Kızılırmak Kızılca Kıyâmet

9

Bafralı yazar Mustafa Usta; 14 X 20 santim ölçülerindeki 407 sayfalık  ‘Belgesel Roman’ olarak vasıflandırdığı eserinin daha ilk sayfalarına Anadolu insanının sıcak ve samîmiyetli konuşmaları ile başlıyor. Bu samîmiyeti en mükemmel şekilde ve bütün teferruatı ile okuyucuya yansıtıyor: Anneler, evlâtları askere veya başka bir şehirdeki okula giderlerken de dönüşlerimde de ağlar. Ağlamak hem hüznün hem de sevincin göstergesidir.

Evin hanımı telaşlı bir şekilde ev işleriyle meşgulken, ortalıkta dolaşan kişileri; kızı veya evlâdı, beyi veya kardeşi… kim varsa, onlara olan sevgisini veya saygısını emâneten bir kenara koyar ve onları, ‘ayak altında dolaşmakla’ itham ederek otoriter davranışlara yönelir. Erkekler de bu lâfın altında kalmayıp ‘işlerini becerememiş olmanın hıncını benden alıyorsun’ diye karşılık verir. Gören, duyan kavga ettiklerini, meselenin büyüyeceğini zanneder. Bu sataşmalar, karşılıklı sevgi ve saygının dışa vurumudur.

Sonraki sayfalarda anlaşılıyor ki eserin birinci bölümünün kahramanı, olumsuzluklarla neticelenen iki hamilelik döneminde sonra dünyâya gelen tek evlâttır. Onun için bütün âile fertleri tarafından çok sevilir. Bu sevgi; ‘gel bakalım eşek sıpası’ diyerek ilân edilir. Neyse ki sevginin bu şekildeki tezâhürü, Bafralı her âilede yoktur.

İlk bölümün kahramanı Ruşen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin başlarında askerden dönmüştür. Büyük bir ihtimalle romanın yazarı târihî bilgilere âşînadıdr. Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş dönemini, klasik roman anlayışının üslûbu ile Ruşen’in dili ile okuyucuya sunmaktadır: 

Osmanlı’da siyâsî düşünce ve akımların şekillenme dönemi, Tanzimat ve Müdâhale dönemlerinde olmuştur. (1839-1876) Bu dönemin bütün siyâsî olayları ve sosyal hareketlenmeleri, on dokuzuncu yüz yılda şekillenmiş Avrupa’nın etkilerini taşımakta ve Osmanlı Cihan Devleti’ni sarsan iç ve dış sebeplerin etkisi altında bulunmaktadır. Fakat bu dönemde gelişen akımlar için, henüz bir siyâsî parti tanımını yapmak mümkün değildir.

Bu oluşumlar ikiye ayırılabilir. Öncelikle, Avrupa kaynaklı millî akımların etkisiyle Osmanlı uyruğundaki halkların, hür bir devlet kurma isteğiyle oluşturmuş kuruluşları görmekteyiz. Ardından da, felâkete sürüklenen Osmanlı’nin daha hür, daha demokratik bir yapıya kavuşması ve eski görkemli günlerine dönmek için oluşmuş, Türk aydın teşkilatlarını güçlendirmektir. .

Sonuçları bakımından değerlendirildiğinde bu hareketlerin çok güdük ve etkisiz kaldığını görmekteyiz. Öte yandan bu teşkilâtlı çalışmaları, Birinci Meşrutiyet’in kabul edilişinin etkenleri arasında görmek gerekir. Özellikle etkileri açısından birinci Jön Türk hareketi diğerlerine oranla daha öne çıkmaktadır. Bu hareket 1876’da ‘Kanun-i Esasi ’yle amacına ulaşmış olmakla birlikte, iki yıl sonra Ana Yasanın askıya alınmasıyla başarısız kalmıştır.

Aslî vatandaş durumunda olmayan Osmanlı halklarının Avrupa’dan gelen ‘Milliyetçilik’ akımından ilk etkilenenler, Yunanlılar ve Ermenilerdir.

