Bir İbret Dersi

110

     Ey gaflete dalıp,
bu hayatı tatlı görüp, âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir
misin, neye benzersin? Devekuşuna! Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor,
ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız o, gözünü kum
içinde kapamış, görmez.

     Ey nefis! Şu
temsile bak, gör, nasıl sırf dünyaya bakış, çok ve güzel bir lezzeti çok acı
bir eleme / kedere dönüştürür. Meselâ, şu köyde, iki adam bulunur. Birisinin
yüzde doksan dokuz ahbabı / dost ve sevdikleri İstanbul’a gitmişler, güzelce
yaşıyorlar. Yalnız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu
adam İstanbul’a müştak / çok istekli ve arzuludur. Orayı düşünür, ahbaba / dost
ve sevdiklerine kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse, “Oraya git” sevinip
gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler.
Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar.
Perişan olarak dağılıp gitmişler zanneder. Şu biçare / zavallı adam, bütün
onlara bedel, yalnız bir misafire ünsiyet edip / yakınlık gösterip teselli
bulup avunmak; onunla o elim / acı âlâm-ı firakı / ayrılık acılarını kapamak
ister.

     Ey nefis! Başta
Habibullah / Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed, bütün ahbabın / yakınların,
kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise, onlar da
gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme. Merdane / erkekçe
kabre bak, dinle ne talep eder / ister? Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak, ne
ister. Sakın gafil olup, düşüncesizce ikinci adama benzeme.

     Ey nefsim! Deme,
“Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder
/ tapar, derd-i maişet / geçim derdiyle sarhoştur.” Çünkü ölüm değişmiyor.
Firak / ayrılık, bekaya / bakiliğe ve kalıcılığa kalb olup / dönüşüp
başkalaşmıyor. Acz-i beşerî / insanın aczi, fakr-ı insanî / insanın fakrı
değişmiyor, bilakis ziyadeleşiyor / artıyor. Beşerin / insanın yolculuğu
kesilmiyor, sür’at peyda ediyor / hız kazanıyor. Hem deme, “Ben de herkes
gibiyim.” Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle
musibette / belâ ve sıkıntı zamanında, beraber olmak demek olan teselli ile
avunmak ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.

     Hem kendini
başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyaya / dünya misafir-hânesine,
nazar-ı hikmetle / hikmet gözüyle, yani gayeli olarak baksan! Hiçbir şeyi
nizamsız / düzensiz, maksatsız göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz
kalabilirsin?

     Zelzele / deprem
gibi hâdisât-ı kevniye / dünya olayları; tesadüf oyuncağı değildir. Meselâ,
zemine / yeryüzüne; nebatat /  bitkiler
ve hayvanat / hayvanlar türünden giydirilen, birbiri üstünde, birbiri içinde,
gayet muntazam / son derece düzgün ve gayet münakkaş / nakışlı gömlekleri
düşün! Baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen / süslü, mücehhez /
cihazlanmış ve donanmış olduklarını görürsün. Gayet âli / yüksek gayeler
içinde, kemal-i intizam / tam bir intizamla meczup / cezbedilmiş mevlevîler
gibi döndürüldüklerini anlarsın. Öyleyse nasıl olur da, dünyanın; Âdem
oğullarından özellikle mü’minlerin gafletlerinden doğan, beğenmediği bir kısım
tavırlarının mânevî ağırlığından, omuz silkmeye benzeyen zelzele / deprem gibi,
ölüm içeren hayatî olaylarına bir mânâ vermez! 
Gayesiz ve tesadüfî zannederek, bütün musibetzede / belâ ve musibetlere
uğrayanların elîm / acı zayiatını / kayıplarını bedelsiz, boş ve faydasız
bularak; onları müthiş / dehşetli bir ye’se / ümitsizliğe atarsın?

     İşte bu şekilde,
hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm etmiş olursun!. Aslında  bu gibi hadise ve olaylar; bir Hakîm-i Rahîm
/ çok merhametli ve hikmet sahibi olan Allah’ın emriyle olur. Ehl-i imanın /
mü’min ve inananların; fâni / geçici mallarını sadaka hükmüne çevirip ibka
etmek / bâkî kılmak ve ebedîleştirmek içindir. Küfran-ı nimet / nankörlükten
gelen günahlarına kefarettir. Onları örtücü ve affettiricidir.

     Nasıl ki bir gün
gelir, insanın istifadesine sunulmuş olan zemin; yüzünün ziyneti / süsü olan
insanın yaptığı eserleri; şirkle karışık, şirke bulaşmış ve şükürsüz görüp
çirkin bulur. Hâlık / Yaratıcı’nın emriyle, büyük bir zelzele / deprem ile
bütün yüzünü siler, temizler.

     Allah’ın emriyle
ehl-i şirki / müşrikleri, Allah’a şirk ve ortak koşanları Cehenneme döker.
Ehl-i şükre / şükür sahiplerine de, “Haydi Cennete buyurun.” der.

Önceki İçerikDeprem ve Yönetim
Sonraki İçerikYarın Benim Okulum Var!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.