İslâm, Demokrasi ve Cumhuriyet

161

     Hürriyet, Adalet, Meşveret, Şura, İstişare, Meşrutiyet / Demokrasi ve Cumhuriyet mefhum

     Ve kavramları; kimilerince yanlış anlaşılıyor, yanlış yorumlanıyor!

     Bu yüzden İslâm’da yok sayılarak karşı çıkılıyor!

     Oysa “Tebeddülü esma ile hakikat tebeddül etmez.” / “İsim değişmekle, hakikat değişmez.”

     Farklı isimlerle anılış; gerçeklerin gerçekliğini ve doğruluğunu inkâr ettirmez.

     Aynı mâna; her millette, her dilde farklı kelimelerle ifade edilse de,

     Kelimelerin rûhu olan mâna; asla değişmez.

     Meselâ su’ya, taş’a, insan’a ve diğer varlıklara; ne isim verilirse verilsin;

     O şeyin mahiyet ve maddesi değişmez. Nitekim, su’ya: Water, su, ma ve âb deyin fark etmez.

     Çünkü hepsi de, bildiğimiz su’yun; çeşitli lisanlardaki ifade ediliş şekilleridir.

     İşte bunun gibi; Meşveret, Meşrutiyet ve Demokrasi gibi, bazı kelimeler;

     İfade ettiği mânalar hesaba katılmadan; sırf telâffuzundan ötürü

   “Küfür Rejimi”ni ifade ediyor (!) denilerek; bu nevi kelimeler reddediliyor, onlara karşı çıkılıyor!

     Farkında olmadan, Hz. Muhammed zamanında uygulanan “Meşveret Modeli”ne açılan kapılar,

     Şuursuzca kapatılmak isteniyor!

     İşi ehline / bilene sormak demek olan “Danışma / İstişare”yi, bir kenara itiyoruz! Halbuki:

   “Ve işini onlara danış / istişare et.” (Âl-i imran:159) “İşleri, aralarında danışma / istişare iledir.”

    (Şura: 38) âyetleri Meşveret’i nazara vermekte. Kaldı ki, Hz. Peygamber; hakkında vahiy

     Olmayan her mes’eleyi ashabı / sahabeleriyle istişare etmiş / onlara danışmıştır.

     Asr-ı Saadet / Hz. Muhammed’in zamanında ve Dört Halîfe devrinde,

     Bunun çok güzel örnekleri var. Çünkü Kur’an’da geçen “Şura” ve “Meşveret”

     Mefhum ve kavramları; Meşrutiyet, Demokrasi ve Meclis / Parlamento anlamındadır.

     Evet Hürriyet, Meşrutiyet ve Demokrasi demek olan Cumhuriyet; aslında Adâlet, Meşveret /

     Ekseriyetin yani çoğunluğun görüşüne göre hareket etmek

     Ve Kanun’da İnhisar-ı Kuvvet / gücün sınırlandırılmasından ibarettir.

     Fakat, gerçek bu olduğu hâlde, İslâmiyetin özünü terk ederek,

     Sadece zâhirine, dış görünüşüne baktık! Sırf ona nazar ettik! Tabii ki aldandık!

     Kötü ve yanlış bir anlayışın zebunu olduk! İslâmiyete yakışır bir tavır alamadık!

     İslâmiyete uygun bir vaziyete bürünemedik! İslâmiyete lâyık olduğu hürmeti gösteremedik!

     Âdeta onun bizden uzaklaşmasına zemin hazırladık!

     Sanki, O da bizden kendini saklamak zorunda kaldı!

     Çünkü biz; Yahudi ve Hristiyanların inanç, ahlâk, tarih ve efsaneye dayalı kültürünü,

     Yani İsrailiyyatı; İslâm’ın usûlüne / kaide ve esaslarına karıştırdık!

     Zamanla inanç hâlini almış olan dinsel hikâyeleri; İslâm’ın akaidine /

     İmanla ilgili esas ve hükümlerine bulaştırdık!

     Mecazatı / mecazları; İslâm’ın gerçek ve doğruları imiş gibi algıladık!

     Kısaca, İslâm’ın muhteva ve içeriğini takdir edemedik!

     Ne doğru dürüst idrak edebildik, ne de hakkıyla içselleştirebildik!

     İşte bu yüzden, İslâmı yanlış anlamaktan kaynaklanan, acı bir sonuçla karşılaştık!

     Zillet içine düştük! Hor ve hakir görünür olduk!

     Maddî ve mânevî bir yoksulluğun tam ortasında bulduk kendimizi!

     Batı karşısında, Büyük Türk Milleti olarak;

     İslâm’ın şeref ve haysiyetine yakışır bir yükselişe eremediğimiz için,

     Allah katında ve insanlık önünde; millet olarak;

     Millî ve dinî görevlerimizi yapamamış olmaktan ötürü;

     Çok mahcup ve çok mes’ûl bir durumdayız!

     İşte bu vaziyet karşısında, silkinip kendimize gelmek,

     O’nun sonsuz merhametine sığınmak için: İslâm’ı anlamış olarak

   “Fefirrû ilallah.” (Zariyat: 50) / “…Allah’a koşun.”

Önceki İçerikBoyalı Televizyon
Sonraki İçerikYazar OĞUZ ÇETİNOĞLU ile (şimdilik) son kitabı olan ‘Seçkinlerden Bir Seçkin HULÛSİ ÇETİNOĞLU’ hakkında konuştuk.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.