Başlangıcında Fransız Devrimi başarılı olamamıştı. Ama dünyâ üzerinde yarattığı tesir bakımından ele alındığında bütün dünyâyı saran milliyetçilik ateşi ilk orada yanmıştı. Avrupa’nın diğer devletleri Fransa’da gelişen yeni devrime karşı tavırları çok sert olmuştu. Çünkü bu akım bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyordu. Avrupa’nın feodalleri 1814’de topladıkları Viyana Konferansı’nda, yıkılan eski yönetimleri hûkukî olarak kabul eden bir karar almıştı. Ve Milliyetçilik akımına karşı sert önlemler almaktan kaçınmamışlardı.

Viyana’da alınan bu karar Avrupa halklarının tepkisini çekmişti. Devrim hareketi yüz yıllığına yer altına çekilerek savaşına devam etmek durumunda kalmıştı. Dönemin Avrupa basını bu durumu:

İhtilal yenilmiş fakat öldürülememiştir. O krallıkların satıhta yerleşmesini mümkün kılarak görünmeyen derinliklere çekilmiştir‘ diye nitelemişlerdi.

Ardından bağımsızlık savaşlarını devam ettirebilmek için birçok gizli teşkilât kurulmuştu. Bunlar model olarak İtalya’da kurulmuş olan ‘Karbonari Teşkilâtını örnek almışlardı. Programlarındaki farklılık ise yalnızca, ortaya konan maksatların teferruatında ortaya çıkıyordu. Meselâ İtalya’da Karbonariler maksatlarını: ‘Yabancı kralı atmak ve milli bir krallık oluşturmak‘ olarak programlarına yazmışlardı. Fransızlar: ‘Cumhuriyetçi bir yönetim oluşturmak‘, Almanlar ise, ‘Millî birliği sağlamak‘ diye yazmışlardı.

Avrupa nezle olduğunda, Osmanlı zatürree oluyor’ diye tanımlanan on dokuzuncu yüz yılda, Avrupa’da yaşanan gelişmelere Osmanlı halkları kayıtsız kalmamışlardı. Özellikle Müslüman olmayan Osmanlı halkları kendi millî şuurlarını bu dönemde geliştirmeye başlamışlardı. Artık onlar bağımsız bir devlet olabilmek için gizli olarak teşkilâtlanmıştı. Avrupa bu dönemde Osmanlı içinde uyanmaya başlayan bu şuuru ve örgütlenmesini, bütün varlığıyla destekliyordu.

Hattâ Türkçülük adına gelişmelere de gereken desteği vermekten çekinmiyorlardı. Önemli olan birleşmiş milletler görünümü veren Osmanlı’yı, bileşenlerinden ayırmaktı.

Avrupalılara bunu yaptıran sırf bir hürriyet hareketine sempati duymaktan öte, kendi kafalarında şekillenmeye başlayan yeni dünyâ düzenini hayata geçirmekti. Onların Osmanlı’nın geleceği ile ilgili başka türlü ve çeşitli hesapları vardı.

Osmanlı içindeki ilk teşkilâtlı hareketler sonucunda; Yunanlıların bağımsızlığını isteyen ‘Etnik-i Eterya’ ve Ermenistan’ın bağımsızlığım isteyen ‘Hınçak Komitesi’ ortaya çıkmıştı. Yunan halkı Osmanlı içinde ilk bağımsızlığını kazanan uyruk olduğu göz önüne alınırsa ‘Etnik-i Eterya’nın başarıya ulaştığını söylemek mümkündür. Bu örgüt Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından kendisini dağıtmıştı. Uzun bir uyku döneminin ardından Bafralların da başına belâ olacağı, Birinci Dünyâ Savaşı’nm ardından tekrar ortaya çıkacaktı.

