Kudret, kuvvet ve güç sahibi olan Kadîr bir Zât ki: Şu âlem, bütün güneşleri, yıldızları, âlemleri, zerreleri ve cevherleri; kısaca nihayetsiz dilleriyle O’nun azamet, büyüklük ve kudretine şehadet etsin, şâhit olsun da.
Hiçbir vehim ve vesvesenin hakkı var mıdır ki, cismanî ve maddî yani bedenen olacak bir haşri ve haşrolmayı o kudretten uzak görsün!
Günâhın Mâhiyeti
Günâhın mâhiyetinde / özünde, eğer devâm ederse, küfür / inkâr tohumu vardır. Çünkü o günâha devam eden, gittikçe ona alışır! Sonra ona müptelâ olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o günâhın cezalandırılmayı gerektirmediğini temenni etmeye ve düşünmeye başlar.
Bu hâl böyle devam ettikçe, küfür / inkâr tohumu yeşillendikçe yeşillenir. En sonunda, hem cezayı hem de ceza yerini inkâr etmeye başlar.
Allah’a Şirk Koşmak
Cenab-ı Hakk’ın öyle bir kibriya / büyüklük ve azameti / yüceliği vardır ki: Hiçbir yerde, hiçbir şeyde, hiçbir cihetle; hiçbir şirkin / Allah’a ortak koşmanın hiçbir imkânını, hiçbir ihtimalini bırakmıyor. Kökünü kesiyor.
Madem böyle bir kibriya ve azamet-i kudret / kudretin yüceliği var. Madem o kibriya ve büyüklük son derece mükemmeldir. Herşeyi ihata edip kuşatıyor.
Elbette o kudrete acz veya ihtiyaç ve o kibriyaya kusur ve o kemale noksaniyet ve o ihata / kuşatıcılığa kayıd ve o nihayetsizliğe son veren bir şirke meydan vermesi, müsaade etmesi hiçbir vecihle mümkün değildir. Fıtratını / yaratılışını bozmayan hiçbir akıl, bunu kabul etmez.
İşte şirk, kibriyaya dokunması ve celâlin izzetine dokundurması ve azametine ilişmesi sebebiyle; öyle bir cinayettir ki, hiçbir şekilde affının mümkün olmadığını; beyanı mucize olan Kur’an; büyük bir tehdit ile:
“Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında olan (günâh)ları ise, (kendi lütfundan) bağışlar.” diye ferman edip bildiriyor.
Tek Başına Olmak
Bu kâinatın kudretli ve hikmetli san’atkârı olan Yüce Allah’ın mülkünde iştirâk ve ortaklığın yeri yoktur. Çünkü herşeyde son derece intizam vardır. Bu durum Allah’a ortak koşmayı kabul etmez. Zira birden fazla eller bir işe karışırsa, o iş karışır.
Bir şehirde iki vâli, bir köyde iki muhtar bulunsa; o şehir ve o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi, en düşük görevli bir adam bile, vazîfe ve görevine başkasının karışmasını kabul etmez. Bu da gösteriyor ki, hâkimiyetin en esaslı hassâsı ve husûsiyeti istiklâliyet ve infiraddır. Yani tek başına olmaktır.
İnsan ve Seyyiât
Kur’an’ın dediği gibi, insan seyyiâtından / kötülüklerinden tamamen mes’ûl ve sorumludur. Çünkü seyyiâtı isteyen odur! Seyyiât / kötülükler ise tahrîbât ve bir bakıma bozmak demektir. İnsan bir seyyie / kötülük ile çok tahrîbât / yıkımlar yapabilir. Müdhiş / dehşetli bir cezaya hak kazanır. Bir kibrit ile bir evi yakmak gibi.
Fakat hasenâtta / iyiliklerde iftihar edip gururlanmaya hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenâtı isteyen ve iktiza eden / gerektiren İlahî rahmet ve icad eden / yaratan Rabbin kudretidir.
İstemek ve vermek, çağıran ve cevap veren, ikisi de Hakk’tandır.
İnsan yalnız duâ ile, iman ile, şuûr ile, rıza ile onlara sâhip olur.
Fakat seyyiâtı / kötülükleri isteyen, insanın nefsidir.