1-BİLDİKLERİM: Kilisli Muallim Rifat Bilge
Kültür Serisinin 1127 numaralı kitabı 12 X 19,5 santim ölçülerinde, 167 sayfadır. Kilisli Muallim Rifat Bilge’nin Yeni Sabah gazetesinde 30 Eylül 1945 ile 24 Mart 1946 arasında 34 bölüm hâlinde tefrika hâlinde yayınlanan hatıralarını bir araya getirmektedir.
Yazarı, arka kapak yazısında kitabı ve kendisi hakkında şu bilgileri veriyor:
Âdet olmuştur: Büyükler büyük işlere dâir ‘hâtırat’ yazarlar; hem de bu hâtırat ekseriyetle siyâsî işlere dâir olur Bu bir güzel âdettir, fakat büyüklere tahsise ne hâcet! Küçüklerin de küçük işlere dâir yazmasına ne mâni var?
Küçük görünen bir iş, bâzen büyük bir işi tashih eder yahut bir noktasını olsun aydınlatır. Binaenaleyh ben de kendimi bildiğim günden beri nerede okudum, kimlerden okudum, neler gördüm, kimlerle görüştüm, ne gibi hâdiselere şâhit oldum; bütün bunları yazmak istiyorum.
Şu kadar var ki ‘Hâtıratım’ yerinde ‘Bildiklerim’ kelimesini istimal ediyorum. Gördüklerim, işittiklerim de buna dâhildir. Çünkü her görülen, işitilen şey de bilinmiş sayılır.
İlme, kitaba hizmetim daha çok geçtiği için iptida ilim sâhasındaki hizmetlerimden ve bu alandaki müşâhede ve kararlarımdan bahsedeceğim.
Kitapta yer alan yazıların başlıkları:
*Dîvânu Lügati’t-Türk ve Emiri Efendi. *Dede Korkut Kitabına Dâir. *Mâniler, Türküler, Destanlar. *Bir Târih Tercümesi Üzerinde Çalışmalar. *İki Eser İle Bir Seyahatnâme. *Ferhengnâme-i Sa’di. *İbn Mühenna. *Rıhle-i Rumiye Yahut Mekke’den İstanbul’a Geliş Dönüş. *El-Vâfi Bi’l-Vefeyât. *Evliya Çelebi. *Ahkâm-ı Kur’ântab’ı. *Bir Arapça Sarf Kitabının Hazırlanışı. *Otuz Ders Yahut Yeni Nahv-ı Arabî. *İki Güzel Eser ve Bir Mısırlı Münevver. *Satılık Kütüphaneler. *Hâlis Efendi Kütüphânesi. *Rıza Paşa Kütüphânesi, *İşkodralızâde Celâl Paşa’nın Kütüphanesi, *Adliye Nâzırı İbrahim Bey’in Kütüphânesi. *Bağdatlı Vehbi Bey’in Kütüphânesi. *Hoca İsmail Saib Efendi’nin Kütüphânesi. *Kaçırılan Kütüphaneler. *Bağdatlı İsmâil Paşa’nın Kütüphanesi. *Güzel Ciltli, Güzel Yazılı Kitaplar. *Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-Zunün’u. *Hazine-i Evrak Tasnif Komisyonu. *310 Zelzelesi ve Maarif Nâzırı Paşa. *Rauf Yektâ’nın Tetebbu Tarafı. *Eski Devirlerin Üç Tipik Şahsiyeti. *Arapların Hayran Kaldığı Bir Paşa. *Adliye Nâzırı Abdurrahman Paşa. *Yemen’e Gitmiş Bir Muallimin Hâtırâsı. *İran Elçisi ve İran Mekteb-İ Rüşdiyesi. *Beşiktaş Mülkiye Rüşdiyesi. *Darabanı Aşk Sâhibi İhya Efendi. *Dil Kurumu. *Hidiv Hazretlerinin Türklüğe Meyli. *Kolağası Resneli Niyazi Bey İstanbul’da. *Karadağ’da Bir Türk Müstantiki. *Mahkeme-i Cinâyet Reisi Hilmi Bey. *Devr-i İstibdatta Midilli Adasını Ziyâret. *Yakın Mâziden.