Sonuca ulaşma açısından bakıldığında Ermeni örgütlenmeleri Yunanlılar kadar başarılı olamamışlardır. Özellikle 1860 yılında Ermenilerin bağımsız bir Ermenistan düşüyle, örgütlenmeye başladıklarını görmekteyiz. Dünyânın birçok ülkesine dağılmış olan Ermeniler Osmanlı’ya karşı ortak hareket etme kararıyla, çeşitli örgütlenmelere gitmişlerdi. Bu örgütler Fransa’nın koruması ve engin desteğiyle Avrupa’nın gündemine taşınıyordu. Ve bu tarihlerden sonra Osmanlı’nın imzaladığı her barış anlaşmasında Ermeniler, mutlaka maddelerden bir veya bir kaçında kendilerinden söz ettirmeyi başarabilmişlerdi.

Yine bu Ermeni örgütlenmeler Osmanlı içinde birçok örgüt başkaldırmış, özellikle doğuda birçok karışıklığa sebep olmuşlardı.

Avrupa’da çeşitli faaliyetler düzenleyen Hınçak Komitesi elini Kafkaslara da atmış, burada yaşayan Ermenileri Taşnaksutyun adıyla teşkilatlandırmıştı. Bu ok-imeler Bulgar ve Yunan komitacılarla işbirliği içinde olmuşlardır.

Eserin diğer bölümlerinde târihle ilgili bilgeler kronolojik sıralama ile verilmiştir. 

Eserin devamında olaylar, Ruşen ve arkadaşlarının hikâyeleriyle ilerler. İkinci bölümde Ruşen’in çocukluk yaşlarına dönülür. Ruşen’in yaşıtı Mitat ile ve diğer yaşıtlarıyla tanışması vesile edilerek Bafra’daki hayat, Kızılırmak üzerindeki köprü çevresinde devam eder.

Çeşitli vesilelerle Ruşen’in çevresinde bulunan insanların hayat hikâyeleri, ancak tahayyül gücü aklına, zihnine ve gönlüne, hattâ bütün bedenine sığmayan biri tarafından yazılabilecek zenginliklerle ve olağanüstü olaylarla dolu.

Ruşen’in arkadaşlarından Mitat’ın babası Çeto Memed’in hikâyesi:

On yıl hapis yattıktan sonra sağlığını yitirmiş, dağlara vedâ etmek mecbûriyetinde kalmıştı. O da Kezban gibi şifa yurdunda tedâvi görmüş, Kezban’la ev ocak olup sâkin bir hayat yaşamıştı. Ta ki, Millet kıraathanesinde karıştığı bir kavgada, iki kişiyi bıçaklayıp öldürene dek.

Kimse nasıl olduğunu anlayamamıştı. Bir bilinmezlik içinde mahkeme Çeto Memed’i ip ile idamına hükmetmişti. Kezban kucağında Mitat, Taşhan’ın önündeki çınar ağacının dalma asılı kocasının ölüsüne ağlamıştı. Sessiz ağlamıştı. Öyle feryat figan etmemişti. Bunda kocasmm vasiyetinin de etkisi olmuştu. Uzun konuşamamışlardı. Daha doğrusu Memed bir şeyler söylemiş, o da sessizce gözyaşı dökerek dinlemişti.

Eğer ben öldürmeseydim, onlar beni öldüreceklerdi. Ama şu kadere bak ki, yine de ölümden kaçamıyorum. Mitat’a iyi bak. O babasıyla hiçbir zaman utanmasın. Hakkını helal eyle’ diyebilmişti.

Ve bir hafta sonra Cuma sabahı, çınar ağacına asmışlardı onu. Cesedi ibret-i âlem olmak için üç gün ağaçta asılı kalmıştı. Üçüncü gün Kuru Aslan’ın oluşturduğu bir cemaatle Emir Mirza mezarlığına gömmüşlerdi onu.

Kezban’ın tek tesellisi ona vermeyi başardığı bir erkek evlat olmuştu. İki ölü çocuğun ardından Mitat Dünyâya gözlerini açmıştı. Üzerine titremişti Mitat’ın. Karasakallı hocanın dediklerini bir bir yerine getirmişti.

