– “Mısır ekerseniz, mısır yetişir. Buğday ekerseniz buğday yetişir. (Velhasıl, ne ekerseniz onu biçersiniz. Yani etme bulma dünyası.)
– “Algımızın merkezi, bakış açımız… On kişi bir buluta bakarsa, o bulutun on farklı algısı olacaktır..Algılarımıza dayanarak över, suçlar, kınar, ya da şikayet ederiz.
– “Düşünmek, zihnin dilidir. Doğru düşünme, konuşmamızı berraklaştırır ve faydalı kılar. Düşünme, çoğu zaman eylemle sonuçlandığı için, Doğru Eylem yoluna adım atmak adına Doğru Düşünme gerekir.” (Buda’nın Öğretileri’nden)
– Her bakış ve seyirde, yeni bir şeyin farkına varıyorsak, yeni bir şey görüyoruz demektir. Bu takdirde, aynı yerden her geçişte bıkkınlık değil, ancak manevî bir haz alırız. Çünkü bakış değil, görüş asıldır.
– Ağaç dalları ya koni şeklini veya toparlak bir vaziyet alarak, görünüşlerini tamamlıyorlar. Belli ki, dalların intizamı bozacak bir uzayış almalarına müsaade edilmiyor. Yani kendi başına buyruk değiller.
– İnsan ve hayvanların memeleri, sadece çocuk ve yavruları olduğu zaman, o da bir vakte kadar süt veriyor. Sonra kesiliyor. Halbuki süt verirken ve vermezkenki bedenleri aynı. Demek ki, İlahî bir emir altında fonksiyonlarını icra ediyorlar.
– Metrûk bir evi, kapanmış bir dükkânı, bakımsız bir bahçeyi, bozulmuş bir âleti ve bu gibi şeyleri görünce, insan gayri ihtiyarî üzülüyor. Son buluşlar, eskimeler, ayrılıklar ve yok oluşlar; insana ister istemez hüzün veriyor. İnsan, varlığı hep devam üzre görmek istiyor. Son bulsun istemiyor. Ölüme bile; bir bitiş, bir tükeniş değil, yeni bir doğuşa açılan bir kapı olduğu için katlanıyor. Bu his ve duygu bizden kaynaklanmıyor. Çünkü onun içimize konmuş olduğunu anlıyoruz. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” hükmünden, ebedî kılındığımızın müjdesini alıyoruz. Ne gam be dostlar!
– Bir büyük eserden bahsediyor ve nasıl bulduğunu soruyorsunuz; beğenmediğini söylüyor. Peki okudunuz mu? Diyorsunuz: “Hayır okumadım!” cevabını alıyorsunuz! Güler misiniz ağlar mısınız? Bunu size bırakıyorum.
– İnsan çok tuhaf bir varlık. Her hâli düşündürücü ve ders verici bir mahiyet arzediyor. Meselâ: Yağlı boya bir gül tablosu karşısında, mest oluyor hayranlığını dile getirecek söz bulamıyor!. Ressamını öve öve bitiremiyor! Fakat kıpkırmızı, mis gibi kokan ve rüzgârın dokunmasıyla, âdeta rakseden bir gül dalı karşısında, kılı bile kıpırdamıyor! Lâl oluyor. Ağzını bıçak açmıyor! O lâtif gülü Yaratanı hiç aklına getirmiyor!
– Kitap; bıkmadan usanmadan, üstelik karşılıksız olarak öğreten; yorulmayan bir öğretmen. İstediğin yere seninle gelebilen, istediğin kadar kendisiyle konuşabildiğin, istediğin kadar kendisine soru sorabildiğin, senden rahatsız olmayan tek, samimî ve candan, gerçek bir arkadaş.
– “ ‘Eyne?’ ‘Nerede?’ demektir. Hz. Ali ‘Eyne’llahü?’ (Allah nerededir?) sorusuna şu cevabı vermiştir. ‘Eyne?’ (Nerede?) mekâna âit bir sorudur. Halbuki Allah, ezelden beri varken mekân yoktu.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)
– “Sana şaraptan (içkiden) ve kumar (gibi şans oyunların)dan soruyorlar. De ki: ‘O ikisinde büyük günah (zarar) ve insanlara bazı (keyif almak, hoşça vakit geçirmek, kolay yoldan para kazanmak gibi) birtakım menfaat ve yararlar vardır. Fakat yol açtıkları zarar, sağladıkları faydadan daha fazladır. Onların günahı yararından büyüktür.’ ” (Bakara Sûresi: 219)
Bu âyet-i kerîmede, Yüce Allah’ın ne kadar gerçekçi, ifrat ve tefritlerden, yani aşırı ifadelerden ne derece uzak, inandırıcı bir üslûpla kullarına hitap ettiğine şahit oluyoruz. Hz. Allah; içki ve kumarın nasıl birer büyük günah olduğundan söz ederken, onların bazı fayda ve yararlarından da bahsediyor. Gerçekçi davranıyor.
Çünkü bu cüz’î, küçük ve görünüşteki yanıltıcı faydaları gören ve güya bunlardan faydalanan insanlar için, âyetin bunlardan bahsetmeyişi, o gibilerin Kur’an’a bakışlarında tereddütler doğuracağından, İslâm’dan uzaklaşmalarına da sebep olabilecektir.