Ötüken Neşriyat’tan Muhteşem İki Eser:

8

1-A’mâk-I Hayâl Ve Filibeli Ahmed Hilmi 2- Cezmi Ve Nâmık Kemal

A’MÂK-I HAYÂL                      

A’mâk, ‘derinlikler’ demektir. Arapça isimdir. (Â’mâk-i zemin: yerin derinlikleri) Bu durumda Â’mâk-ı Hayâl terkibini, günümüz Türkçesi ile ‘hayâlin derinlikleri’ olarak ifâde etmek mümkündür. 

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin en çok okunan eseridir. Tasavvufî ve felsefî mevzuların ele alındığı kitap, masal ve hikâye karışımı üslûpla, semboller ve remizler kullanılarak kaleme alınmıştır.  Eserin ana fikri; Osmanlı Devleti’nde Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu ile başlayan batılılaşma hareketleri ile toplumda görülen değişimlere hızla ayak uydurup millî-mânevî değerlerinden uzaklaşanlarla mücâdele etmek, onlara doğru yolu göstermektir.

Ahmed Hilmi Efendi, iyi bir Müslüman, sağlam bir Türkçüdür. Materyalist görüşlere muhaliftir. Eserinde ruh ve kâinatın sırlarını, yaratılışın gayesini araştırır ve bu sırlarla saâdete ulaşılacağını belirtir. Yazara göre kâinatta olup bitenleri anlamak ve hâdiseleri doğru değerlendirmek için vahdet-i vücud kavramını iyi bilmek lâzımdır.

Ahmed Hilmi, muhayyilesi zengin, tasavvuf ve felsefe ilmine vâkıf, Türkçeye hâkim, ifâde gücü yüksek bir muharrirdir. Bu hususiyetleri, eserinin çok ve kolay okunmasını sağlıyor.

A’mâk-ı Hayâl, iki bölümden meydana geliyor: ‘Râci’nin Hâtıraları’ ve ‘Manisa Tımarhânesi.’

Eserin iki ana kahramanı vardır: Râci ve Aynalı Baba.

Râci, Müslüman bir anne tarafından iyi yetiştirilmiş, inancı kuvvetli bir gençtir. İyi bir tahsil görmüştür. Tahsil hayatından sonra da okumaya devam etmiş fakat yanlış tercihleri sebebiyle, kendinden ve inancından şüphe eder hâle düşmüştür. Daldığı düşünceler O’na cehennem hayatı yaşatır.  Aslî hüviyetine dönmek için çeşitli muhitlere girip çıkar. Kâh müspet ilimlerle alâkalı âlimlerle görüşür, kâh mistik ve felsefî çevrelerle hemhal olur. Fakat tatmin edici neticeye ulaşamaz. Bu ruh hâliyle bir gün mezarlıkta karşılaştığı Aynalı Baba’nın tesir alanına giriverir.

Aynalı Baba, şehrin mezarlığındaki kulübede yaşayan, ney üfleyip gazeller söyleyen cerbezeli bir şahsiyettir. Râci, ruh ve madde âlemi hakkında âlimlerden alamadığı mâlumâtı,  O’ndan öğrenmeye çalışır. Aynalı Baba ney üflerken hayâlî yolculuklara çıkar. Bu yolculukların her biri birer hikâye veya masal şeklindedir ve hepsi tasavvufun, bilhassa Vahdet-i Vücûd inancının bir yönünü anlatır. Bu hikâyelerin kurgusu çok çeşitlidir; antik dinlerin öğelerinden mistik düşüncelere kadar birçok farklı kavramı barındırır.   

Yolculuklarda kimler ve neler yoktur ki…  İmam-ı Gazzalî, Buda inancının kurucusu Gotama Şakyamuni, Zerdüşt, Mahfel-i Âzam, Devr-i Dâim Şehri, Sâha-i Azâmet ve diğerleri…

Bu yolculuklar sırasında arzularına hâkim olamadığı için Nirvana’dan geri çevrilir.

Sonunda Râci, daha önce Aynalı Baba’nın da bir müddet kaldığı Manisa Tımarhânesi’ne düşer. 

En sonunda…

En sonunda ne olduğunu kitabı okuyanlar öğrenecekler. Okuduklarından ve öğrendiklerine üst seviyede memnun olacaklar.