Yazı başlıklarındaki Arapça kelime ve terkipler kimseyi kitabı okumaktan vazgeçmeye yönlendirmemeli. Yazı metinleri selis bir Türkçe ile kaleme alınmıştır.
141. sayfada, ‘Dil Kurumu’ başlıklı yazının son paragrafı:
Vaktiyle bir gün Hüseyin Kâzım Bey*’i ziyârete gitmiştim. Dedi ki:
‘Ankara’dan büyük bir zattan mektup aldım, beni dil işi için Ankara’ya dâvet ediyor.’
‘Ne cevap verdiniz?’ dedim. ‘Cevabım şu’ dedi:
‘Dil Encümeni, Ankara’da değil İstanbul’da kurulmalıdır. Çünkü dil kaynakları hep buradadır. Hem de ben öyle âzâ olmak, koltuk altında bulunmak istemem. Evet benden yüksek birisi olursa ona hâk-i pay olabilirim. Fakat nasılsa orada mevki almış, malûmatı benimkinden aşağı birisine eyvallah edemem. Ben reis olmak ve istediğim zevatı kendim imtihan ile seçmek isterim. İşte bu şartları kabul ederseniz ne âlâ, yoksa olamaz.’
‘Ne cevap aldınız?’ dedim. Güldü:
‘Sükût!’ dedi.
*Hüseyin Kadri Bey: (Hüseyin Kâzım Kadri Bey olsa gerek) (1870-1934) Osmanlı Devleti’nin son yıllarında vâlilik ve nâzırlık görevlerinde bulunmuş devlet adamı ve yazardır. İstanbul’un Beylerbeyi semtinde doğdu. Babası Trabzon valiliği yapmış Kadri Paşa’dır. Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’ni bitirdi. Mülkiye Mektebi’nin idâdî kısmına kaydolmasına rağmen babasının Aydın vilâyeti defterdarlığına tâyin edilmesi üzerine İstanbul’dan ayrılarak ailesiyle İzmir’e gitti. Burada İngiliz Ticâret Mektebi’nden mezun oldu. Özel hocalardan Arapça ve Farsça dersleri aldı; fen bilimleri tahsil etti. Türk Lugatı’nı yazmaya karar verdikten sonra Yunanca ve Latince öğrendi. Merak duyduğu ziraatçılık konusundaki bilgilerini geliştirmek için bir ara Almanya’ya gitti. ‘Türk Lügati’ isimli eseri hazırlayıp yayınladı. Ziraat Nâzırlığı ve Adliye Nâzır Vekilliği yaptı. Âdil ve mücâdeleci bir tavrı vardı. Dil, din, felsefe ve ziraat ile alâkalı makaleleri; Yeni Asır, Tan, Tasvir-i Efkâr, Vakit, İkdam gibi gazetelerde, Servet-i Fünun ve Sebîlürreşad dergilerinde yayınlandı. Din konusunda muhafazakâr, dil konusunda millî görüşe sâhipti.
Kitabı yayına hazırlayan Eski Türk Edebiyatı dalında Doç. Dr. Güler Doğan Averbek’in Türkçesi hayranlık uyandırıyor.
‘Bildiklerim’ isimli kitap, Yalnızca ‘Dîvâu Lügati’t-Türk ve Emiri Efendi’ başlıklı yazı için alınıp okunmaya değer. Kültürle alâkalı insanlarımızın vazife aşkı, günümüz bürokratlarının büyük ekseriyetine örnek olacak mükemmeliyettedir.
