Prof. Dr. SÂDIK K. TURAL ‘ANLATMAK’ Kelimesinin Engin ve Derin Mânâlarını Anlattı.

15

(İKİNCİ BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: Maslov ‘Anlatmak ihtiyacı’nı basamaklarının hiçbirine yerleştirmemiş…

Prof. Dr. Sâdık K. Tural: Maslov’un yaptığı bu piramitte, sağlıklı sayılan her insanda ergenlikten ölünceye kadar bütün dönemler için geçerli olan muhtaçlıklar listelenmiştir… Temel ihtiyaçlar sayılan beslenme, sağlık, meslek sâhibi olma gibi Maslov’un alt basamaklarda yer verdiği ihtiyaçların birçoğu gerçekleştirilmeden zekâ merkezleri enerjilenemez. Beslenme, boşaltım, sağlık nasıl zorunlu ihtiyaçlar olarak görülüyorsa, özgüven, iş bitirmek, başarılı olmak da zorunlu ihtiyaçlar sayılmalıdır.  Maslov’un ihtiyaç saydıklarına ek olmak üzere ben de ‘anlatmak ihtiyacı’ maddesini eklemek istiyorum. Her yaşta farklı yansımaları olan anlatma ihtiyacı da her basamakta etkili birincil bir ihtiyaçtır. 

Edebiyattan sayılan metinlerin tahlilini yapmaktan sorumlu olan araştırıcıların Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisiyle ilgili piramidinden haberdar olmalıdır.

Kelime denilen araçlar, ya soru veya hüküm bildiren ifâdeler yoluyla iletişim kurmaktadır. Genel olarak edebiyattan sayılan bütün metinler, özel olarak şiir, ‘hikmet’ nitelikli, ‘beyan’ özellikli ifâdelerin yansıma alanıdır. Şiir ‘hikmet’ nitelikli ifâdeyi özel bir beyan iklimine dönüştürürken örtülü söylemeyi esas almaktadır. Mazmun ve mecaz şiirin varlık alanının kurucu ögesidir. Faruk Nâfiz Çamlıbel’in ‘Şâire Kaside’ adlı nazmında

 ‘Eşyayı tanırken hepimiz sâde dışından 

Esrarına yol bulduk onun anlatışından

mısraları şiir ile hikmet bilgisi arasındaki ilişkiye işâret etmektedir.

Çetinoğlu: Bir de ‘hikmet’ meselesi var…

Prof. Tural: Hikmet, insanın iç aynasındaki isi, pisi, tozu temizleme, ruhun nefsin boyunduruğundan kurtarma niteliği taşıyan olumlu enerjilere kaynaklık eden bilgiler, hükümlerdir. Hikmet ahlâk, erdem, edeb kavramlarına bağlı değerler davranışlar kuran, geliştiren, koruyan her türden beyan nitelikli ifadelerdir.

Hikmet, inançların ötesinde ve üstünde bir hakîkat olan ‘Yaratılma sebebini arama’, ‘Sevme adlı yönelişin ne olduğunu öğrenme’, ‘Kendi olmanın sınırlarını idrak etme’ olarak sıralanacak değişim ve dönüşüm bilgisidir.

Hikmet kelimesini sûfilerin ‘arayış’ anahtarı saydığım yaklaşımını veya felsefecilerin süzülmüş imbiklenmiş bilgi olarak tanımlayışını unutmadan söyleyeyim:  Hikmet insanla ilgili en derindeki sırlara doğru götürücü ışıktır.

Ağıtlar, türküler, demeler ve nefesler ile ilâhiler hikmetli beyanlardır. Nazım, heyecan unsurunun üst seviyede öncü ve önder olduğu metinler olduğundan hikmet bir özel harç kıvamıyla örtüleri artırılmış bir yapı kazanan beyana dönüştürülmektedir.

Tahkiyeli eserlerde ise beliğ teşbih ve kinâye ögeleri başta olmak üzere, günlük iletişimin verdiği imkânlara bağlı söz ve mâna sanatları birer güçlendirici, bezeyici araç olarak kullanılmaktadır. 

En eski tahkiyeli metinler olan mit, masal, destan, menkıbe gibi eserlerde vak’adaki olay unsuru, mecazlı bir anlatıma aracılık etmektedir. Eski tahkiyede, gerek vak’anın yürütülmesini üstlenen varlıklar, gerekse zaman, mekân ile eşya nitelikli unsurlar, telmih, tevriye ve kinayeyle sunulur. Gelenekli tahkiyede ‘temsil’ et(tir)me anlayışı hâkimdir; bu temsil et(tir)me, gösterilmek istenen olumlu veya olumsuz değer ve davranışların tebliği ve telkinine aracılık etmektedir.