Bölüm sonlarındaki açıklamalı yorumlar, denilebilir ki asıl metinden daha mühimdir. Bu bölümlerde Brahmanizm, Zerdüştlük, Budizm gibi inanç sistemlerinin, Şâzeliye tarîkatının hususiyetleri hakkında etraflı bilgiler veriliyor. Daha geniş mâlûmata ulaşmak isteyenler için; isimleri, yazarları, basım yeri ve yılı ile yayınevi ismi zikredilmek suretiyle, kitaplar tavsiye ediliyor. Metinde yer alan bölümlerde yazılanların Kur’an âyetleriyle bağlantıları belirtiliyor.

*   *   *

Ötüken Neşriyatın, 2024 yılında 12 X 19,5 santim ölçülerinde karton kapak içerisinde 196 sayfalık kitabını yayına hazırlayan Doğukan Oruç ve Editör Necâti Tonga tarafından titiz araştırmalara istinat ettirilen bilgiler, eseri okunmaya değer hâle getiriyor. 

100 yıl önce yazılmış esere, kolay anlaşılabilirlik özelliği kazandırmak için ‘günümüz Türkçesi’ne çevrilmesinin isâbetli bir tercih olup olmadığı; hiçbir mâhir mütercimin, Ahmed Hilmi’nin üslûbundaki ihtişamı okuyucuya intikal ettiremeyeceği gözönünde bulundurulmak şartıyla. düşünülebilir

Yavan piyasa romanları sebebiyle kendisini okumaktan tecrit eden; zevk sâhibi ve cefakâr okuyucu edebiyat zevkini tattıracak kitapları hasretle bekliyor. Diğer taraftan 100 yıl öncesine ait Türkçeyi hatâsız olarak sayfalara ve satırlara intikal ettirebilecek kitap mütercimlerine selâm ve teşekkürler…  

ŞEHBENDERZÂDE FİLİBELİ AHMED HİLMİ: Günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan Filibe’de,1865 yılında dünyâya geldi. Babası Şehbender (Konsolos) idi. Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ni bitirince Posta ve Telgraf Nezâreti’nde, ardından Düyûn-ı Umûmiyye Nezâreti’nde çalıştı. (1890). Vazifeli olarak gittiği Beyrut’ta Jön Türklerle temas kurduğu için İstanbul’a döndüğünde tevkif edilerek Fîzan’a sürüldü (1901). Sürgünde iken tasavvufa alâka duydu. 1908’de İkinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra döndüğü İstanbul’da bir süre Dârülfünun’da felsefe müderrisliği (profesörlüğü) yaptı. Siyâsî, felsefî ve fikrî yazılarıyla İkinci Meşrutiyet sonrası İstanbul basınında önemli bir yazar olarak kabul edildi.  1910 yılında ‘Hikmet’ isminde haftalık bir dergi yayınlamaya başladı. Daha sonra ‘Hikmet Matbaa-yı İslâmiyye’ isimli tesisini kurdu. Siyâsî tenkitlerinin dikkat çekmesi ve yönetim çevrelerini rahatsız etmesi üzerine 1911’de matbaası kapatılarak önce Kastamonu’ya sonra da Bursa’ya sürgüne gönderildi. 1912 yılında İstanbul’a ve yazı hayatına geri döndü ise de gazetesi yeniden kapatıldı. İkdam, Şehbâl, Yeni Tasvîr-i Efkâr ve Sırât-ı Müstakim gibi gazete ve dergilerde siyasî ve felsefî yazılar yazdı. 1914’te, 49 yaşında iken âniden vefat etti. İddiaya göre Masonlar tarafından zehirlendi. Kabri, Fâtih Câmii haziresindedir.    Yazılarında batı taklitçiliğine karşı çıkmış, özellikle Tanzimat’la başlayan modernleşme hareketinin klasik Osmanlı-İslâm kültür ve kurumlarıyla nasıl uyuşmasının gerektiği üzerinde durmuş, İslâm felsefesiyle batı felsefesi arasında uzlaşma yolları aramıştır.  Tasavvuftan tarihe, kelâmdan günlük siyâsete uzanan geniş bir alanda kaleme aldığı eserlerleriyle İkinci Meşrutiyet döneminin önemli fikir ve sanat adamları arasında yer aldı. Roman, piyes ve araştırma-inceleme kitapları ve Şeyh Mihriddin Arusi müstear ismiyle yazıp yayımladığı tasavvufî yazılarının yanı sıra ‘Özdemir’ mahlasıyla yazdığı vatanseverlik şiirleri bulunmaktadır. Yazıp yayınladığı kitaplar: Senûsîler ve On Üçüncü Asrın En Büyük Mütefekkir-i İslâmîsi Seyyid Muhammed es-Senûsî, Müslümanlar Dinleyiniz, Hz. Peygamberden Günümüze Kadar İslâm Târihi (Bu eseri Ziya Nur Aksun tarafından yayına hazırlandı, 17 x 24 santim ölçülerinde sert kapak ciltli ve 920 sayfa olarak 1974 yılında yayınlandı. İkinci baskısı 2018 yılında yapıldı. İlm-i Ahvâl-i Rûh, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa, Müslümanlara Rehber-i Siyâset ve  A’mâk-ı Hayâl başta olmak üzere  25 adet kitap yazıp yayınladı. 