Çeto Memed öfkeli bir yapıya sâhipti. Asla kin tutmazdı. Siniri gelip geçiciydi. Ama öfkelendi mi, gözü hiçbir şeyi görmezdi. Korku nedir bilmezdi. Yakalanmadan önce Nebyan dağlarında her kuş ona tekmil verirdi. Dostu da çoktu, düşmanı da. Millet kıraathanesinde yaşanan olay da, eski bir hesabın görülmesinden başka bir şey değildi. Onca yılın çetesi mahpus edildiğinde ne dikili bir ağacı, ne de tek metelik kara gün akçesi vardı. Mahpus yattığı yıllar arkadaşlarına sık sık: ‘Acıyan, acınacak duruma düşer. Benim durumum size numune olsun’ derdi.

Gerçekten de acıma duygusu sonsuzdu. Korkusuz olduğu kadar da, eli açık bir adamdı. Ona uzanan el, asla boş dönmezdi. Paylaşmayı severdi. İnsanlardan ona kötülük gelmeyeceğini düşünürdü. Kurtçular köyüne dâvet edildiği düğüne gelirken yolda pusuya düşürülmüştü. Onun düğüne dâvet edilmesi, ona kurulmuş bir tuzaktı. Onu faka bastıranlara hiç kin beslemedi. Mahpustan çıktığında da, ihânet dâvâsını unutmuştu. O kendisine kızmıştı. Acemi eşkıyalar gibi yakalanışına hayıflanmıştı.

Aslında iyi oldu’ dediği de olmuştu. ‘Dağların sonu yok. Eşkıyacılığm tekaüdü  görülmemiş bir hülyâ’ deyip kendisini avutmuştu. Özlemi, sâkin bir hayat yaşamaktı, ama başaramamıştı işte.

Yağlı ilmek boynuna geçerken yalnızca doyamadığı oğlunu ve karısını düşünüyordu. ‘Çeto, sen ölüp kurtuluyorsun. Peki o biçare kadın ile günahsız sabi ne yapacak?’ diye kendisini sorgulamıştı.

Bir de duâ ediyordu; infaz edilişini karısı görmesin diye. Duâsı kabul olmuş, karısının haberi bile olmamıştı. Komşularından Muammer haber vermişti:

Allah geride kalanlara sabır versin. Memed Ağamı asmışlar’ diyebilmişti. Dünyâsı başına yıkılmıştı Kezban’ın. Çocuklarının ölümünden farklıydı kocasının ölümü. Çocuklarının ölümünde içinde sönmez ateşlerin yüreğini dağladığını hissetmişti. Bu yangın uzun zaman devam etmişti.

Kocasının ölü bedenini gördüğünde ise içinde bir şeyler yıkılıp tuzla buz olmuştu. Yıkılan evinin direği, göçen arkası olmuştu. Artık Kızılırmak’ın üstünde bir Mitat, bir de kendisi öyle yapayalnız kalmışlardı.

Hastalıklı oluşundan mı, yoksa başkaca bir sebebi var mıydı bilinmez; kapısına görücü gelmemiş, evlenme teklifiyle de karşılaşmamıştı. Belki bunda onun sık sık: ‘Kocam da oğlum Mitat da… Alın yazımız böyleymiş, böyle de olacak’ demişti.

Komşular ilk zamanlar:

Gençsin, güzelsin. Evlenirsen seni kimse kınayamaz’ demeye kalkmışlardı da, o hemen konuyu kapatma yoluna gitmişti. Bir Sekine kadm ona:

Namusunla otur oturduğun yerde. Bir kocadan yüzü gülmeyenin başka kocada yüzü güldüğü görünmüş bir şey değildir. Çocuğun erkek. Göz açıp kapayıncaya kadar boyunca herif olur çıkar; sen de anlayamazsın’ diye öğüt vermişti.