Gelenekli tahkiye alttan alta özgüven duygusu, iyi niyetli, hoşgörülü, ahlâklı, erdemli olmayı ve ilâhî adâlete inanmayı öğütlemektedir. Masal, halk hikâyesi ve destan metinlerini çokça okumuş olanlar, arka plandaki bilge konumlu anlatıcıyı idrak ederler, gerisi teferruattır. Gelenekli tahkiyede iç konuşmalar bulunur; bunlar iç çatışmalar, depresyonun gösterilmesi değildir.  Eserin başında atak, girişken, cesur, dürüst, merhametli, şefkatli, yardımsever, fedakâr ve tutkun olan da, tembel, korkak, aciz, yalancı, merhametsiz, insafsız, hasetçi, nefret taşıyan da, aynı rollerini, davranışlarını eserin sonunda da sürdürmüş olurlar. Gelenekli tahkiye trajik veya dramatik yahut komik olanı yakalama ve dinleyicide/okuyucuda etki yaratması konusunda abartıdan, olağanüstülüğe sığınmaktan çekinmez. O yapının gereği olan hikmet nitelikli bilgiyi hedefte tutmak ve okuyucuyu/dinleyiciyi ona ulaştırmaktır.

Halkın adâlet, güvenlik içinde çilesi az bir hayat yaşaması, sayıları bini bulan üst yöneticinin görevidir.  Üst yöneticilerin kibriyle halktan kopmasını önlemek için, hem de halkın ve ayarı bozulanların uyarılması için tahkiyeli eserler -özellikle de gelenekli tahkiye- çok önemli bir edebî, felsefî ve sosyolojik yaygın eğitim aracı olagelmiştir.  Kırk Vezir Hikâyesi gelenekli tahkiyenin temsilcilerindendir.

Modern hikâye, roman, piyes gibi metinlerde ise hırs, haset, riyâ ve kibirle bunlara bağlı iç ve dış çatışmalar vak’anın varlık sebebidir. Modern tahkiye gelenekli yapıdaki ayıklama ve arındırmayı tecrit ve temsil ögelerine bağlı yapılandırma hedefinden uzaklaşmıştır. Modern tahkiyeli eserler, İnsan denen varlığın her türden hırs, haset ve riyalarına bağlı örtülü ve açık mücadeleleri, sürtüşme ve çatışmalar üzerine kuruludur. Bu çatışmaların getirdiği çöküntü ve çirkinleşmeler ile insanlıktan uzaklaşmalar da ön plana çıkabilmektedir. Tezat, çatışma modern tahkiyeli eserlerin vazgeçilmezidir; bütün mesele bu tezadı hangi kelime ve cümlelerle anlatılacağıdır. Ahmet Mithat’ın Felâtun Beyle Rakım Efendi, Mizancı Mehmet Murat’ın Turfanda mı Turfa mı? Recaizade Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanları bir şablon üzerinden gösterilecek karşıtlıklara dayanır. Psikolojik tahlillerin eseri derinleştirmesine rağmen Peyami Safa’nın Fatih Harbiye ve benzerleri çok fazla olan bazı eserler, tezatları anlatma üzerine kurulmuştur.

Çetinoğlu: Tezatlara muhalif misiniz?

Prof. Tural: Tezatlara karşı çıkmıyorum, dozuna işâret ediyorum. Sanatkârın hürriyeti vardır; bu ifâdeye katılıyorum. ‘Sanatkârın istediği veya ona tanınan nasıl bir hürriyettir?’ diye sık sık bana soruluyor. Edebiyat eseri veren ve bu işleviyle sanatkâr unvanı taşıyan ediplerin hürriyeti nasıl ifâde edilmelidir?

Roman, kısa hikâye yazarlığı ve şâirliği yanında,   edebiyat Târihçimiz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anıt eserlerden sayılan 19. Asır Türk Edebiyatı Târihi adlı çalışması, edebiyat bilimciler ve Târihçiler için bir başvuru kitabıdır. Eserin başındaki ‘Nev’ilerin Tekâmülü’ bölümündeki ve şahısları ele aldığı kısımlardaki tahkiyemizin geçirmekte olduğu değişim ve dönüşümleri sezdiren ifadeler, çok değerlidir.

