Bu sorunun patenti bana ait değil. İnsan Mühendisi olarak tanınan, verdiği burslarla insana yatırım yapan rahmetli Fethi Gemuhluoğlu ağabeyden mülhem. MEB Özel kalem Müdürü iken bana da sormuştu bu suali; “sen hiç aşık oldun mu?” diye. İyi ki de sormuş bana ve diğer gençlere. Çünkü aşk farklı bir şey. Allah’ını, vatanını, milletini, ailesini, arkadaşını, mesleğini, toprağını, kuşu, çiçeği, hayatı vs aşk ile sevmek müthiş bir olay. Üstelik hepsinde de istikamet doğru yol, doğru dil; aşk ve aşık olmak.
Bütün bunlar dizilere yansımış, bestelerde seslendirilmiş, notalara dökülmüş, öykü olup günümüze kadar gelmiş, romanları yazılmış, dizileri çekilmiş, filmlere yansımış üstelik. Bunları görünce de aşkın ne müthiş bir görünmeyen, içten içe tüterek yükselen bir alev olduğunu fark edebiliyorsunuz. Üstelik bu sadece günümüzde yapay zekanın yapabileceği, bilebileceği bir husus da değil, tam tersi birkaç asır geriye bile gitseniz aşk aşktır, o homojen ateşi hep aynı kalmış.
Günümüz Gemuhluoğlu’su Dr. Katkak mı?
Bunu TURİNG’te yaşamak mümkün. Başkan Dr. Bülent Katkak ve çalışma arkadaşları insana yatırım da ihmal etmiyor, atölye çalışmaları, gençlerin yurtiçi ve dışı tecrübe kazanmaları dahil, öğrencilerin yüreklerine kadar inebiliyorlar. Kitap, dergi yayınları, maruf kişilerin hayat tecrübeleri programı, sinema filmleri kendini ve toplumu yenilemek gibi bir şey. Hele o konserleri yok mu, belki birkaç asır öncesi aşkları siz de yaşıyorsunuz. Üstelik bu genç sanatçılar eskimez ve yaşayan Türkçenin vurgularını öyle bir yapıyorlar ki, “hem dilimiz, hem musikimiz emin ellerde” rahatlıkla diyebiliyoruz.
Mesela bir zaman dilimini Sanatçı Burak Adaş konserinde yaşadık. Osmanlı Vatandaşı Ermeni bestekar Baba Hampartsun “Fedyad-ı dil-i zarıma dem-saz mı kaldı/ Yok keşfedecek derdimi hem-raz mı kaldı?” diyor. Enderuni Ali Bey “Aşık oldum yavrucağım yüzüne/Hak saklasın göz değmesin gözüne/Can dayanmaz senin tatlı sözüne/Bak sinem aşkın ile yanıyor/ Gören eller dağ tutuşmuş sanıyor.” Aman Allah’ım bu nasıl bir sevgi, bir aşk, tarifle değil ancak yaşamakla öğrenilen bir aşk galiba. Biraz daha zamanı öne alıyoruz; İzmirli bir din adamı Rakım Elkutlu Rahmi Gökçe’nin dizelerini notaya dökmüş; “O benim mehtabımdı, o benim güneşimdi” dese de yetmiyor bir başka esirinde “Çoktan gönül aşkınla harab olmuş efendim” diyerek daha güçlü ses çıkarıyor.
Hani Avni Anıl diyor ya ”Ah bu şarkıların gözü kör olsun!” Sakın ola ki dilek yerine gelmesin. Çünkü Faik Ali Ozansoy ve Lem’i Atlı’ya haksızlık etmiş oluruz. Bakın nasıl dillendiriyorlar “ “Zaman olur ki gözümden kaçan hayalinde/ Hayat-ı ruhuma müşfik bir aşina bulurum” Öyle değil mi? Öyle. Bu aşk türkülere de yansımış. Karciğar türküde “Yandım Esmam yandım be güzelim/ Her gün her gün aylerim” demesi bir ip uçu veriyor aşkta.
Aşklarda ateş olduğu gibi, gönül yarası, hasret, ayrılık, özlem, cazibe de paralel gidebilir ama aşkı etkilemez, tam tersine körükler, büyütür yangını.
Gül Dikeninden Örülen Taç
Genç sanatçı Zahit İpek ve Jülide Bilgi de bir başka hafta sahne aldı TURİNG’te. Nereden bakarsan bak, hangi yoldan gidersen git dönüp dolaşıyor aşka geliyor yollar. Mısırlı İbrahim Efendi, Ahmet Refik Altınay’la bu konuda özdeş “Sineler aşkınla inler, dideler mamur olur.” Rahmi Bey de yıllar öncesinden aynı sanal sözleşmeye imza atmış “Sana ey canımın canı efendim/ Kırıldım, küstüm, incindim, gücendim”. Aşkta bütün bunlar olmaz değil olur. Ama aşk aşklığını sürdürür.
