Benim ile aynı yaş grubunda olanlar 1960’lı yıllarda bir fırtına gibi esen iki melodiyi çok iyi hatırlayacaklardır. Bunlardan ilki İspanyol Sanatçı Joqquin Rodrigo ve onun gitar konçertosu. İkincisi ise I Font My Love İn Portofino adlı şarkısıyla İtalyan sanatçılar Leo Chisoso ve Fred Buscagline’nin yıllarca moda olacak, dünyayı kasıp kavuracak sözkonusuysa müzik çalışmasıydı. Bu şarkı ile daha önce köy olan Portofino bugün İtalya’nın bir turizm merkezi halinde milyonlarca turisti ağırlıyor ve bu şarkı hala sokaklarda dinleniyor. Eşim ile birlikte Portofino’ya özellikle giderek bunu bizzat yaşadım.
Bizim böyle sanatçılarımız var mı? Elbette var! Ancak sahipsiz, inatla tek başına. Sadece sorumluluğunun gereğini yerine getirmiş bir aydın olarak yüreği rahat söz konusuysa sanatçının. İşte Fırat Kızıltuğ buna en şık örnek. Bir müzik akademisinin rektörü, dekanı gibi sorumluluğunun farkında, yaptı hizmeti ise ancak meslektaşları algılayabilirdi eğer anlayabilirlerse. Viyolenseli Türk Sanat Müziği korosunda yer veren sanatçı Fırat Hoca. Dolayısıyla Münir Nurettin Selçuk ve Nesrin Sipahi’nin Fırat Kızıltuğ olmazsa olmazlardandı. Sanatçı Fikret Kızılok bir eserini seslendirirken sadece Fırat Kızıltuğ’u tercih etti. Dünyanın muhtelif yerlerinde konserlere iştirak eden Fırat Kızıltuğ Türk dünyasına daha özel bir yer ayırırdı. Özellikle Azerbaycan apayrı idiydi Fırat Kızıltuğ için. Hakka yürüyen onca sanatçıyı çok iyi okumuş, hayattakilerle kavi dostluklar kurmuştu. Mesela benim de dostum Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Rızayev öyle idi. Ama Bahtiyar Vahapzade’nin, Mehmet Aslan’ın, Sabir’in, Nizami’nin, Cabbarlı’nın dizelerini, yazılarını, anılarını öyle bir anlatırdı ki bölge diliyle hayranlıkla izler, hiç bitmesin isterdiniz. Sadece bu mu? Hayır! elbette. Sanatçı arkadaşı Necdet Yaşar için de öyleydi. Bu tanbur sanatçısı arkadaşının, ülkemizin yüz akı münevverinin anılarını kitaplaştırdı, yayınladı. Necdet Yaşar’ın da Gaziantep şivesiyle şakalarını, anekdotlarını, latifelerini öyle bir anlatırdı ki sorularınızla daha fazla uzamasını dilerdiniz.
Fırat Bey’in çok geniş bir dost birikimi, önemli muhiti ve soluklu bir çevresi vardı. İlk tanıştığımızda Kilisli olduğumu öğrenince kentimizle olan alakamı öğrenmek istedi. Anlattım. “O zaman şair, yazar, entelektüel Hasan Şahmaranoğlu’nu tanır mısın? Benim dostumdur” demez mi? Çok sevindim yaşıtı olan hemşerimiz bir aydınımızı tanımasına. Hemen telefonumla Hasan Şahmaranoğlu ustayı arayarak onları buluşturdum. Meğer yıllarca mektupla yazışmışlar, birbirlerine çalışmalarını anlatarak hukuklarını kavileştirmişler. Daha sonraki buluşmalarımızda ise her ikisi de birbiri hakkında benden bilgi alır, hal hatır sorarlardı.
Memleketi Bayburt’u hiç ama hiç ihmal etmedi. Öyle dostlar biriktirmişti ki Fırat Kızıltuğ böyle bir dost galerisi de ancak böylesi birine yakışırdı.