 Sanatkâr doğup büyüdüğü, hayatın çeşitli yanlarının ve yönlerinin etkisiyle biçimlendiği bir kültürün parçasıdır. Onu saran bir kültür alanını yok sayamayız. O kültür alanı, farklı yansımalar da bulunduran bazı tabakalardan meydana gelmektedir. Edebiyat eseri veren insanlar, kültür tabakalarından birine veya bir kaçına hattâ geneline hâkim olan çözülmelere, çürümelere, yoksunluklara ve marjinalliklere karşı çıkmak hak ve yetkisine sâhiptir; bu konuda hürriyetinin kısıtlanmaması ortak tezimiz olmalıdır. Bütün mesele edebiyattan sayılan eserler verme niyeti taşıyanların, militanlık etmemesi, militanlık edilmesini hedef saymamasıdır. Hangi türden olursa olsun fanatizm,  grup kin ve öfkesine dönüştüğünde toplum ve istikrar yara alır, hastalanır. Sanatkârlar ahlâkın, erdemin ve kanunların belirlediği sınırlar içinde bağımsızdır. Onun hürriyeti bazı açılardan rind’in bağımsızlığına benzer. Rind, ‘hikmet’in kendisindeki çok etkili yansımalarıyla yaşamayı benimsediği için, Rab dışındaki bütün sınırlandırıcılara kat’iyen yüz vermediği için, tam hürdür, bağımsızdır. Onun hürriyetinin sınırları ahlâk ve erdemdir. 

İnsan olmanın en önemli özelliklerinden birisi bilgilenmeye bağlı olarak zihnin birçok bölümünün işlerliğe geçmesidir. İnsan, daha önceden kazanılmış bilgilerin yardımıyla, yeni durumları,  olayları ve varlıkları adlandırıp anlamlandırmaya çalışmasından sonra, anlatma basamağına geçmektedir. Israrla tekrarlayalım ki, beş duyusu veya onun ötesiyle algıladıkları karşısında insan, üç davranış gösteriyor: Adlandırma, anlamlandırma ve anlatma… Bu üç mutlak ihtiyaca ait yansımalar insandan insana değişiyor. Bu üç işlem dizisi bilginin kaynağı ve edinilmesine ilişkin çabaya göre çok değişiyor: Resuller, nebiler adlandırma, anlamlandırma ve anlatma işlemlerini yapma görevi üstlendiklerinden, üstte yer alanlardır; sonra bilgeler (veliler, sûfiler, hakîmler) sonra bilginler (temel bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri, sosyal bilimler), sonra diğer insanlar.

İnsan bilgilerinin çeşitliği ve seviyesi, dile hâkimiyeti oranında zekâ adlı ana merkezlerin işlerliğini sağlamaktadır. Fıtrat denilen öz enerji, zekânın ana merkezlerinin işlevlerinin gereği olan işlerliğe kavuşturuldukça, insanlaşma boyutu ortaya çıkmaktadır. Zekâ adlı bilinmezleri bilinenlerinin yüzbinlerce katı olan merkezlerdeki işleyiş sistemlerindeki ışık hızına yakın işlerlik fıtrattan gelen bir özelliktir. Allah’ın var ettiği bilgi yansımalarından biri olan insan, insanın yansımalarının enerji merkezi zekâdır.

İnsanlaşma, fıtrat nitelikli öz enerjiye ulaşma süreçleri, var edilmişliğin sebebini aramaya açık bir zihin sâhipliği ile kendi olmaktır. Kişi ve toplum olarak kendi olmaya yöneltici süreçler, doğru, iyi, yararlı, güzel sayılan bilginin edinilmesini sağlayabilmektedir. Kişi, topluluk, toplum ve insanlık ölçeğindeki ortak bilgi ve benimsemeler önceki hatâların tekrarlanmasını önlemekte, eksiklerin giderilmesini hazırlamaktadır.

Daha önce yaşamış olan insanların biriktirdiği, soyut hükümler ile somut varlıklara ilişkin benimsemeler bilgi sayılmaktadır. Bir kısmı târihî kökence benzeştiklerimizin, bir kısmının ise, çeşitli toplulukların üretip benimsediği bu bilgiler, insan olup insan kalma amacına katkılarda bulunmaktadır. Bilgi edinme bir mecburiyet, bir mutlak ihtiyaçtır. İnsan bu ihtiyacın ve mecburiyetin gereğini yaptığı oranda toplumun bir üyesi, insanlığın değerli bir parçası, benzeşirliğin örneklerinden biri olmaktadır.

