Global Kaos, Küresel Yalan

266

 “Büyük devlet” olmanın ölçüsü nedir sizce? Savunma gücü olmayanları zapt etmek mi, bir bahane ile kıtalar ötesinde önce kaos çıkarıp, sonra o bölgeyi kuşatmak mı?. “Sizi özgür ülke yapacağız” gibi küresel masal ve martavallarla o ülkenin kaynaklarına çöküp onları sömürmek mi? Ya da, büyük devlet olmak demek; saldırgan silahları satarak kişi başına düşen milli gelirini arttırmak mı? Bunlardan hangisidir büyük devlet olma kriteri?. Kaldı ki bu vasıflar bir devlet yönetimi için sadece “önemli” olabilir, asla “büyük ve değerli” olamaz.

Bir ülke yönetimi düşünün ki; yıllık bütçesini, satacağı silah ve mühimmat gelirine göre planlamış olsun. Potansiyel çatışma bölgeleri için önce istihbarat destekli çatışma ortamı hazırlayıp, kişi başına atılacak patlayıcı ve barut hesabı yapsın. Sonra da o kirli ve kanlı ticaretle halkının sosyal refahı için ne “hadsiz beyanatlar” versin. Hem de harcanan her parada onbinlerce masumun âhı ve gözyaşı olduğunu bile bile. Bu, emperyalizmin acımasız ve tipik özellikleridir. Amacına ulaşmak için; terörizme de her türlü destek veren, uluslararası hukuka uysun-uymasın her yolu mübah sayan, yayılmacı ve saldırgan bir devlet yönetimidir. Yetmezmiş gibi bir de pervasızca “dünya barışına katkı” pozlarında güvenlik toplantıları yaparlar.

Gerçek anlamda büyük devlet olmak, onu yönetmek, ilkeli ve adaletli olmakla, minimum eşitsizliği esas almakla, yurtta ve dünyada barışı tesis etmekle başlar. Kendi halkının sosyal refahı iyi olsun diye mazlum halklara zulmetmez. Bölgesinde haksızlığa uğrayanların yanında olmak, uluslararası haklar gereği onların hukukunu savunmaktır asîl ve büyük devlet olmanın gereği. 

Küresel dünyada artık her şey göz önünde işliyor. Saklayacak hiçbir şey kalmadı. Geçmişte, soğuk savaş dönemindeki düşmanların bugün kimlerle flört ettiğini ve yarın hangi yeni partnerler bulacağı kimseyi şaşırtmıyor. Değişmeyen bir gerçek de var ki, emperyal hedefli devletlerin hiçbir zaman “ilkeleri” yoktur, sadece “çıkarları” vardır. Ayrıca coğrafik bir gerçek de şudur; ne kadar komşunuz varsa o kadar çok sorununuz da var demektir. Bu nedenle okyanus ötesi güçler, hiçbir risk almadan lojistik destek sağladıkları bölgesel güçlerle birlikte vekalet savaşları yapmaya devam etmekteler.  

Mesela Çin Cumhuriyeti ile birlikte Sovyet Federasyonu ABD’nin ezeli rakipleri. Bu blokta kısmen İran da yer almakta. Rusya, Suriye’nin arkasında duruyor. Çünkü seküler Arap baas rejimleri ile geçmişten gelen bir kan uyumu var. ABD yönetimi ise doğal olarak Esad rejiminin tam karşısında. İçten yıkılması için özel bürolar kuruldu ve bütçeler oluşturdu. Nitekim ABD’nin hedeflediği BOP hâkimiyetini kurmak için de, Suriye Baas Rejimi’nin etkisiz olması gerekiyordu. Görünüşte “düşmanımın dostu” kuralına göre her iki emperyal blokun bir biriyle “amansız hasım” olması gerekirdi. Ancak iş bu kadar kurallı ve ahlakî değil. Nitekim Suriye’nin kuzeyinde güdümlü ve ağır silahlı PKK uzantılı PYD/YPG yapılanması var. Tezat gibi görünse de bu oluşum, her ikisi tarafca, hem Rusya hem de ABD yönetimlerince destekleniyor. PYD’nin Rojava özerk yönetimi adıyla Moskova’da temsilciliği bulunarak himaye ediliyor. Hem de hiç saklamadan, bir ülke siyaseti olarak. Yeni dünya düzeninin şu ilkesiz rezaletine bakar mısınız.