Doğdu doğalı, feleğin şamarını hep ensesinde hissetmişti. Kezban kadere boyun büküp teslim olmuş onu ne yana sürükleyecekse razıydı. Artık yirmi iki yaşında dul kalmış, bundan sonra ne kadar yaşayacaksa oğlu için yaşayacaktı. Kocasının emâneti Mitat’ı hayata hazırlayacak, onun evin yönetimini devralacağı günü iple çekecekti.

Bu gün Mitat dokuz yaşındaydı ve elinde tuttuğu balıkla, gelecek için Kezban’a umut saçıyordu. İşte onu böyle ağıtlar içinde koyan, feryat-figan ağlatan, yıllardır beklediği şeyle âni yüzleşmesiydi. Yüreği dolmuş, dilinden taşmıştı.

Mustafa Usta’nın başarılı eserinde bunlara benzer pek çok hikâye var. ‘Ağlamak ferahlatır.  Ağlamayı beceremeyenlere ağlamak gerek’ diyenler yanına birkaç mendil alıp kitapla baş başa kalabilir. Özellikle kendisinden kötü durumda olanlara bakıp şükretmek yerine, kendinden iyilere bakıp kıskanarak gönlünü, aklını ve bedenini ateşe atanlar okumalılar. Tâ ki,  ‘Şikâyetler mihneti, şükürler nimeti artırır’ diyene kadar.

Kitabı edinmek isteyenler için: otekicocuklar@yahoo.com 

MUSTAFA USTA: Yazar. 1967 yılında Bafra’da doğdu. Bafra Lisesi’nden mezun oldu.. 1991’de gazeteciliğe başladı. Bafra’nın mahalli televizyon kanallarından Kanal 2000’de haber programları yanı sıra Yeni Çizgi adlı siyasasî tartışma programını hazırlayıp sundu. ‘Bafra Nostaljisi’   adlı bir fotoğraf paylaşım sitesi kurdu. Burada Bafra`nın eski fotoğraflarını paylaşıma sundu. Daha sonra da özellikle Bafra`nın köylerini gezerek fotoğrafladı. Bu çalışmalarını yaygınlaştırarak iller bazında yapmaya başladı. Arkasında binlerce fotoğraf karesi, yazmayı tasarladığı onlarca hikâye, şiir, roman hayaliyle sabaha karşı  (29 Haziran 2014 ‘de) aramızdan ayrıldı. Yayınlanan kitapları: 1-Öteki Çocuklar (Roman, Kendi Yayını,2003) 2-Kızılırmak Kızılca Kıyamet,(Roman, Kendi Yayını,2004), 3-Maraşantiyanın Tanrıları (hikâyeler, yayına hazır).     4-Kızılırmak`ta Gülbiçen,(roman) 5-Şiir Olup Geceye Yağmak (şiir) Mustafa Usta, Osmanlı’nın son dönem Bafra’sı ve etrafında yaşanan bir takım acı olayları muhteşem bir kurguyla romanlaştırmış. Olayları târihi belgelerle de desteklemiş olması okuyucuyu gerçek yaşanmış bir hayatın içine alıyor. Hakkında yayınlanan haber: Facebook’ta Bafra Nostaljisi isminde  bir sayfa açarak Bafra’yı dünyâya tanıtan, topladığı eski fotoğrafları yayımlayan yazar ve Şâir Mustafa Usta geçirdiği kalp krizi sonrası 47 yaşında, 29 Haziran  2014 târihinde sabaha karşı Ebedî âleme intikal etti. . Musta Usta’nın cenâzesi bugün Bahçeler Mahallesindeki evinden alınarak Bahçeler camiinde kılınan ikindi namazına müteakip Asri mezarlığa defnedildi. Cenazeye Sivil Toplum Örgütü Temsilcileri ve vatandaşlar katıldı.  (Ömer Okay Çetinoğlu’nun katkılarıyla)
Önceki İçerikHz.  Ali’nin  Yönetmeliği
Sonraki İçerikM â n â f e s t o
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.