Din, Akıl ve Bilim

143

Türkler 9. Yüzyılda Müslümanlığı kabul ettikten sonra İmam Maturidi Türk âdet, gelenek ve görenekleriyle yorumlayıp;

Milleti, aklı, bilimi ve Kur’an’ı anlayarak okumayı esas alan Türklere uygun itikadi mezhebi hayata geçirmiştir.

*

Ondan aldıkları ışıkla Türkistan’dan hareketle, Sarı Saltuk Balkanlar’a, Ahmet Yesevi Anadolu’ya Müslümanlığı yaymak için yola çıktılar.

*

“Kim olursan ol gel” diyen Mevlana, “Eline, beline, diline sahip ol” diyen Hacı Bektaş, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nasıl okumaktadır” diyen Yunus’lar onun gibi aklı, bilimi esas alan Anadolu evliyaları bu topraklarda bu sayede yetişerek milletimizi yücelttiler.

*

Yücelerek geldiğimiz 17. yüzyılda Yavuz Sultan Selim ile hilafete talip olduk.

Halifeliği getirirken maalesef üç bin aklı, bilimi reddeden, sadece tebliği esas alan, kadını cahiliye dönemindeki gibi ikinci sınıf gören, saltanat için evlat katline fetva veren, matbaayı günah sayan, medreselerden felsefeyi ve fen bilimlerini kaldıran, milleti reddedip ümmeti esas alan, milletimizi milli kimliğinden uzaklaştıran Bedevi âdet, gelenek ve göreneklerine uyan Eşari imamlarını da getirerek, milletimizi akıldan, ilimden, bilimden uzaklaştırarak, Kur’an’ı anlayarak okumayı gerek görmediği için yıkılmaz denilen koskoca Osmanlı’nın Emevi zihniyeti ile yıkılmasına sebep olduk.

*

18. Yüzyıla gelindiğinde artık her yönden Avrupa’nın gayet gerisinde kalmış bir Osmanlı Devleti vardı.

*

Çünkü artık devlet idaresine zulüm girmiş oldu.

İktidar için gencecik, çocuk yaştaki padişah çocuğu, sadrazamların boğazlanmasına fetva veren Şeyhülislamlar devlet yönetimine hakim oldu.

*

Ta ki Mustafa Kemal Atatürk’e kadar devam eden bu yıkılış, vatanımızın kurtarılıp, devletimizin kuruluşu ile birlikte, Atatürk yüce dinimiz anlaşılsın diye Elmalılı Hamdi Yazır’a yüce Kur’anımızın Türkçe mealini yazdırdı.

O meal yaklaşık yüzyıl geçmesine rağmen bugün hâlâ en sahih referans mealdir.

*

Şeriat, tarikat, hakikat felsefesinden hareketle, artık hakikat dönemi olduğu bilincini esas alarak, tarikatları kapatarak, dinimiz kötü niyetlilerin, (son yıllarda Feto gibi) sapık cemaat ve tarikatların eline geçmesin diye Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu.

Artık Müslümanlar için birlik beraberlik sağlayamadığı, geçerliliği kalmadığı için hilafeti lağvetti.

*

Hilafeti lağvettiği 1924 de padişahda vardı, halife de vardı, halifelik de vardı.

Eğer halifelik Müslümanların birliğini sağlamış olsaydı Osmanlıyı yıkıp o Müslüman devletleri kurmazlardı.

1918 de Osmanlı’nın parçalanmasından sonra Osmanlı’dan ayrılanlar 17 devlet kurdu bunların sadece 2 si Hıristiyan, diğer 15 i ise Müslüman devletlerdi.

Müslümanlığı değil milli kimliklerini esas aldılar.

*

Şu anda halen halifelik boşta olmasına rağmen, hiç bir Müslüman ülke talip olmamış, onlar da bunu bildikleri için de halen talip olmamaktalar.

*

Sonuçta Atatürk, Hacı Bektaşın işaret ettiği gibi eline (vatanına), beline (toprağına), diline (lisanına), sahip ol diyerek Diyanet İşleri Başkanlığının yanı sıra milli değerlerimize sahip çıkıp geliştirelim diye Türk Dil Kurumunu ve Türk Tarih Kurumunu da kurmuştur.

*

Maalesef Atatürk’ün ömrü kısa sürmüş ve Eşari felsefesi, Bedevi anlayışı, Emevi zihniyeti inanç sistemimize yeniden hâkim olmuştur.

*

Nitekim ahlak peygamberi Hz Muhammet’in felsefesinden beslenmeyen, artık kadını ikinci sınıf gören, ezen, dışlayan, gereğinde tecavüzü hak gören, çocuklarımıza tasallut eden, fakire şükrü tavsiye edip israf demeyip, villalarda oturup, lüks arabalar binen, yanmaz kefen bezi satan, deve sidiğine şifa diyen, yaptıkları dualarla(!) düşman uçaklarının uçuş sistemini bozduğunu iddia eden türedi din adamlarını işitir olduk

*

Ülkemizin kurucu kadrosunun başını çektiği Gazi Paşamız ATATÜRK’ÜN başlıca inkılâplarından biride milli ruhu tarih sahnesine çıkartarak güçlendirmesini sağlamıştır.

“Millî ruh, bir milletin ortak değerlerine, inançlarına ve kültürüne bağlılık ve sadakat duygusunu ifade eden bir kavramdır. Bu ruh, bir milletin fertlerinde aidiyet duygusunu geliştirir, millî kimliği oluşturur, millette dayanışma, paylaşma ve birlikte çalışma yoluyla ortak hedeflere ulaşma arzusunu, mücadele gücünü artırır” , “Millî ruhun bileşenlerinin “Türk dili, vatan, millet ve bayrak sevgisi, din ve inanç duygusu, ortak tarih ve kültür, millî hedefler ve ülküler, millî ve dinî bayramlar, geleneksel günler ve törenler, millî marşlar ve diğer millî semboller” olduğunu, başta din adamları olmak üzere karamalıyız.

 Millî ruhun oluşması için, millî kimlik ve aidiyet duygusunun güçlü olması gerektiğini, bunun sonucunda , “millî şuur” ve “milliyet duygusunun oluşacağını, bunun da “Milliyetçilik” fikrine ulaştıracağı gerçeğini kavramalıyız. “Hiçbir insan, milliyetçi olarak doğmaz. Milletin şuuruna erdikçe, mazisini, halini tanıyıp, istikbalini düşündükçe ve izdıraplarını kalbinde duydukça milliyetçi olur

*

Kendi kökünden ve izinden, toprağından ve dilinden kopma; onlar bu kötü naçar hayatımızda mutluluğumuzun pınarlarıdır.