Sanatçı Cinuçen Tanrıkorur ile TRT’de birlikte çalıştığım günlerde bizzat kendisinden dinledim ve izledim. Cumhuriyetin ilk yıllarında aşkı dört izdivaçla daha farklı yaşayan Romancı Şüküfe Nihal’ı dizelerinde yakalayarak gündeme getiriyor “Yakut, mine, zümrüt, bana birdir kayalarla/ Bir gül dikeninden örülen taç neme yetmez”
Şair Muhittin Bey’in aşkı ise Fahri Kopuz’un bestesinde “Elem geçer dedik amma, hakikat öyle değil/ Zevali yok gam-ı aşkın bu mihnet öyle değil” diye ses verir, melodi olur. Hakkı Üzrek de Gavsi Baykara’nın notalarında sancılı bir yürekte yer bulmuş; “Dokunma kalbime zira çok incedir kırılır/ O tıpkı mabede benzer ki orada hıçkırılır/ Gülersen aşkıma gönlüm harap olur yıkılır!” Aşkın içinde elbette acı da var, yorgunluk ve yılgınlık da. Hafız Hüsnü Efendi mahur şarkısında “Saba tarf-ı vefadan peyam yok mu?” diye bir mesajla soruyor, sevgiliden selamı ve kelamı arıyor.
Aşk belki de sabırla olgunlaşıyor, arayışla sürüyor, Leyla ve Mecnun öyküsündeki gibi buluşunca yaradanı aradıkları fark ediliyor. Zekai Cankardeş “Ne gelen var, ne haber var, gün uzun yollar uzak/ Bekledim kaç geceler böyle içim sızlayarak” biçiminde serzenişini Selahattin Pınar hemen nota defterine kaydediyor.
Uslanmıyor, yaşlanmıyor aşk. Aziz Nesim “80 yaşında aşık oldum” derdi. Böyle bir anonim dize bulunca Kaptanzade Ali Rıza Bey udunun mızrabına dokunuyor ve sesleniyor “Her tel saçı bir ter dudağın değdiği yerdir/Uslanmadı, yaşlanmadı, hayret senelerdir/ Bir gül ki gonca gibi riyaha verdir”
Ud’un Her Evde Olduğu Bir Dönem
Bir zamanlar Kilis Tekye Camii bitişiğindeki Yavaşçaların evinde çoğu evdeki gibi meşk yapılır, sesler semaya yükselirdi. Evler udsuz olmazdı. O günkü udlu evin çocuğu büyüdü; İstanbul’da hekim oldu, beste yaptı, Şair Baki Süha Ediboğlu ile tanıştı. Meşk de Dersaadette devam etti; Başka söz söylemem aşktan yana ben/ Yaralı bir kuşum battım kana ben/ Ömrümce baş koydum güzelliğine/ Azatsız köleyim bil ki sana ben!” Aman Allah’ım bu nasıl aşk böyle, külleri bile savrulmuyor bu kor ateşin, yandıkça yanıyor, tütmeyi sürdürüyor..
Dr.Alaeddin Yavaşça Münir Müeyyet Berkman ile dizelerde bütünleşiyor; Mavi gök, mavi deniz hep seninle gezeriz/ Neş’ede biz, aşkda biz ne güzel şey yaşamak/ Sevilmek hoş, sevmek hoş, gönül sarhoş, göz sarhoş/ Heyecansız günler boş, ne güzel şey yaşamak!” Var mı itirazı olan? Tabii ki yok; Arzular bir şelale ışık açar hilale.
Ahmet Refik Altınay daha sonra İslamiyet’i seçen gayrımüslim Osmanlı yurttaşı Bestekar Mısırlı İbrahim Efendi’yle tanışmış mıdır? Ama dizelerinin ona ulaştığı kesin. Kürdilihicazkar şarkı oluyor çünkü; “Şen gözlerine neş’e veren bir çiçek olsam/Busenle sararsam o güzel sinede solsam/ Her koklayışın ruhumu ateşlere yaksa/ Busenle sararsam o güzel sinede solsam!” Atom bombası gibi bir şey aşk, neticesinde her şey göze alınıyor.
Konserde Muallim İsmail Hakkı Bey’in “Fikrimin ince gülü/Kalbimin şen bülbülü/ O gün ki gördüm seni/ Yaktın ah yaktın beni” diyerek ah, hep birlikte söyleyip iştirak edebilseydik. Olmadı, olmazdı; çünkü TURİNG Konserleri daha sonra Youtube’den yayınlandığı için çekim yapılıyor, sessizlik önceleniyor.
Sanatçı Mehmet Güntekin’ın talebeleri gerçekten muhteşem. Sadece icraları değil. Kelimelerin vurgularını öyle bir yapıyorlar ki sanırsınız Türkçe akademisyenler ders veriyor. Yaşasın güzel Türkçe.