Önceki nesillerin miras bıraktığı atasözlerinin, deyimlerin her biri, bildirmek, bilgilendirmek, uyarmak, benzeşerek bir arada tutmak değil midir?

Çetinoğlu: İnsanoğlu hayatının her safhasında ihtiyaç hissettiklerini karşılamak durumundadır. İnsan ve ihtiyaç bağlantısından söz eder misiniz?

Prof. Tural: Her insan daima ihtiyaç ile bağlı, bağlantılı ve sarılıdır. Her insan, zamana, yaşına, cinsiyetine, bilgi birikimine, sosyal ve kültürel konumuna göre başka varlıklara bağlı ve bağlantılıdır Arapçadan alınıp Türkçeleştirdiğimiz kelimelerden biri, ‘ihtiyaç’ adını taşıyor. İhtiyaç, eksikliği duyulan, edinilmesi mutlaka beklenen, yokluğu ve/veya yoksunluğu için tepki verilen maddî veya mânevî varlıklar anlamına gelmektedir. İnsan tür ve işlevleri farklı varlıklara, eşyaya, durumlara ve davranışlara ulaşmak erişmek istemekte, bunları ihtiyaç saymaktır. Modern psikoloji, biyolojik ve psikolojik sağlıklılığın ihtiyaçların karşılanmasıyla doğru orantılı olduğunu gösteren araştırmalar ortaya koydu. Buna karşılık ihtiyaçların giderilmesinde kişinin çabasının derecesi ve doymazlık yüzünden oluşan hırs, haset, riyâ üzerinde nedense durulmadı. Muhtaç olan, ihtiyaç duyan insan,  istediklerinin, beklediklerinin elde ettiklerinin sınırını bilmezse, ahlâksızlaştıran erdemsizleştiren doymazlıktan doğacak tehlikeler araştırılmadı. Ahlâk ve kanun tanımazlığın, benzeşirlikten sapmanın kaynağında doymazlık, hırs, haset, riya olduğu araştırma ölçütlerinden ve hedeflerinden sayılmadı. Vahiy nitelikli dinler ile ahlâk temeline dayalı inançların, insanın doymazlığını ve nankörlüğünü, kendinin dışındakinin hak gasbını aklîleştirme eğilimine bağlı uyarıları görmezden gelindi.

Türkçedeki muhtaç olmak deyiminin içinde, bağlı hattâ bağımlı olmak anlamları bulunmaktadır. İnsan bedenindeki her hücre birbiriyle oranları farklı ilişkiler kurduğu gibi, bazıları bağlı bazıları bağımlı bağlantılarla organların işlevlerinin sürdürmesini sağlıyor.

Sistemin canlılığını devam ettirmesi için, başka varlıklardan aldıklarının ölçüsü, miktarı ve zamanı farklı olması gereken enerjilere ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçların karşılanmasında ahlâk, erdem ve kanun tanımazlığın örneği olan sapma sapıtma ve alışkanlıklar bir yönüyle edebiyattan sayılan metinlerin yapısını oluşturmaktadır.

Çetinoğlu: Turgut Özel merhum, kurduğu partinin üç hürriyeti yaygınlaştıracağını beyan etmişti: 1-Teşebbüs hürriyeti, 2- Düşünce hürriyeti, 3-Düşünceyi yayma hürriyeti. Anlatma ihtiyacı, bir bakıma üçüncü hürriyet olabilir diye düşünüyorum.

Prof. Tural:   

İnsan, dil adlı aracın tanıdığı imkânlar oranında bilgi edinip, hem kendi gerçekliğinin, hem diğer varlıkların ne olup ne işe yaradıklarına ilişkin gerçeklerin bilgisine ulaşıyor. İnsan, kendisinin, benzerlerinin diğer varlıkların ve eşyanın işlevi, işlerliği konusundaki adlandırma ve anlamlandırma çabasının sonucu olan bilgiyi, anlatmak ihtiyacı ile donatılmış bir varlıktır. Anlatmak ihtiyacı Maslov’un piramidinin her basamağında farklı yansımalarla varlığını, işlevini sürdüren bir mutlak muhtaçlıktır. Merhum Özal Maslov’dan ilham almış olabilir. Renklendirilmiş cümle uygun değilse siliinebilir.