KİLİSLİ MUALLİM RİFAT BİLGE: 1874 yılında Kilis’te dünyâya geldi. Memleketinde iken rüşdiye tahsilinin yanı sıra klasik usulde de öğrenim gördü. 1892’de girdiği Dârülmuallimîn’den 1899’da mezun oldu. 1908’de Hukuk Mektebi’ni bitirdi. 1901’de başladığı muallimlik vazifesine farklı müesseselerde 1946’ya kadar devam etti. Bu zaman zarfında Unkapanı Rüşdiyesi, Fevziye Rüşdiyesi, Dârülmuallimîn, Üsküdar İdâdisi, Vefa İdâdisi, İstanbul Sultanisi, Kabataş Sultanisi, Medresetü’l-Kuzât, Gazi Osman Paşa Sultanisi, Dârülmuallimât, Darülfünun ve İstanbul Üniversitesinde vazife îfa etti. Muallimliğin yanı sıra Türk dili, edebiyatı, kültürü, târihi alanında mühim eserleri neşirle meşgul oldu. 1915’te Âsâr-ı İslâmiye ve Milliye Tetkik Encümeni üyesi oldu ve bu sâyede pek çok mühim eseri tespit etti. Ayrıca İstanbul kütüphânelerindeki nâdir eserleri belirlemekle görevlendirilen Kütüphâneler Tetkik Komisyonu’nda görev aldı. 22 Şubat 1953’te Ankara’da vefat etti. Neşrettiği eserler: *Dîvânu Lügati’t-Türk, *Hilyetü’l-İnsân ve Halbetü’l-Lisân, *el-Kavânînü’l-Külliyye li-Zabti’l-Lügati’t-Türkiyye, *el-İdrâk Haşiyesi, *Kitâbu Ahkâmi’l-Kur’ân, *Arznâme, *Bezmü Rezm, *Evliya Çelebi Seyahatnâmesi (7-8. ciltler), *Gülzâr-ı Savâb, *Devhatü’l-Küttâb, *Keşfü’z-Zunûn, *Keşfü’z-Zunûn Zeyli, *Hediyyetü’l-Ârifin, *Kitâb-ı Dede Korkud ala Lisân-ı Tâife-i Oğuzân, *Ferhengnâme-i Sâ’dî Tercümesi, *Dîvân-ı Türkî-i Sultan Veled. Telif eserleri: Otuz Ders yâhud Yeni Sarf-ı Arabî ile Otuz Ders yâhud Yeni Nahv-i Arabî’dir. Bilge’nin mânileri derlediği bir çalışmasının yanı sıra muhtelif tercümeleri ve çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. |
2-NASIL ÖLDÜLER: Vecdi Bürün
Ölenlerin ardından yazılan şiirler, vefat edenlerin ardından kaleme alınan rahmet ve anma yazıları, Türk kültüründe önemli bir yere sâhiptir.
Bu tür yazı ve şiirler ‘Mersiye’ olarak isimlendirilir. Türk edebiyatının en parlak ürünleridir. ‘Mersiye’, vefat edenin kaybı sebebiyle duyulan derin üzüntüleri ifâde etmek için yazılan ağıt şiirlerini adlandırmak için kullanılan edebî bir terimdir.
Mersiyeler genellikle mesnevî ve terkib-i bent nazım biçimlerinde yazılmıştır. Ünlü divan şâiri Bâkî’nin Kanunî Sultan Süleyman Han’ın vefatı üzerine yazdığı Kanunî Mersiyesi, bu türün en güzel örneklerindendir. Divan Edebiyatı klasik çağında orta uzunlukta ve tamamı beyitlerden oluşan bir şiir iken; 8 beyitten ve bunu tamamlayan bendlerden oluşan bir yapıya dönüşmüştür. Arapça ve Farsça kelimeler çok olduğundan dili ağırdır.
Mersiyenin kısa bir bölümünün günümüz Türkçesiyle açıklaması:
Ey şan ve şöhret düşüncesinin tuzağına ayağı bağlı olan kişi, bu kararsız dünyânın işleriyle uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek?
Ömrünün ilkbaharının son bulup lâle renkli yüzünün güz yaprağına döneceği o günü düşün.
Sonunda senin de hayat kadehine feleğin elinden bir taş gelecek ve yerin, kadehin son yudumu gibi toprak olacak.
Gerçek insan, yüreği ayna gibi temiz ve lekesiz olan insandır. Eğer sen de insansan, göğsünde bu kaplan kini ne arıyor?
Bâkî, ibret alması gereken gözünde bu gaflet uykusu ne zamana kadar sürecek? Sana aslanpençeli pâdişâhın başına gelen olay ibret alman için yetmez mi?
