Mahiyetini Bilmediğimiz…

120

Kim hayal etmez ki, kim tasavvurda bulunmaz ki, kim tefekküre
dalmaz ki,

     Ama bunları nasıl
yaptığımızı bilemeyiz, anlayamayız, asla çözemeyiz!

     Fakat isteyince,
bir anda kendimizi; istediğimiz yerde;

     Zihnen, manen yani
hayalen orada bulabilir, bilebilir, görebiliriz.

     Ama nasıl? İşte
orada duraklar, künhüne vakıf olamayışın hayreti içinde donup kalırız.

     Bazan geleceği
düşünür, yapmak istediklerimizi tasavvur eder, kurar;

     Geçip karşısına
hayran hayran bakar; fakat tasavvur edişimiz karşısında apışıp kalırız!

     Hele tefekkür,
hele tefekkür; durduğumuz, olduğumuz yerde zihnimizden, fikrimizden

     Neler neler geçmez
ki, ama nasıl? İşte orda durup da, nasılın nasıl olduğunu düşünmek isteriz.

     Fakat ne mümkün
“Üzümü ye, bağını sorma!” misali baka kalırız!

     Bütün bunları
yapmaya izin var. Fakat anlamaya yol yok!

     Çünkü bunlar;
ruhun fonksiyonları, bizlerin kurmamıza, yapmamıza, düşünmemize

     İzin verdiği ruha
ait incelikler.

     Bedenin âzâ ve
organları olduğu gibi, mânâdan ibaret olan mücerret ve soyut ruhun 

     Mânevî âzâ ve
bedenleri gibidir.

     Tıpkı ruhun
mahiyetine yol olmadığı gibi, ruhun çeşitli zuhuratları olan bu hususları da,

     Bilmeye imkân ve
ihtimal yok.

     Zira ruh, Allah
değil ama Allah’tan. Allah ise madde değil ki,

     Maddeyle
donatılmış insana sırrını açsın.

     Kapalı bir kutu ki
açılmaz. Bir hazine ki, dışa saçılmaz.

     Hangi babayiğit
açabilir ki bu sırrı? Zira bilinmezlık sırrına bürünmüş aşılmaz.

     Nitekim üdeba
(edipler)den, urefa (ârifler)den, ulema (âlimler)den niceler geldi geçti.

     Fakat bu sırrı
açıp çözemediler!

     Çünkü Allah’ın
zâtına yol bulunamadığı gibi, O’nun zâtıyla alâkalı

     Bu çeşit
kullanımlarımızın içyüzüne vukufiyete asla izin de yok, imkân da yok.

     Ama mahiyetine, iç
yüzüne akıl erdiremediğimiz bu gibi hasletlerimizi inkâr etmemeliyiz.

     Çünkü bir şeyin
mahiyet ve içyüzünü bilmemek, o şeyin varlığının inkârını gerektirmez.

     Tıpkı
göremediklerimizi yok sayamadığımız gibi.

     Mikropları çıplak
gözle göremiyoruz diye onları inkâr edebilir miyiz?

     Duyamadığımız
sesleri yok sayabilir miyiz?

     Her an içinde bulunduğumuz
ortamda; tüm radyo ve televizyon yayınları

     Sesli sözlü,
renkli olarak cirit atıyorlar.

     Ama bizler; onları
ne görüyor, ne de duyuyoruz!

     Fakat radyoyu ve
televizyonu açtığımızda, bir anda ekranda görüyor, ekrandan duyuyoruz.

     Çünkü kulaklarımız
bazı şeyleri âletsiz duyamıyor,

     Gözlerimiz kimi
eşyayı, çıplak gözle göremiyor.

     Demek ki, bazı
şeyleri görememek, bazı sesleri duyamamak; onların yokluğundan değil.

     Bizlerin onları
çıplak göz ve kulakla görüp duymaktaki yetersiz oluşumuz yüzünden.

     İşte
materyalistlerin ve maddiyyuncuların “Gördüğüme inanırım!” diyerek

     Göremediklerini
inkârları çok yersiz ve isabetsiz bir bakış ve anlayıştan ibaret.

     Aklı, zekâyı
görebiliyor muyuz? Ama var olduklarını, çok iyi biliyoruz.

     Mercimek
büyüklüğündeki hafızamızda, kendimize ve dış dünyaya ait neler neler bulunuyor.

     Ama hafıza denen o
et parçasında bir şey göremiyoruz.

     Bu göremeyiş;
hafızamızın içindekileri yok saymamız demek değildir.

     Demek ki, bir
şeyin mahiyetini bilmemek; varlığını inkâr etmemizi gerektirmiyor.

     Demek ki, her şey
gördüklerimiz ve duyduklarımızdan ibaret değil.

     İçinde
bulunduğumuz ortam;

     Bu gözlerin
görmediği, bu kulakların duymadığı nice varlıklarla lebaleb dolu.

     Öyleyse peşin
fikirliliği bir kenara bırakıp; düşünelim birader, dolu dolu.

Önceki İçerikMüslüman Yalan Söyler mi?
Sonraki İçerikDevlet Liyakat, Kabile Sadakat İster
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.