CEZMİ

Türkiye’de, roman türünde ilk edebî eseri 1872 yılında Şemseddin Sâmi (1850-1904) yazdı. Fikir adamı,  vatan ve hürriyet şâiri Nâmık Kemal’in ilk romanı; ‘Sergüzeşt-i Ali Bey’ olarak da anılan ‘İntibah’ 1876 yılında, Kıbrıs’ta sürgünde iken yazıldı, Vakit Gazetesi’nde tefrika edildi. Roman geniş bir halk kütlesi tarafından beğenilince, Nâmık Kemal 1880 yılında ‘Cezmi’ isimli târihî romanını yazdı. İbnülemin Mahmut Kemal İnal (1871-1957) Cezmi’den ilham alarak 1899 yılında ‘Sabih’ isimli romanı yazdı. Türk edebiyatında târihî roman yazarlığı böyle başlayıp; Hüseyin Nihal Atsız (1905-1975), Reşat Ekrem Koçu (1905-1975), Abdullah Ziya Kozanoğlu (1906-1966) ile devam edip; Murat Sertoğlu (1910-1989), Feridun Fâzıl Tülbentçi (1912-1982), Bekir Büyükarkın (1921-1998), Mustafa Necâti Sepetçioğlu (1932-2006) ile gelişti.   

Nâmık Kemal eserinde; Sultan İkinci Selim Han (1524-1574 / saltanatı: 1566-1604) döneminde İran’la yapılan savaşta bulunan Cezmi adlı vatansever bir askerin başından geçenleri anlatmaktadır. Târihî etkisinin yanında sıcak bir aşk da romanda kendini göstermektedir. Dr. Ali Sait Yağar’ın sadeleştirerek yayına hazırladığı eser, 12 x 19,5 santim ölçülerinde, 360 sayfadır.

Cezmi, kahraman bir asker olarak tasvir edilmektedir. Birikimli bir karakter olan Cezmi, cirit sporunda da ustalaşmıştır. Osmanlı’nın İranlılarla yaptığı savaşa gönüllü olarak katılan Cezmi, savaş esnasında Kırım’da Giray Hânedânı’na mensup Kalgay*Âdil Giray (1617-1672/Saltanatı: 1666-1671)) ile tanışır ve dost olur. Âdil Giray bir baskında yakalanır ve esir düşer. Bu esâret Âdil Giray’ı dönüşü olmayan bir yola sokar. İran Şâhının hanımı Şehriyar, Âdil Giray’ı görür görmez ona âşık olur. Âdil Giray ise şahın kız kardeşi Perihan’a âşık olmuştur. Bu durum kadınlar arasında bir kıskançlık krizinin çıkmasına sebebiyet verirken Şehriyar, Âdil Giray’ın da Perihan’a âşık olduğunu öğrenince her ikisini de öldürmeye karar verir. Cezmi, Âdil Giray’a yardım etmek için harekete geçer ancak (romanda anlatılanlara göre) kaderin önüne geçemez. Şehriyar’ın kanlı plânları sonucunda Âdil Giray, Perihan ve Şehriyar ölür, Cezmi ise yaralı bir şekilde kılık değiştirerek ülkesine döner.

Nâmık Kemal’in kaleme aldığı Cezmi isimli romanın merkezine târihî bir olayı koymaktadır. Bu sebeple romanda yer alan karakterlerin bir kısmı gerçekte yaşamış târihî şahsiyetlerdir. Vatan, millet gibi temaları eserlerinde sıklıkla kullanan Nâmık Kemal bu romanında, yiğitliği ve vatanseverliğiyle öne çıkan bir karakter kurgulamıştır. Cezmi romanı bu özelliğinin yanında tutkulu bir aşk hikâyesini anlatmakta ve politik çekişmelere de yer vermektedir.