Bu adlandırma, anlamlandırma ve anlatma ihtiyacı bir yanıyla bilim ve bilgelik, bir yanıyla siyâset ve ticâret, bir yanıyla da sanat adı verilen alanlarda geniş kitlelerin paylaştığı kompozisyonlar hâlinde yansıtılmaktadır. Sanat alanındaki anlatarak yansıtmaların büyük bir kısmı da SÖZ adlı malzemeyle var edilenlerdir. Söz adlı, beyan nitelikli anlatma ihtiyacına dayanan kompozisyonlara, edebiyattan sayılan metinler adını vermeliyiz. Edebiyattan sayılan metinlerin çok serbest bir söz ikliminde gerçekleştiğini sanmak yanlıştır. Çünkü anlatma ihtiyacına bağlı işlemler, yaşanılan kültürün içinde, bilinen dilin imkânlarıyla gerçekleştiriliyor.

Adlandırma, anlamlandırma ve anlatma ihtiyacı bir sanatkârın görüş/bakış açısıyla biçimlendirilerek başkalarıyla paylaşır hâle getiriliyorsa edebiyattan sayılan metinler ortaya çıkmış oluyor. Bu metinler ister nazım, ister nesir olsun heyecanı esas alan duygulandırmaya dayanan bir tefekkür zemininde var ediliyor.  İnsanı tanımlamak adına şu hükmü ileri sürebiliriz: İnsan, heyecanlarına bağlı dürtü ve davranışları hayvanlaşmak yerine insan kalmak düzleminde güzelliğe bağlı etkilendirme niyetiyle sözle ve yazıyla anlatma çabası gösteren bir varlıktır.

Anlatma ihtiyacı duyanlar öncelikle işittiği, gördüğü, gözlemlediği, yaşadığı; sonra da okuyarak kazandığı bilgiyi paylaşmaya dayalı bir dürtünün yönlendirmesi altındadır. Birikimlerindeki olumlu veya olumsuz kişi, olay ve durumları anlatmayanlar, anlatamayanlar veya gizleyenler bir süre sonra çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşmaktadırlar.

Anlatma adlı durum, edinilmiş bilginin -kendi yorum penceresinden görülenlerin- başkalarına sunulmasıdır. Çeşitli alanlara ait bilgiler farklı sunum yollarıyla başkalarına iletilmektedir. Yakın veya uzak geçmişe ait kişi, olay, durum ve kalıntılara ait bilgiler farklı bilim dalları aracılığıyla meraklısına sunulmaktadır. Târih, arkeoloji ve sanat Târihi başta olmak üzere çeşitli alanlar geçmişte var edilmiş olay, durum ve eşya ile bunların öznesi olan kişi ve toplumlar konusunda araştırmalar yapıp hükümler üretiyorlar. Bu türden hükümleri de, bir hukukî veya tıbbî araştırmaya, soruşturmaya bağlı olan mecburluk ile sınırlanmış anlatmaları da -şimdilik- bir kenara bırakalım. Vak’a unsurunun anlatanın vazgeçilmez saydığı metinlerden, gerçeğimsileştirmelerin öne çıktığı anlatmalar, ayrı bir alan oluşturur. Anlatmak ihtiyacı, işittiğinden emin olunan varlıklarda etkiler yapması, değişim ve dönüşümler uyandırması, benzeşmeyi ve bütünleşmeyi artırması beklentisine ait söze dayalı yansımalardır.

Türk soylu halklar, coğrafyanın zamanın ve şartların değişim ve dönüşümlerine bağlı bir sonuç olmak üzere kendi dilleri konusunda bilinçli bir tutum göstermemiş olsalar da, BEN ve O; kendim ve öteki arasındaki ayrıştırmaya bağlı bir bilinç sâhipliği ile Târih içinde kendine özgü bir yer kazanmıştır. Bir ‘nebi’ olduğunda neredeyse birleşilen Oğuz Kağan adının merkezde olduğu tahkiyeli metinde benlik, kimlik ve erdemi önceliyen bir anlatım görüyoruz. Diğer yandan henüz Avrupa’daki dillerin klanlara ait dilcikler olduğu Târihlerde, bir devlet adamının ağzından anlatılan Orhun Yazıtları 1350 yıl öncesindeki kendilik bilinci ve öteki bilgisinin apaçık yansımalarıdır. Bu iki ulu metne, Korkut Ata metinlerini, Manas destan kolları ile Gur/Gor, Kör oğlu kollarını eklemeliyiz.

(DEVAM EDECEK)

Önceki İçerikYalan Değil Aptallık
Sonraki İçerikSeyfi üryan tutmak beyanı husumet midir?
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.