O, mutluluk ülkesinin usta binicisi pâdişâhın atına, dolaşırken dünyâ alanı dar gelirdi.
Macar kâfirleri onun kılıcının suyuna baş eğdiler. Fransız kâfirleri de kılıcının cevherinin tadını tadıp beğendiler.
Taze gül yaprağı gibi yüzünü yavaşça yere koydu. Devran hazinecisi de onu değerli bir mücevher gibi sandığa yerleştirdi.
Yahyâ Kemal Beyatlı’nın ölüm hakkındaki ‘Sessiz Gemi’ başlıklı şiiri de çok kişinin dilindedir:
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son mâtemidir bu.
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Bu harikulâde şiirin oluşturduğu hüznü, bir espri ile dağıtmaya çalışalım:
Ses sanatkârı Hümeyra’nın, şiirden bestelediği şarkının meşhur olduğu günlerde, devlet memuru alımı için yapılan mülâkatta, adaylardan birine, bu şiirin kime âit olduğu sorulur. Aday, geçer not aldığının sevinci ve heyecanıyla soruyu cevaplandırır: ‘Hümeyrâ…’
***
Erdem Beyazıt (1939-2008) tarafından kaleme alınan şiir de derin mânâlıdır:
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm.
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Bir başka şâirimiz de ölüm gerçeğini şöyle yorumluyor:
Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak..
Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok bizi arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok.
Kısa süreli olarak hüzünlü kalmak ihtiyacını hissedenlere hürmeten, bu şiirin yazarını sormamak isâbetli olur.
Eserde nasıl öldükleri açıklanan şahısların kısa hayat hikâyeleri hatırlanmasına vesile olmak niyeti ve ruhlarına birer fâtiha okunması temennisiyle kitabın ilk sayfasında veriliyor:
*Osman Gazi Osmanoğullannın ilk Padişahı. *Sultan Murat Han Hüdavendigâr. *Sultan Yıldırım Bayezıt Han. *Sultan İkinci Murat Han. *Fâtih Sultan Mehmet Han. *Sultan İkinci Bayezıt Han. *Yavuz Sultan Selim Han. *Kanuni Sultan Süleyman Han .*Sultan İkinci Selim Han. *Sultan Üçüncü Murat Han. *Sultan Üçüncü Mehmet Han. *Sultan Birinci Ahmet Han. *Sultan Genç Osman. *Sultan Dördüncü Murat Han. *Sultan İbrâhim Han. *Sultan Dördüncü Mehmet Han (Avcı Mehmet) *Sultan İkinci Süleyman Han. *Sultan İkinci Ahmet Han. *Sultan Üçüncü Ahmet Han. *Sultan Mustafa Han.
Eserin SUNUŞ Yazısı:
Ölüm insan hayatının en önemli ve değişmez kanunu olması, sonrasının bilinmezliği dolayısıyla insan zihnini hep meşgul etmiştir. İnsanlar dînî inançları veya çeşitli düşünce sistemleri aracılığıyla ölüm kavramının ne olduğunu mânâlandırmaya çalışmıştır. Ölüm ve ölümle ilgili düşünceler sâdece dînî inançların ve düşünce sistemlerinin değil, edebiyat ve sanat eserlerinin de temel konularından biri olmuştur. Cihanşümul bir gerçek olması sebebiyle gerek dünya edebiyatında gerekse bizim edebiyatımızda ölüm temasını değişik yönleriyle ele alıp değerlendiren, çeşitli edebî türlerde yazılmış çok sayıda eser bulunmaktadır.
