Muaviye’nin Yezid’e Öğütleri

219

     Ne tuhaf, zaman değişiyor, mekân başkalaşıyor. Ama her iki durumda, insan aynı kalıyor. Değişmiyor. Makam hırsı, insanların peşini hiç mi hiç bırakmıyor. Hangi asır, hangi mekân ve hangi milletten olursa olsun; insan, müspet – menfî vasıflarıyla her zaman, dünya sahnesinde rol sahibi. Hırs ve menfaat peşinde ber-devam! Makam güdücüsü olmaktan bıkmaz ve usanmaz bir halde! Gayri meşru yollardan mevki elde etmekten vazgeçmeyen duruşu, her zaman yürürlükte.

                                                                   x

     Aslında bütün bunları;

     İbret ve ders alarak atlatması,

     Geçici dünya menzilini;

     Geride bırakması için,

     Çalıp vakti gelen paydos zilini,

     Çıkarmaya çalışması gerek;

     Dünyadan çıkış iznini.

     Dövmeye lüzum kalmasın diye

     O aşınmış dizini.

                                                                     x

     Gerçi, “Bâtıl fikirleri iyice tasvir, safî zihinleri idlâldir (bozar).” Fakat düşmanı yenmenin yolu, onu iyice tanımaktan geçtiği için, bu menfî öğütleri zikretmek lâzım. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kabîlinden. İşte mevki, makam ve siyaseti; şahsın kendisi için menfî şekilde nasıl kullanılacağını ifade eden çeşitli tespitler:

                                                                     x

    “Oğlum! Söyleyeceklerimi iyi dinle. Sana bırakacağım en kıymetli hazine bu söyleyeceklerimdir. Beni iyi dinler ve anlarsan benden daha güçlü olursun…(Bazı) adamları sonuna kadar kullan. Onların aklından da yararlan, akılsızlığından da…Oğlum! Akıllı adamın aklından, akılsız adamın da akılsızlığından yararlan. İkisi de senin işine yarar. Sen istediğin kadar haksız ol, fakat haklı görünmenin bir yolu vardır…Halkı memurlarınla korkutacaksın! Öyle korkutacaksın ki, memurlarını görünce kaçacak delik arayacaklar. Ama onlar iğnenin deliğine de girse, memurların bulup çıkaracak. O zaman anlayacaklar ki, halifenin askerinden kaçmak asla mümkün değildir. Ama bu bir yere kadar. Sonsuza kadar sürmez bu korku. Haddi hududu iyi çizmek gerekir. Bir yerde durmasını bileceksin. Yoksa isyan başlar. Haa, o zaman suçu fermanda bulmasınlar diye kılıcını kendi memuruna çevireceksin. Üçünü – beşini görevden alıp cezalandıracaksın. En kötülerinin bir-ikisinin de kellesini uçuracaksın. ‘Sen benim halkıma nasıl zulmedersin bre münafık!’ diye halkın önünde onları azarlayacaksın. İşte o zaman süt gibi ak pak olursun oğlum. Sonra memurlarınla halkı tekrar korkutacak, isyanlar çıkmaya başlamadan tekrar böyle yapacaksın. Böyle böyle döndüreceksin çarkı. Anladın mı?” (s. 330 – 331)…

     Meclisin ileri gelenlerinden Serhun: “Evet, baban rahmetli Kûfe’den Hicaz’a kadar halka baskı yaparak ve ‘En iyi hatip kılıçtır’ diyerek senin halifeliğini zorla kabul ettirdi…Rahmetli babanız bir eliyle baskı yapardı yapmasına, fakat öbür eliyle de dağıtırdı…Elinin birine kılıç alırsa, ötekine de mutlaka Kur’an alırdı. Yani babanız bir denge adamıydı, halkı nasıl dengede tutacağını ince matematiksel hesaplar üzerine oturtmuş siyasî zekâsı parlak bir zat-ı muhteremdi…Kendisi bu parlak zekâsı sayesinde…Baban şeydi…Cömertti yani. İkramlı sofralar kurardı. Düşmanlarına karşı sabırlıydı. Sıffın’da yenilgiye uğramış olduğu hâlde, zekâsı ve hilesiyle yenilgiden kurtuldu. Halife Ali’yi yenemedi, ama kendisini de mutlak bir yenilgiden kurtardı. Eğer zekâsını kullanıp mızrakların başına Kur’an mushaflarını takmasaydı ve o hakem olayını icat etmeseydi, Halife Ali senin babanı önüne katıp seksen bin kişilik ordusuyla birlikte Sıffın denilen yerden taa Şam’a kadar kovalardı. Vallahi kovalardı efendim. Halife Ali’nin nasıl bir savaşçı olduğunu herkes bilir. Düşmanları da bilir…” (s. 337 – 338)

     (Vehbi Bardakçı, Kerbela)

Önceki İçerikAkıl Var İdrak Yok!
Sonraki İçerikCumhuriyetin 100 Yılında Türk Târihçileri
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.