İnsanın görevi; beden makinesine yerleştirilen lâtif / güzel, şirin duygular, din ve imanın içerdikleri uzuv / organların gereklerini yerine getirmek ve bunu tek gaye bilmektir. Bunların vücuduna / bedenine, fıtratına / yaratılışına konmasının hikmet ve amacının iki sebebi var:
Biri: Asıl Mün’im / Nimet Verici olan Hz. Allah’ın çeşit çeşit nimetlerini, kuluna hissettirmek. Bu hissedişten hareketle kulun; şükür ve ibadetinden geri kalmamasını hatırlatmak.
Diğeri: Âlem’de tecellî eden / yansıyan, görülen kutsal isimlerini; birer birer kuluna tanıttırmak.
İnsan bunları zevkle tanıyarak; tahkikî bir iman / inanç sahibi olarak, bu iki esas sayesinde; mükemmellik yolunda, ondan istenen gelişmeyi gösterebilmek.
İnsanın hayatı ve sayısız istidat ve kabiliyetlerle donatılmasından beklenen mükemmellik ve görevler ise şunlardır:
Bedenine konan mizan / ölçeklerle yani aklı, idraki ve muhakemesiyle; rahmet hazinelerindeki maddî manevî nimetlerin veriliş hikmetlerini akıl terazisiyle tartmak.
Fıtrat ve yaratılışına yerleştirilen -anahtar hükmünde olan- maddî manevî uzuv ve organlarla; Kutsal İlâhî İsimler’in gizli definelerini açmak.
İnsanın; kardeşleri olan diğer mevcûdat ve varlıkların nazarında; İlâhî İsimler’in garip / şaşırtıcı, parıltılı görünüşlerinin nümune ve örneklerini, hayatıyla sergilemek ve onları görünür kılmak.
İnsanın; hâl ve sözleri ile Hakk’ın Rububiyet kapısında ubudiyet ve kulluğunu ilân etmek.
İnsanın, güzelliğinin; Allah’ın Güzel İsimleri’nin kendisinde yansımalarından ileri geldiğinin şuur ve bilincinde olarak; Ezelî Şâhit / Gören Allah’a -Allah bilip gördüğü hâlde- yine de, kendisini O’na sunmak.
Hayat sahiplerinin, hayat belirtileri olan; hâl diliyle yaptıkları selâm ve dualarla; hayat vericileri Allah’a kulluklarını arzetmelerini görüp anlamak ve göstermek.
Hayatına verilen ilim, kudret ve irade gibi sıfat ve hâllerinden küçük nümûneleri kıyas ederek; Yaratıcı’nın mutlak / sınırsız sıfatlarını ve kutsal işlerini fehmedip anlamak. Meselâ: Nasıl ki, ben azıcık ilim, irade ve gücümle bu evi böyle düzgün yaptım ise, bu âlem sarayının yapıcısının da, âlem kasrının büyüklüğüne nispetle; kudret sahibi, bilen ve hikmetle yapan olduğunu fehmetmek.
Varlıkların herbirinin kendine mahsus bir lisan ile Allah’ın birliğini onaylamasını fark etmek.
Sanatla yaratanın Rububiyetine / Rablığına işaret eden kelimeleri okumak.
İnsanın, acz ve fakr derecelerini nazara alarak; sanatla yaratan ve sınırsız imkân sahibi olan Allah’ın sonsuz tecellî derecelerini düşünmesi. Tıpkı, açlığın dereceleri nispetinde, yeneceklerin sayısız lezzetleri anlaşılacağı gibi. Velhasıl insan, sonsuz acz ve fakrı ile, Yaratıcı’nın sınırsız kudret ve zenginliğinin derecelerini anlamakla mükelleftir.
x
Hayatın mahiyeti ise:
Yüce Allah’ın garip, şaşırtıcı ve hayret verici İlâhî İsimlerini aksettiren eserlerin listesi.
İlahî sıfat, iş ve emirlerin anlaşılmasına bir mikyas ve ölçü.
Kâinatın içindekilere ve nefsin dışındaki âlemlere dair bir mizan / ölçü.
Büyük âlemin bir misal ve örneği.
Kâinatın bir haritası.
Kitab-ı Kebîr / Büyük Kitap hükmünde olan Kâinatın bir fezlekesi / özeti.
Defineleri ve gizli hazineleri açacak anahtarların mahzeni olma keyfiyetidir.
x
Hayatın sûreti ise şudur:
Hayat, mektûb / yazılmış bir kelimedir. Esmâü’l-Hüsnâ’ya delâlet eder.
Hayatın hakîkati ise, Allah’ın her şeyde tecellî etmesine aynalık etmektir.
Hayatın saadet ve kemâli ise, hayat aynasında görünene karşı;
Şuur ve bilinçle muhabbet, şevk ile ibadet etmektir.
Hayat, böyle gayelere yönelik olduğu için, hayatı nefsanî hazlara sarf etmemeli.
Kaldı ki, diğer hayat sahipleri, hatta bitkiler bile, bahsedilen gayelerin bazısında, insana şerik ve ortaktır.
Nar, elma ve dut gibi san’atlı meyveler birer kudret kelimeleridir. İlahî İsimleri ilân edip okutturuyorlar. Onların hayatlarının gayeleri, bu gibi işlerdir. Yoksa, bu meyvelerin suretlerinin gayeleri olan yenilmek, hayatlarının gayesi değildir. Ancak ölümlerinin gayesi olabilir. Fakat diğer hayat sahipleri, bütün gayelerde insanla eşit olamaz.
Çünkü, herşeyi içine alan ayna insandır. Öyle ise insan, kendinden çok aşağı olanlardan daha aşağı olmamalı. Nitekim:
Mü’minin / inananın kıymetini ilân eden şu kudsî hadis insana yeter:
“Arzım (yeryüzü) ve semam (gökyüzü) Beni içine alamaz. Lâkin Ben mü’min kulumun kalbine
girerim.”