Kendisiyle her salı gün Cağaloğlu Akıl Fikir Yayınlarında sohbetler ederdik. Fırat Hoca konuşur bizler dinlerdik. Saatin nasıl geçtiğini ancak han kapanırken fark edebilirdik. Üstelik 80 yaşını aşmıştı o yıllarda ve bu mahvili hiç ihmal etmedi, hep saatinde geldi. Sağlığı dostlarından, taze aydınlardan hiç de kıymetli değildi belki. Ancak bir defasında Anadolu yakasındaki evine dönerken rahatsızlanıp, hastaneye kaldırılması hepimizi panikletti. Tam bir şehirliydi, beyefendiydi, hayatı doya doya istediği gibi yaşadı. Kontrollüydü. Titizdi, Bir kelimenin arka planına kadar düşünürdü.
Yüreği gibi evi de dostlarına açıktı. Sizi tanıdıktan sonra artık geri dönülmez bir sevgi, muhabbet, ufuk, güzellik ve iyilik hamulesi içinde girmişsiniz demekti. Kendisine son iki anı-romanım Tut Elimi Killize ve Öp Beni Asitane kitabımı vermiştim. Okuması bile benim için süpriz idi, üstelik o yaşta. Değildi ama, yazılarıyla değerlendi üstelikti. Her ikisi de yapmıştı. Zaman dilimi dördüncü yeğleyin ortasındaydı. Bana demez mi “Mehmet Bey kitaplarında Fransız Standal lezzeti buldum. Tebrik ederim. Standal’ın Kırmızı Siyah ve Parma Manastırı romanlarındaki gibi çok kahraman var. Bu bir ayrıcalık ve özelliktir!” Mahcup mu oldum, sevindim mi ikilem arasında panikleyip durdum. Bir müzisyenin ulusal edebiyat kadar batı edebiyatını takip etmesi, gerçekten fevkalade bir şey. Sonra milli ediplerimizi; Cemil Meriç, Ahmet Kabaklı, Nihal Atsız hemen aklıma gelen. Nihayetinde bir kitabı kıyas ile değerlendirmesi. Böylesine bir birikim olmasa mümkünü yoktu. Bu bizde unutulan bir gelişme. Dostların birbirinin evini ve ailesini tanımaması mesela. Hala insanlarımız 1960 model ideolojilerle sanatı, kültürü ve medeniyet hareketini esir almış, bırakmıyorlar. Fırat Kızıltuğ bu sahifeyi katlayıp, masada bıraktı. Kendisi mütevazi idi ama, muhafazakar veyahut devrimci bilinen sanatçıların önüne geçti. Repertuvarını genişletti. Bestelediği eserler sayılara mağlup oldu. Çok sesli eserleri, basılmış ve bestelenen eserleri, hele hele bizde çantada keklik olarak görülüp ihmal edilen çocuk besteleri ve gençlik şarkıları. Ne kadar önemli ve ne müthiş çalışmalar. Vefatından sonra bilgisayarında buldu Menekşe Özkaya Tutum; Dede Korkut Senfonisi. Müsiki de devrim yapacak bir sanat çalışması. Sonra Necip Fazıl’ın dizelerindeki Zindandan Mehmet’e Mektup da öyle.
Sanırım bu önce İstanbul’da, sonra Türkiye’de, Türk Dünyasında ve nihayet bir rüzğar gibi dünyayı dolaşıp duracak. Rodrigonun Gitar Koncertosunu da, Portofino’yu da aşacak.
Sanatçı ve yazar Fırat Kızıltuğ merhum (13 Ocak 1935-25 Ekim 2024) yaşasaydı iki ay sonra 90 yaşına girecekti. Sanatçı doksanıncı doğum yıldönümünde İstanbul Türkiye Edebiyat Vakfında bir program anıldı. Programın lokomotifi Eskader Başkanı Sayın Fatma Ersen Yargıcı’ydı. Bu vesileyle başta aile mensupları, sanatseverler ve dostları bir araya geldi. Fırat Kızıltuğ müzik ve edebiyatı birlikte yürüten bir sanatçıydı. Akıl Fikir Yayınları da sanatçımızın eserleri üzerine dostlarından birer makele, bir röportaj ve bir söyleşiyle de sanatçımızın eserlerini (müzik ve edebiyat) referans gösterdiği (FIRAT KIZILTUĞ HOCA-90 Yaşında) bir kitapla önemli katkı verdi. Allah rahmet etsin.