Türk kültür ve edebiyatını, dolayısıyla da Türk şiirini gerek dünya görüşüyle gerekse düşünce ve inanç yaklaşımlarıyla uzun süre derinden etkileyen, bu tesirini günümüze kadar da devam ettiren Yunus, bir kısım şiirlerinde kişiyi ürperten soğuk mezar tasvirleri yapmasına rağmen, ölümü ebedî âleme açılan bir kapı olarak telakki etmiştir. Aynı zamanda Tasavvuf cereyanının Anadolu’da yerleşmesine ve yayılmasına da vesile olan bu gönül şâiri, bu iç âlem fâtihi, ölüm duyarlılığı içinde terennüm ettiği mısralarına;
‘Ten fânîdir can ölmez
Çün gitti geri gelmez
Ölürse tenler ölür
Canlar ölesi değil’
demiştir. Ölüm, insan hayatının tabîi akışı içinde kaçınılmaz bir hayat gerçeği olarak insanın yanı başındadır. Vecdi Bürün’ün anlatımlarına göre ölüm ‘her nefis ölümü tadacaktır’ emri mucibince bir defa ve son defa geçilen, dönüşü olmayan, farklı dünyâya bir köprüdür. İnsanlar yaşadıkları gibi ölüm ânı da herkes için ibret dolu bir sahnedir. İlginize sunduğumuz ‘Nasıl Öldüler’ isimli eserde de din ve vatan gayretleri ile örülü bir ömrün neticesinde gül bahçesine girer gibi fâni âlemden bâki âleme giden Osmanlı târihinin mümtaz şahsiyetlerinin kahramanlıklarına ve son anlarına yer verilmiştir. Osmanlı târihinin önemli kahramanlarına âit detaylara yer veren, akıcı bir üslup ve ilmî bir dikkatle kaleme alınan kitapta birçok bilinmeyene de açıklık getirilmiştir. Târihin birçok büyük kahramanlarının ölüme yaklaştıkları anların duygu ve düşüncelerini aksettiren bu değerli eser târihî araştırmaları ile haklı bir şöhrete ulaşmış bulunan Peyami Safa’nın rahle-i tedrisinden geçmiş değerli edip Vecdi Bürün’ün kaleminden çıkmıştır. Metinler önce Büyük Doğu mecmuasında tefrika edilmiş ardından
Ötüken Neşriyatın bastığı ilk eserlerden biri olarak 1964 yılında okuyucuya sunulmuştur. Nasıl Öldüler, Ötüken Neşriyat kurucularından Ahmet İyioldu’nun kalemine şöyle gelmiştir:
‘Bizim ilk yayınımız merhum üstat Necip Fâzıl Kısakürek’in ince, küçük bir piyesi olan ‘Reis Bey’dir. Esâsen bizim ilk bastığımız eserlere şöyle hızlıca bir göz attığınızda göreceksiniz ki çeşitli alanlarda bir yayın yapma fikrimiz var. 1964 yılında ‘Reis Bey’ ile başladık. Yine 1964’te ‘Nasıl Öldüler’ adıyla, Osmanlı padişahlarının kısa hayat hikâyelerini anlatan bir kitap bastık. Bu kitabı Özdemiroğlu Osman Paşa’nın soyundan gelen ve Peyami Safa’nın da çok yakın bir dostu olan Vecdi Bürün ağabeyimiz yazmıştır.
VECDİ BÜRÜN: Şâir, yazar, romancı, armatör. 1918’de İstanbul’da doğdu. Ömrünün son yıllarını tutkuyla bağlandığı Beykoz’un Çubuklu Mahallesi’nde yaşadı. 3 Şubat 1997’de de vefat etmiştir Daha iki yaşındayken babasını kaybeden Bürün, henüz beş yaşındayken annesinin babası olan felsefeci Mustafa Meylî Efendi’den Osmanlıca okuma ve yazma ile Fransızca öğrenmiştir. İlk tahsilini Turan Ana Mektebinde, orta tahsilini Galatasaray’da tamamlamıştır. Paris sefâretinde görevli amcası Osman Bey, onu yanına aldırıp Condorcet Lisesi’ne girmesini sağlamıştır. Lise ikinci sınıftayken amcasının yakın dostu olan meşhur Fransız romancısı ve Nobel edebiyat ödüllü (1952) François Mauriac (1885-1970) ile tanışmıştır. Câhit