13.8 C
Kocaeli
Perşembe, Ekim 9, 2025
Ana SayfaGüncelSiyaset ve Suç Örgütleri

Siyaset ve Suç Örgütleri

İstanbul’un orta yerinde, bir avukat suikasta uğradı. Bu, basit bir cinayet değil. Çünkü olayın failleri, azmettirenleri ve maktulün kişiliği sosyal, siyasi ve hukuki boyutlarını karmaşıklaştırıyor.

Suç örgütlerinin pervasızlığını ve devletin caydırıcılığının kaybolduğunu bir kere daha gördük. Bu olayda kurşunlar bir kişiyi değil, hukuka olan güveni de vurdu.

Daha da kötüsü bu olayla, bir kere daha, suçun “yasadışı” olmaktan çıkıp meşrulaşan bir güç ilişkisine dönüştüğü kanaatine sürükleniyoruz.

Serdar Öktem cinayeti bu yapının yalnızca dışa sızan bir parçası.

Bu tür olaylarda, tetiği çeken ellerden, o tetiği çekmeye cesaret verenler daha önemlidir. Belli ki tetikçiler yeni nesil suç örgütlerinden birine mensup çocuk ve genç suç makineleri. Fakat -Sinan Ateş cinayetinde olduğu gibi- azmettirenler belli değil.

Bazı yorumcular “bu iktidar döneminde azmettiricilere ulaşılmasının mümkün görünmediğini” söylüyor. Suçluların korunduğu izlenimi kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bir sürecin sonucudur bu.

Türkiye, uzun süredir hukuk devleti olmaktan çok “güç devleti” anlayışıyla yönetiliyor.

Gücü elinde tutanlar için kurallar esnetildi; yasa dışı ile yasa içi arasındaki çizgi bulanıklaştı. Gazetecilere, muhalif siyasetçilere saldırı ve suikast teşebbüsünde bulunanlardan hiç ceza alan olmadı.

Çünkü yargı siyasete bağımlı hale geldi. Ardından siyaset sermayeyle iç içe oldu.

Son halka olarak da suç ekonomisi meşrulaştı.

Yıllardır siyasetin, sermayenin ve medyanın iç içe geçtiği bu sistem, artık suç örgütlerini değil, suçla yönetilen bir düzeni konuşur hale getirdi.

Bugün mesele mafyanın varlığı değil; onun neden bu kadar rahat yaşadığı, neden bu kadar korunabildiği.

Çünkü hukuk çekildiğinde boşluğunu korku, suskunluk ve gayrimeşru çıkar ağları dolduruyor.

Türkiye’de artık mafya denilince akla sadece karanlık sokaklarda tabanca taşıyan kabadayılar gelmiyor. Yeni mafya kravat takıyor, kamu ihalelerine giriyor, televizyon ekranlarında yorum yapıyor, kimi zaman da siyaset kürsülerinde boy gösteriyor.

****

Toplumda artık güç odaklarına yakınlığı bilinen kişi ya da grupların işledikleri suçların cezasız kalacağına dair yaygın bir kanaat var.

Bu kanaati güçlendiren örnekler hafızalarda tazeliğini koruyor.

“Hesap sorulmaz” inancı, sadece adalete olan güveni değil, suç işleme eşiğini de düşürdü.

Böylece hukuksuzluk bir yönetim tarzı haline geldi.

Bir zamanlar mafyatik yapılar devletin gölgesinde var olmaya çalışırdı. Yasalar etkisiz kaldıkça güç ilişkileri derinleşiyor; yasadışılık sistemin dışına değil, içine yerleşiyor.

************************************

MHP ve Ülkü Ocakları’nda Derin Sessizlik

Avukat Serdar Öktem’in öldürülmesinin ardından ülkücü camiada derin bir sessizlik hâkim.

Cinayetin, Sinan Ateş suikastıyla ilgisi ve benzer yönleri olduğu konuşuluyor. Sinan Ateş Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmıştı. Serdar Öktem de MHP ve Ülkü Ocaklarında üst düzey görevlerde bulunmuş ve milletvekili adayı olmuş biri. Ama buna rağmen her iki cinayette de MHP ve Ülkü Ocakları yönetiminden neredeyse hiç ses çıkmadı.

Bu sessizlik, yalnızca ihtiyatlı bir tutum gibi görünmüyor. Toplumda, özellikle ülkücü tabanda “bazı şeylerin gizlendiği ve konuşulmasının yasak olduğu” hissini güçlendiriyor.

