-İnsan bir ama, yaptıkları sayısız. Her yaptığı onu gösteriyor.
– Yaratılanlar sayısız ama, her yaratılan Yaratanı gösteriyor.
-Güneş bir ama, tecellileri sayısız.
-Ağaç bir ama, yemişleri sayısız. Hepsi ağacı gösteriyor.
-”Samanyolu bir beyin hücresinin aynıdır.”
-Güneş’in akis ve yansımaları Güneş’ten ama, hiçbiri Güneş değil.
-Hepimiz ve her şey Allah’tan ama, hiçbirimiz ve hiçbir şey Allah değil.
-Her şey O’ndan, fakat O değil.
-Kitap, aklın ilâcıdır. (Mevlânâ)
-İnsan, etrafındaki ölümleri görür, lâkin ölüm;
Kendisine hiç uğramıyacakmış gibi, rahat hisseder kendini!
İşte bu his, insanın kendisini dünyada,
Daimî görme ve sanma duygu ve yanılgısıdır.
Yoksa hayattan hiç lezzet ve tad alamıyacaktı.
-İnsan, Kâinat ve Allah üçlüsünde yoğunlaşmak gerek.
Çünkü Allah, kâinatı insan için, insanı ise kendisi için yaratmıştır.
-Her bitkiye, her mâşuka bir böcek / bir âşık yaratıyor Allah.
Mide için arz sofrasını seren Allah; cemale / güzelliğe hayran ve meftûn olan göz midesi için de,
Tabiat tablosunu gözler önüne sermiştir.
-”Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” hükmü her yerde ve her şeyde geçerli be kardeş!
-Bir mânâyı çeşitli kelimelerle ifade edebiliriz.
Demek ki, kelimeler; mânâların giydiği ve giydirildiği libaslar hükmündedir.
Libas değişmekle mânâ değişmez.
Fakat her libas, giyene yakışmadığı gibi, her mânâ da, her kelimeden memnun olmaz.
Kimi tam uyar, kimi de ya kısa ya uzun ya dar veya bol gelebilir.
Bu bakımdan, tercümeler mânâya tam libas olamıyor, mânâ ve anlamı liyakatle taşıyamıyor.
-Âyet, “Deveye bakın!” diyor. Zira, bazı toplulukların her şeyleri deveden karşılanıyor.
Etini yemeleri, üstüne binmeleri, tüyü, derisi ve hattâ kemikleri.
Keza yıldızlara da bakmamız isteniyor. Çünkü bakıyoruz ama görmüyoruz!
Basarımız / gözümüz görüyor, ya basiretimiz / mânâ ve kalp gözümüz?
Güneş doğuyor, sanki çok basit bir olay.
Oysa arkasında nasıl bir kuvvet, basiret, irade var hiç düşünmüyoruz.
-Vicdan hadsen / vicdanen hakikati sezdirir.
İnsan vicdanen yaratılışına konan müspet potansiyel ile doğruyu bilir.
Güzellikten anlar, çirkinliği tanır.
Çünkü vicdan; hakkı ve doğruya işaret eden, içimizdeki İlâhî uyarıcıdır.
-”Öfke, câhilin sopasıdır.”
-İnsan fıtraten (yaratılışı itibariyle) mükerrem (şerefli, saygıdeğer) olduğundan, hakkı arıyor.
Bazen bâtıl (doğru ve hak olmayan, boş ve yanlış şeyler) eline gelir;
Hak zannederek koynunda saklar.
Hakikati kazarken, ihtiyârsız (istemeden),
Dalâlet (yanlış ve doğru olmayan bakış ve anlayışlar) başına düşer;
Hakikat (gerçek) zannederek kafasına giydiriyor. (Muhakemat)
-Bâtıl (doğru ve hak olmayan) şeyleri iyice tasvir (geniş şekilde etraflıca ortaya koyuş),
Safî zihinleri idlâl (yanlışa düşürmek)dir. (İşârât)
Hıristiyanlığın malı olmayan mehasini medeniyeti (medeniyetin güzelliklerini) ona mal etmek
Ve İslâmiyet’in düşmanı olan tedenniyi (gerilemeyi) ona dost göstermek,
Feleğin (talih, baht ve kaderin) ters dönmesine delildir. (Sünuhat)