Cezmi, edebiyat otoriteleri tarafından sübjektif olması nedeniyle eleştiri almıştır. Nâmık Kemal kendi görüşlerini romanında aktarırken, yer yer mübalağa yapmış ve psikolojik tasvirleri ihmal etmiştir. Fakat Cezmi, artısıyla eksisiyle Türk edebiyatında yazılmış ilk târihî romandır. Konusunu târihten alması ve gerçek karakterlere yer vermesi ile alanında ilk olarak kendinden sonraki kuşaklarda örnek teşkil etmiştir.

Eserin özeti, kitabın arka kapağında verilmiştir:

Eser 16. yüzyılda cereyan eden Osmanlı-İran savaşları üzerine bina edilmiştir. Şâir mizaçlı asker Cezmi’nin yetişmesi, savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar, bu esnada tanışıp dostluk kurduğu Âdil Giray’ı esâretten kurtarması ve Âdil Giray’ın İran’da başından geçen hadiseler romanın konusunu oluşturur. Olaylar Osmanlı İmparatorluğu, İran Şahlığı ve Kırım Hanlığı devletleri etrafında gelişir. Tanpınar’ın ifâdesiyle târihî kadro içerisinde ideolojik bir roman olan Cezmi’de İslam birliği fikri işlenir. Nâmık Kemal’e göre Osmanlı Cihan Devleti’nin başı çektiği bir İslâm birliği kurma düşüncesinin önündeki en büyük engellerden biri, İran’daki Şii iktidardır. İran’da Sünni bir iktidarın yönetime gelmesi, İslâm birliğini sağlama yolunun önünü açacaktır. Romandaki olaylar da bu minvalde gelişir. Yatan sevgisi, iktidar mücâdelesi, esâret, aşk ve kıskançlık gibi temalar ise romanın diğer yönlerini teşkil eder. Bütün bu özellikleriyle Cezmi, Nâmık Kemal’in önemli eserlerinden biri olduğu kadar edebiyatımızın klasiklerinden biri olarak da ön plana çıkmaktadır.

Not: Romanda, hakîkatten uzaklaşılmıştır. Âdil Giray, İran’da ölmedi, savaştan sonra Kırım’a döndü, Han oldu, 1671 yılında Birinci Selim Giray tarafından tahtan indirildi, Bulgaristan’daki Karnobat’a sürgün edildi ve ertesi yıl orada öldü. Bu tür sapmaların destanlarda görülmesi tabiidir. Fakat târihî romanlarda olmaması gerekir.

*Kalgay: Kırım Hanlığında, Han tahtında oturan şahsın, ileride han tahtına oturması kararlaştıran oğlu. Fakat bu kişi, mutlaka ‘han’ olmayabilir. Osmanlı Devleti’ndeki şehzâdenin karşılığıdır. Kalgay’ın bir alt unvanı ‘Nureddin’dir. Ayrıca han âilesine mensup olup da savaşlara katılan ve kahramanlıkları bilinenler, ‘Sultan’ olarak anılır.

