Yer, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi. Morgun önünde bir cenaze arabası… Sakin ve üzgün az sayıda kişiden oluşan grup, intihar ederek hayatını sonlandıran kadının cenazesini alarak defnetmek üzere beklemektedir. Görevlilerden biri, birkaç gündür sahibi çıkmayan ve morgda bekleyen bebeğin kimsesizler mezarlığına götürülmesi için fırsatı yakalar. Sahipsiz bebeği, tabuttaki kadının ayakucuna koyar.
Yer, bu defa mezarlıktır. Tabut açılır, merhumenin yakınları bebekle karşılaşırlar, olaydan habersiz oldukları için şaşırırlar. Bir süre sonra olay anlaşılır. Cenaze yakınlarından biri başka acı bir gerçeği açıklar: Kadının hiç çocuğu olmamıştır, bu durum kadını çok üzmüş ve kendisiyle ilgili söylenenlere tahammül edemeyip intiharı tercih etmiştir. Bu bilgi üzerine, cenazenin yakınları istişare ile bir karar verirler. Sahipsiz bebek kefeniyle beraber merhumenin kucağına yatırılır ve birlikte defnedilirler.
Olaylara yüzeysel bakan biri için, bu, tesadüflerin arka arkaya gelmesiyle oluşan sıradan, bir kadın gözüyle bakıldığında insan yüreğini yakan, oldukça trajik bir olay. Her olay ve olgudan bir hikmet yakalayan mütefekkir için oldukça manidar hadise.
Yaşanan bu olayla ilgili olarak psikologlar, çocuk sahibi olamayan bir kadınının ruh halini; sosyologlar, çocuğu olmayan kadınlara karşı toplumunun yaklaşımını sorgulayabilir; ilahiyatçılar, cenazelerin defnindeki dini ritüeli tartışabilir, buradan kendilerine konu çıkarabilirler.
Bütünüyle bakıldığında, tesadüflerin yan yana gelmediğini, üçüncü kişilerin çıkarması gereken pek çok ders olduğunu düşünüyorum. Olaydaki ayrıntılara tesadüf demenin, atomun ve hücrenin yapısındaki harikulade düzene tesadüf demek kadar anlamsız olduğuna inanıyorum.
İnancımı oluşturan kaynaklar arasında rüyalar ve menkıbeler pek yer almaz. Ölçüm, ağırlıklı olarak akıl, müspet bilimin verileri, sağduyunun eseri tecrübi bilgiler, doğru kaynaklardır. Rüya ile amel etmeyi, istişarenin kaynağı akla bir haksızlık kabul etmişimdir. Uçtu kaçtıya dayalı evliya menkıbeleri de dilden dile aktarılan ve mecrasından uzaklaştırılmış, kulağa hoş gelen, mantığa aykırı hikâyelerdir. Bunlara inanmamak kişiyi dinden çıkarmadığı gibi, inanmak da dindar yapmaz.
Fiziğin ölçülerine göre izah edemesek de beşeriyette yazılı olmayan başka bir yasanın varlığını inkâr edemiyoruz: Kişi kınadığını yaşamadın ölmüyor, yaptığı bir iyiliğin ya da kötülüğün bir zaman sonra kendine döndüğüne hayretle şahit oluyor. Her hayırda bir şer, her şerde bir hayır bulunduğunu idrak edemese de zamanla inkâr edemez duruma gelebiliyor. Hiçbir ayıbın veya günahın gizli kalmamak gibi fıtratı olduğu gerçeğini hep gözlüyoruz.
Cansızlar sınıfında sayılmasına karşın taşın aslında canlı, ruhun bir dili, bakışların etkili silah, duyguların sirayet edici olduğunu, Hz. Yakup’un Hz. Yusuf’un gömleğinin kokusunu yüzlerce kilometre öteden nasıl algıladığını her bilim dalının enstrümanlarına rağmen izah edemiyoruz. Çok defa “tesadüf” demek kolaycılığına kaçıyoruz. Hesap yapanın üzerinde bir hesap yapıcının olduğunu sınırlı aklımızla bulamıyoruz, bulamadığımız için de görmezden geliyor veya inkâr karanlığına sığınıyoruz. Zeki insan, bilimin verilerinden elde ettiği sonuçlarla bir denklem kurar, yaptığı matematikle çıkardığı sonucu yasa olarak izah eder. Akıllı insan da beşerî matematiğe sığmayan başka bir hesap yapıcının ve yasa koyucunun var olduğunu hayret ve tevekkülle sessizce haykırır. Çocuğu olmadığı için intihar eden kadının naaşına, sanki ödüllendirme olarak, bir bebeğin konması bence bir tesadüfün sonucu değil, bizim bir türlü hesabını kavrayamadığımız bir başka tür matematik denkleminin veya formülünün tecellisidir.
Determinizme (Nedensellik) göre, olaylar, birbirine belirli bir şekilde bağlıdır, her şeyin bir sebebi vardır; aynı sebepler, aynı şartlarda aynı sonuçları verir.
Olayların sonucunu belirleyen sebepleri ilahlaştırarak gerçek hesap sahibini veya failini inkâr eden determinist anlayış üzerine inşa edilen eğitim sisteminden bir an önce vazgeçmeliyiz. Determinist perspektifle olayları ve eşyanın yasasını izah etmek, kişilere ve eşyaya haksızlıktır, havanda su dövmektir. Zaman israfıdır.
Rivayete göre, engizisyon mahkemesi Galilleo’den dünyanın dönmediğini itiraf etmesini ister. Ucunda ölüm vardır, mahkemeye “Tamam sizin dediğiniz gibi olsun.” der. Mahkeme kapısından çıkarken “Dünya dönüyor, dönüyor.” demekten kendini alamaz.
Kim ne derse desin, dünya dönüyor; su akıyor, yatağını buluyor. Olay ve olgular, kendi matematiğiyle ilk günden beri yol alıyor, eşya kendi eksenindeki döngüyü terk etmiyor.
Zorba eğitim baronlarını güneşin balçıkla sıvanmayacağına inandırabilirsek işler daha kolaylaşacak.