Cumhuriyetçi Bir Din Adamı Sanatçı
TURİNG Serhat Oskay ve Aybige Demir Okan konserinde öfke, ayrılık, hasret, özlem vardı, ama bunların öznesinde de hep aşk bulunuyordu; “Ne yanan kalbime baktın, ne akan gözyaşıma/ Bırakıp gitti o zalim beni bir tek başıma” bir örnek mesela. Faruk Şükrü Yersel’in dizelerine Cevdet Çağla nota düşmüş. İçinde dertlenmek, ıstırap, karasevda, aldanma, karşılıksız sevgi var ama tek aranan ise aşk. “Bana bir zalimi Leyla diye sevdirdi felek/ Çekmek isterdim onun derdini ta mahşere dek/ Tapmışım hüsnüne yıllarca onun bilmeyerek!”
Rüya, hülya, hayal, özlem, hatıra, ezel-ebed ve umut Rıfat Ahmet Moralı’nın şiirini melodiye dönüştüren, günümüzün değil bir zamanların din adamı Rakım Elkutlu; Mümkün mü unutmak güzelim neydi o akşam/ Rüya gibi, hülya gibi, bir şeydi o akşam/İçtik kanarak bir ezeli meydi o akşam.
Ercüment Berker “Yine gönlüm havalandı gökte uçan kuş gibi” diye söylenirken bir sırrı açığa vuruyor daha sonra, zamanı, hicranı, heyecanı, ıstırabı yaşıyor, yüreği pır pır ediyor, unutmak istiyor aşk yarasını. Ama mümkün mü?
Cumhuriyet Dönemi din adamları ne kadar da donanımlı, birikimli, ufku açık, aşkı yaşayan aydınlar. Mesela Saadettin Kaynak “Ben bir garip kuşum, yurdum yuvam yok”u bestelerken gariplik hissediyor, yuvasızlığı görüyor, kırılgan olabiliyor, yolda kalmanın mümkünatı var, yaralı kalpleri alglıyor, aşksız yaşayamamanın farkında kara sevda bile olsa, mutlu, aşkın kölesi olması halini yaşıyor.
Derde Deva Aramak
Yesari Asım Arsoy “Sonbaharı genç bir kızla Hisarlarda geçirdim”i içtenlikle, birliktelikle, sevda esaretiyle söylüyor. Muhlis Sabahattin ise çile, ayrılık, yaralı kalp, sevgiyi yudum yudum içmeyi, kara sevdayı, arayışı ve boşluğu “Müjgan gibi hicran oku ta kalbime geçti/ Artık bu muhabbet kara sevdayı geçti” diye nihavent şarkısına yansıtıyor.
Muazzez Abacı’nın söylediği, Rüştü Şardağ’ın dizelerindeki Avni Anıl’ın bestesi “Aşka bu değildir, yapma güzel” eserini Fehmi Tokay Mehmet Gökkaya’nın şiirinde daha değişik vurguluyor; eserde temenni var ama vefasızlık, terk edilmek, aydınlık olmayan günler, dertler, umutsuzluk birbiri ardından sıralanınca yine aşk oluyor ancak yürekteki yangını körüklüyor; Terk et beni artık yetişir, sende vefa yok/ Gül mevsimi gelmiş, ne çıkar, derde deva yok/ Sensiz geçen ömrüm geceden bil ki siyahtır/ Gül mevsimi gelmiş, ne çıkar, derde deva yok”
Cemal Süreyya aşkı başkadır dizelerde, Sezai Karakoç aşkı daha başkadır. Ama her ikisininki de aşktır. Lemi Atlı’nın şarkısı “Sine-i suzanıma ahım yeter/ Pek perişan oldum Allah’ım yeter”de de üzüntü, yaralı kalp, yürek yanması, ahlar, vahlar, perişanlık, yakarışlar, feryatlar, serzenişler var ama o da bir aşktır. Hem de okkalı aşk.
Aşk ateşi dünyayı tutuşturur mu? Enderuni Ali Bey’e göre tutuşturur. Aşık olmak, nazara gelmek, bu hasrete dayanamamanın elbette ki bedeli olacak. “Bak sineme, aşkın ile yanıyor/ Gören eller dağ tutuşmuş sanıyor” Bunu çok önceden kabulleneceksin aşık olunca veya yüreğe ateş düşünce.
Emin Ongan da aynı fikirde zaten ”Leblerinde kıvrılan bir goncanın al rengi var” derken. Ama Melahat Akan dizelerinde bu durumdan memnun, Fehmi Tokay’ın bestesinde kendini bu belli ediyor; Aşkı seninle tattı gönül, hicranla yandı gönül/ Evvel coştu taştı da şimdi uslandı gönül”
TURİNG İki Solist Konserinde bir sanatçı ailede yetişen, yine bir sanatçıya gelin olan Merve Utandı Kalkan ve muhteşem sesi ve icrasıyla Taner Yalçın ayakta alkışlandılar.
Aşık olmadan bazı farkları fark edemiyor insan.
Aşk çok insani bir duygu ve belki de kalbin ilacı gibi yürek eczanesinin bir ürünü.
Keşke günümüzde de Fethi Gemuhluoğlu gibi insan mühendisleri olsa da sorsa “Sen hiç aşık oldun mu?”