatsiz insanların sorumlu mevkilere getirilmesi, sözde mülakatlarla ehliyetli olanın yerine partizanların atanması doğruluk ve dürüstlükle bağdaşır mı?
Bu dine aykırı eylemleri, “İtibardan tasarruf olmaz” anlayışındaki makam sahiplerinin (D.İ.Başkanı dahil) lüks ve israf içinde yaşamasını eleştiren hutbeleri neden duymuyoruz?
Bu türlü konularda Diyanet İşleri Başkanını eleştirenler iktidar yandaşları tarafından “din ve diyanetle uğraşan dinsizler” olarak tanımlanmakta.
Bu tür yaftalamalara benim gibi “dindar” olanlar dahi maruz kalıyor.
Çünkü dindarların “dincilerle” temel konularda bile ciddi farkları var.
****************************
Ali Erbaş Hakkında FETÖ ve PKK’ya Destek Suçlaması
Ali Erbaş’a yukarıdaki eleştirilerden daha büyüklerini önemli bir AKP’li yaptı. O’na da “din ve diyanetle uğraşan dinsiz” sıfatıyla saldırılacaklar mı diye merak ettim.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ve bazı kurum çalışanlarının “FETÖ ile irtibat/ iltisaklarını” sorgulayan, ayrıca PKK’ya destek veren şirketlere fahiş ödemeler yapıldığını öne süren kişi AKP’li Metin Külünk.
Metin Külünk sıradan biri değil.AKP’nin kurucusu ve MKYK üyesi. Suçlayan da suçlanan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın kişiler.
Metin Külünk çıkışının ve Ali Erbaş Külünk hakkında suç duyurusunda bulunması öncesinde Erdoğan’a bilgi verdiler mi bilemem. Ama her ikisinin de Erdoğan’ın tepkisinin ne olacağını hesap ettiğinden eminim.
Müyesser Yıldız’ın verdiği bilgiye göre; Metin Külünk’ün Ankara C. Başsavcılığında “kamu görevlisine hakaret” suçlamasıyla ifadesi alınmış. Metin Külünk bu ifadesinde yeni iddialarda da bulunmuş, 60 delil ve oldukça kalabalık bir tanık listesi sunmuş. Savcı’dan, tüm bu iddiaların araştırılıp Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hakkında “örgüt üyeliğinden” soruşturma açılmasını istemiş.
****
Erbaş’ın Diyanet İşleri Başkanı olduğu gün (17 Eylül 2017’de) Barış Terkoğlu “Diyanet İşleri Başkanı’nın Adil Öksüz bağlantısı dudak uçuklatacak” başlıklı yazısında ilginç bilgiler vermişti:
“Erbaş FETÖ’nün en önemli platformlarından biri olan KADİP/Kültürlerarası Diyalog Platformunun yönetim kurulu üyesiydi. FETÖ’nün Abant Toplantıları’nın müdavimleri arasındaydı. Erbaş FETÖ’nün kapatılan Kimse Yok Mu Derneği’nin etkinliklerinde vitrine çıkıyor, onlar için ‘gönül erleri’ diyordu.”
Zaten sosyal medyada Ali Erbaş’ın “2013’te fetöcülerle Vatikan’da dinler arası diyalog panelinde” olduğunu gösteren resimlere rastlanıyor.
Şimdi Barış Terkoğlu’nun, Ali Erbaş’ın Adil Öksüz ile bağlantısına dair verdiği bilgileri özetleyelim:
15 Temmuz darbesinin merkezi Akıncı Üssü’ydü. Akıncı Üssü’nde FETÖ’nün beyni ise Adil Öksüz’dü. Gece yakalanan ve sorgulanan Adil Öksüz nasılsa serbest bırakılmış ve bir daha bulunamamıştı.
Adil Öksüz Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Yardımcı Doçent’ti. Öksüz’ün doktora tezi danışmanı dekan Suat Yıldırım (kırmızı kategoride aranan FETÖ firari sanığı) idi. Bu tezi kabul ederek Öksüz’ü “doktor” yapan jüride iki isim dikkat çekiyordu: Biri darbeden sonra tutuklanan Prof. Dr. Davut Aydüz’dü. Diğeri ise Prof. Dr. Ali Erbaş’tı.
15 Temmuz 2016 darbesinin mimarlarından Adil Öksüz’ü “doktor” yapan jüri üyesi ve çalışma arkadaşı Ali Erbaş 17 Eylül 2017’de Diyanet İşleri Başkanı oldu.
Barış Terkoğlu muhalif bir gazeteci ve açık kaynaklardan herkesin bildiği bilgileri derleyerek Ali Erbaş hakkında bir irtibat, iltisak ve hatta örgüt üyeliği imasında bulunmuştu.
Bu tür iddialar için iktidar bir milat belirlemişti ve bu tarihten sonra iktidarın yanında yer alanlar FETÖ yargılamalarından ya muaf tutulmuş veya beraat ettirilmişti.
Oysaki Metin Külünk’ün iddiaları Ali Erbaş’ın örgüt üyeliği yönünde. Savcılığa milat kabul edilen tarihten sonraya dairdeliller ve şahitler gösterdiği anlaşılıyor.
İddiaların ne kadar hukuki ne kadar siyasi olduğunu ve gerçek amacını henüz bilmiyoruz. Buna rağmen ben bu soruşturmalardan bir şey çıkacağını düşünmüyorum.