Sıtkı Tarancı ile beraber Fransa’da felsefe okumak isteyen Vecdi Bürün, 2. Dünya Savaşı sebebiyle İstanbul’a döndü. Felsefe bölümünü bitirince Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’in ısrarına rağmen üniversitede kalmayan Bürün 1970’lı yılların sonlarında Heybeliada Lisesinde felsefe öğretmenliği yapmıştır. Türk edebiyat dünyasının en tanınmış kalemlerinden olan Peyami Safa’nın arkadaşı, biraz zor konuşan ve ara sıra hafifçe kekeleyen, canlı bir târih Vecdi Bürün ömrünün son yıllarında kendisi ve eşi için yapılan tedâvi masraflarını, aldığı cüzi miktardaki emekli maaşı ile karşılayamadığından yayınevlerine dışarıdan işler yapmıştır. Prof. Dr. Ali Seyyar onu şöyle anlatmıştır: Epey yaşlı, kısa boylu ve belki de 30-40 yıldan beri giydiği takım elbisesiyle yine de şık görünümlü olmayı başaran bir İstanbul beyefendisisiydi. Hayatımda böyle kibar, nâzik, incelikli, mütevazı, bilgili ve kültürlü bir insan görmedim desem mübalağa etmiş sayılmam. (…) Fransız lisanına çok iyi hâkim olan ve kendisiyle okul yıllarımdan kalma Fransızca ile konuşmuş olduğum Vecdi Bürün, sohbetlerimizde Fransız edebiyatına dâir derin bilgilerini benimle paylaştı. Vecdi Hayri Bürün, mevcut bilgilerimize göre yazı hayatına İnsan Dergisi’nin 1 Mayıs 1941 Târihli 14. sayısında çıkan ‘Portreler 1’ başlıklı şiiri ile girmiştir. Aynı zamanda armatörlük yapan Vecdi Bürün, 20. yüzyıl Türk romanının önemli isimlerinden Peyami Safa’nın ve Cahit Sıtkı’nın teşvikiyle kendisini tamamıyla yazı hayatına vermiştir. Hikâye, fıkra, tiyatro tenkitleri, makale ve romanları ile yazarlığını devam ettiren Vecdi Bürün, pek çok gazete ve dergide telif ve tercüme yazılar yayımlamıştır. Gazetecilik hayatına ilk önce dönemin önemli gazetesi olan İkdam’da başlayan Vecdi Bürün; Son Havadis, Yeni İstanbul, Yeni Sabah, Son Posta, Türkiye, Ortadoğu, Son Saat, Son Dakika, Akşam, Vakit, Haber, Yeni Sabah, En Son Dakika, Milliyet, Dünya gibi gazeteler ile İnsan, Çınaraltı, Türk Düşüncesi, Büyük Doğu, Düşünen Adam, Varlık, La Bozde Türk, Yenilik, Akbaba, Papağan, Orkun gibi dergilerde yazmıştır. Yazdığı süreli yayınlarda çeşitli idârî görevlerde bulunan Bürün farklı yaş ve ilgi sahasına hitap eden pek çok eser kaleme almıştır. Telif Eserleri: 1-Kansız İhtilal: (1960), 2-Nasıl Öldüler: (1964); 3-Sosyalizm İhaneti, Ahmet Güner’le: (1976);4-Peyami Safa ile 25 Yıl: (1978);5-Eyüp: (1990). Çocuk Kitapları: 1-Dördüncü Murad: (1973);2-Feza Korsanları: (1974); 3-Genç Osman: (1973); 4-Küçük Akıncı: (1973);5-Fatih’in Çocukluğu: (1972). Tercümeleri: 1-Dostoyevski’den (Andre Suares): (1971);2- Clark Darlton’dan (Sürgündeki Yıldız): (1971);3-(Leopold Schwarzschild’den) Kendi Vesikalarıyla Marx’ın Yıkılışı: (1973);4-, (Paul Coles’den) Avrupa’da Osmanlı Tesirleri: (1975);5-(General Netcheolodon’dan) Rus İhtilali ve Yahudiler: (1975): 6-(Joseph Freiherr Von Hammer-Purgstall’den) Osmanlı Devleti Târihi: (1273-1856): (1986); 7-(Von Urban’dan) Cinsi Başarının sırları: (1976); 8-(K. H. Scheer, E Darlton ve E Clark’dan): Sürgündeki Yıldız (1971) |
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.trwww.otuken.com.tr