Kamuoyunda oluşan kanaat şu: MHP yönetimi, bu tür olaylarda kurumsal olarak tartışılmak istemiyor. Ancak bu tercih, partiyi iktidarın gölgesinde görünmez hale getiriyor. Hatta MHP’yi teröristbaşı Öcalan’ın taleplerinin karşılanması gibi kritik dönüşümlerde kullanılan bir aparat olarak gösteriyor.

Oysa ülkücü hareketin tabanında, “adalet” duygusu ve “vatanın birliği ve milletin bekası” fikri güçlüdür.

Kardeşlik ve dava bilinciyle yetişmiş insanlar, kendi çevrelerinden çıkan isimlerin, kendi camiasından insanların katledilmesinden sorumlu olması ihtimalinden bile çok rahatsız.

Sessizlik uzadıkça bu rahatsızlık, yerini kırgınlığa ve iç sorgulamaya bırakıyor.

****

Ülkücü taban, uzun yıllar boyunca “devletin bekası” inancıyla siyasete bağlı kaldı.

Ancak son yıllarda MHP’nin geleneksel politikasına tam zıt yöne savrulması, yaşanan güç ilişkileri, suikastlar ve derin sessizlik bu inancı sarsmaya başladı.

Çünkü insanlar artık yalnızca “kimin vurduğuna, vurulduğuna” değil, “kimin sustuğuna” da bakıyor.

Sinan Ateş ve Serdar Öktem cinayetleri, ülkücü camianın vicdanında travmatik bir etki yarattı.

Her iki olayda da kurbanlar “camiadan biri” idi; buna rağmen kendi camialarından güçlü bir sahiplenme sesi çıkmadı.

Bu durum, “bizim değerlerimiz gerçekten hâlâ geçerli mi?” sorusunu tetikledi.

Genç ülkücülerde bu sorgulama daha belirgin.

Sosyal medyada artık “lider-doktrin-teşkilat” sloganının yerini, “adalet, liyakat, vicdan” arayışı alıyor.

Bu dönüşüm sessiz ama derin: Dışarıdan bakıldığında bir sükûnet var; içeriden bakıldığında ise bir inanç depremi yaşanıyor.

************************************

AKP Kanadı da Sessiz  

Sadece ülkücü çevreler değil, iktidar partisi de bu cinayetler karşısında sessiz.

Ne Cumhurbaşkanlığı’ndan ne de AKP sözcülerinden kamu vicdanını rahatlatacak bir açıklama duyuldu.

Oysa aynı çevreler, kendi tabanlarına yönelen en küçük eleştiride dahi anında sert cevaplar verebiliyor.

Bu seçici sessizlik, “bazı ölümler daha az önemli” tavrı siyasetin adalete bakışını gösteriyor.

İnsanlar artık öldürenlerin ve/veya öldürülenin hangi safta olduğuna bakılarak adalet dağıtıldığına inanıyor.

Bu inanç, devletin eşitlik iddiasını aşındırıyor; “adalet duygusu” yerini “taraftarlık duygusu” alıyor.

İktidar kanadındaki sessizlik toplumsal vicdanı kanatıyor.

Serdar Öktem ve Sinan Ateş cinayetleri, tekil suçlardan ibaret değil.

Bunlar, devletin adalet damarlarının tıkandığı, siyasetin ahlak pusulasını kaybettiği bir dönemin göstergesi.

Bugün Türkiye’de artık mesele “suçluların kim olduğu” değil; suçun neden bu kadar korunur, kollanır ve cezasız kalabildiğidir.

Bu tabloyu değiştirmek ancak toplumsal bir uyanış, korkunun yerini vicdanın almasıyla sağlanabilir.

Adaleti mahkemelerde ve toplumun ortak vicdanında yeniden inşa etmeliyiz.

Türkiye’nin bugün en büyük ihtiyacı, güçlü liderler değil, güçlü kurumlar, cesur hukukçular ve adalete inancını kaybetmemiş insanlardır.

Çünkü, MİLLETİ HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ YAŞATIR. 

Ruhittin sönmez
Ruhittin sönmez
Ruhittin Sönmez 1956 Bucak/ Burdur doğumludur. 1980’den itibaren Kocaeli’de yaşamaktadır. EĞİTİM: İlkokul, orta okul ve lise eğitimlerini Bucak’ta yaptı. 1973’te İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliğinden ve 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İŞ HAYATI: 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuvar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001’de 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 03.03.2010’den itibaren Serbest Avukat 2018’den itibaren Arabulucu Sosyal Faaliyetler: Yaklaşık 16 yıl Türk Sanat Müziği korolarında korist olarak çalıştı. (İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubu) 250 Mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi ve 7 yıl Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Ocak 2023’ten itibaren aynı programı noktaTV’de devam ettirmektedir. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada 2 gün köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.

Seçtiklerimiz

spot_img