NÂMIK KEMAL: (1840-1888) Tekirdağ’da dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Kemal’dir. Babası İkinci Abdülhamid Han’ın müneccimbaşısı olan Mustafa Âsim Bey, annesi ise Bosna’nın ileri gelenlerinden Abdüllatif Paşa’nın kızıdır. 1848’de annesinin ölümünden sonra dedesi ile İstanbul’a gelen Nâmık Kemal, önce Bevazıt Rüştiyesi’ne sonra da Valide Mektebi’ne gönderildi. Farsça ve Arapçasını ilerletti, klasik şâirleri okuyup aruz veznini öğrendi. Hâriciye Nezâreti Tercüme Odası’nda işe başladı. Burada tercüme yapacak kadar Fransızca öğrendi, aralarında Ziya Paşa’nın da olduğu yeni dostlar edindi. Tercüme Odası’nda beş yıl kadar çalışan Nâmık Kemal, Encümen-i Şuâra toplantılarına katılmaya başladı. Bu toplantılar sâyesinde şöhretini geniş çevrelere ulaştırdı. Bu toplantıların birinde İbrahim Şinasi ile tanıştı. Şinasi’nin yenilikçi düşüncelerinden etkilendi. 1865’te Paris’e giden Şinasi, Tasvir-i Efkâr’ın yayın sorumluluğunu ona verdi. ‘Yeni Osmanlılar’ cemiyetine katıldı. 18 Mayıs 1867’de Paris’e gitti. 29 Haziran 1868’de Ziya Paşa ile Hürriyet isimli bir gazete çıkarmaya başladı. 24 Kasım 1870’de İstanbul’a döndü. Yazdığı yazılar, kaleme aldığı roman ve tiyatrolar sebebiyle sürgünler, soruşturmalar birbirini takip etti. 1871’de Ali Paşa’nın ölümünden sonra İbret gazetesi etrafında yeniden arkadaşlarıyla bir araya geldi. Epeyce ilgi gören gazete, eleştiri oklarını hükümete yöneltince geçici olarak kapatıldı ve sorumluları çeşitli görevlerle İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Nâmık Kemal, bu kapsamda Gelibolu mutasarrıflığına gönderildi. Burada da siyâsî yazılar yazmaya devam edince görevinden azledildi. İstanbul’a dönen Nâmık Kemal, yeniden İbret’in başına geçti. Bu sefer daha sert yazılar yazdı. ‘Vatan yahut Silistre’ isimli oyunu nedeniyle Magosa’ya gönderildi. Üç yılı aşkın bir süre Magosa’da kalan yazar İntibah, Âkif Bey, Gülnihal, Zavallı Çocuk, Kara Belâ gibi eserlerini burada yazdı. Tahrib-i Harabat, Takip, Kenan Müdafaanamesi başta olmak üzere birçok makaleyi de yine bu yıllarda kaleme aldı. Sultan Beşinci Murat’ın tahta çıkmasıyla birlikte ilan edilen umumî affa bağlı olarak 18 Haziran 1876’da İstanbul’a döndü. Kısa bir süre sonra İikinci Abdülhamid Han’ınn tahta çıkmasıyla birlikte devletteki görevine iâde edilen yazar, Şura-yı Devlet âzası olarak Kanun-u Esasi’nin hazırlanmasında çalıştı. Yönetimle tekrar fikir ayrılığına düşen Nâmık Kemal tutuklandı. Beş aylık bir tutukluluktan sonra 19 Temmuz 1877’de Midilli’ye sürgüne gönderildi. Gelibolu ve Magosa’dan sonra bu üçüncü sürgününde de siyasi konularla ilgilendi. Daha sonra Rodos mutasarrıflığına tâyin edilen Nâmık Kemal, Aralık 1887’ye kadar burada kaldı. 2 Aralık 1888’de zatürreden öldü. Cenazesi önce bu adaya defnedildi daha sonra Gelibolu’ya Şehzade Süleyman Paşa’nın Bolayır’daki kabrinin yanma nakledildi. Eserleri: Tarih: Devr-iİstila (1867), Barika-i Zafer (1872), Silistre Muhasarası (1873), Kanije (1874), Osmanlı Tarihi (4 cilt) (1908-1909) Biyografi: Evrak-ı Perişan (1872), Tercüme-i Hâl-i Nevruz Bey (1875) Roman: İntibah – Sergüzeşt-i Ali Bey (1876), Cezmi (1880-1882-1883) Tiyatro: Vatan yahut Silistre (1873), Zavallı Çocuk (1873), Âkif Bey (1873), Gülnihal (1875), Celâleddin Harzemşah (1876), Kara Bela (1908) Eleştiri: Tahrib-i Harabat (1874), Mes Prisons Muahe- zenâmesi (1885), Takip (1885/1886), İrfan Paşa’ya Mektup (1887), Renan Müdafaanamesi (1326/1910) Antoloji: Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr (1886) Diğer: Bahar-ı Daniş (1874), Rüya (1898).
Dr. ALİ SAİT YAĞAR: 1992 yılında Aydın’da doğdu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. Modern Türk şiirinde sevgili tipolojilerini incelediği doktora tezi, Canan Aramızda Bir Adındı/Modern Türk Şiirinde Sevgili (2023) adıyla Ötüken Neşriyat tarafından yayınlandı. Modern Türk edebiyatı üzerine çalışan, çeşitli dergilerde makaleleri yayımlanan Yağar, hâlen İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev yapmaktadır.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.

  İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50

 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr  www.otuken.com.tr 

Önceki İçerikKonudan Konuya  (49)
Sonraki İçerikLaiklik
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.