Konudan Konuya (29)

84

     Öğrenci okula
niçin gider? Teneffüs için mi? Tabii ki hayır. İlim, irfan ve özellikle okul
sonrasında geçimini temin edecek bir meslek edinmek gayesiyle. Tabii ki okulda
teneffüs de vardır. Ders arasında dinlenip, biraz nefes alıp, sonraki derse
hazır hâle gelmek, yani zinde bir ruh hâli 
içinde tekrar sınıfta yerini almak için. İşte dünyada da, teneffüs için
bulunmuyoruz. Yani sadece yemek içmek, gezip tozmak, sırf eğlenmek için,
dünyaya getirilmiş değiliz. Elbette teneffüse de, ihtiyaç var ama, bu ihtiyaç;
dünyada oluş gayemizi yerine getirmek için, yeniden toparlanmak ihtiyaç ve
gereksinmesiyle yapılan ara verişlerdir. Kısaca, yemek içmek için yaşıyor
değil, yaşamak için yiyip içiyoruz. Gayeli yaşayışları, daha doğrusu; ebedî
âlemi kazanmak için, dünyada bulunduğumuzun şuur ve bilinci içinde hayatımızı
sağlamak ve devam ettirmek, meşru dairede yiyip içmemiz; çok lüzumlu ve gerekli
bir husustur.

     Evet, beşer
hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata / istek ve arzulara da
ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat / hevesler, beşte birisi olmalı. Yoksa
verilen nimetlerin, hikmet denen sırrına münafi / zıt ve aykırı olur. Hem beşerin
/ insanın tembelliğine ve sefahatine / zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlüğüne ve
lüzumlu vazife ve görevlerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verir. Beşere /
insan ve insanlığa büyük bir nimet iken, büyük bir nikmet / büyük bir ceza
olur. Beşere / insana lâzım ve gerekli olan sa’y / çalışma şevk, istek ve
arzusunu kırar.

     Evet, talebe
okulda teneffüs için bulunmadığı gibi, bizler de dünyada teneffüs için değil.
Okulda okuldan sonraki hayatımız, dünyada dünyadan sonraki hayatımızı temin
için bulunuyoruz.

X

     Son zamanlarda
yerden bitme gibi, âdeta her köşede Tütüncü bayileri ve Tütün satan yerler göze
çarpmaya başladı. Sanki yabancı gizli bir elin maddî desteğiyle, her mahallede
dikkati çeken bu Tütün satış büro ve noktaları; beni ta İstanbul’un işgal
yıllarına götürdü. Başta İngilizler; Türk Milleti’nin Millî Mücadele saflarında
yer almasını istemiyor; milletin yediden yetmişe, vatan savunmasına koşması,
onun canını çok sıkıyor! Bu şuurdan milleti uzaklaştırmak için çareler
düşünüyor! Türk Milleti’nin zihnini uyuşturmak için çareler arıyordu. Nitekim
buldu da!

     İstanbul’a gemiler
dolusu içkiler getirilerek, şehrin her köşesine dağıtılarak; milletin beyni
uyuşturulmak istendi! Tabii ki, birkaç kişinin aldanmasıyla, bir milletin
topyekün kanması muhal olmasından ötürü, sonuçsuz kaldı. Evet ister istemez
insan düşünmeden edemiyor! Acaba bu Tütün satılan büfelerin her tarafta yer
alması; yine böyle menhus bir düşüncenin neticesi olmasın?

X

     Nur âlemine, yâni
imanla aydınlanmış, her şeyin anlaşılır olduğu bir âleme girişin anahtarı, ilk
ve temel taşı tevhid / Allahı bir bilme hakikatidir. Çünkü ancak tevhid
anahtarıyla, bütün güzellikler ortaya konup ispat edilir. Tabiat ve sebeplerin
gerçek mahiyet ve içyüzü ortaya konulur.

     Tabiatı teşkil
eden Toprak, Hava, Su ve Nur unsurlarının nasıl küllî / umumî ve genel birer
dil olduğu anlaşılır. Bunların ifade ettiği mânâ ve anlamlar, herkesi ikna
edecek derecede bir vuzuh ve açıklıkla, veciz / özlü bir şekilde gözler önüne
serilir. Böylece “esbabperestlik” / “sebeplere tapıcılık” ve “tabiatperestlik”
/ “tabiata tapıcılık” yerle bir olur. Bu şekilde mutlak küfrün / Allah’ı
inkârın, her türlüsü kırılıp dağılır.

     Çünkü tevhid; her
şeyi Bir ve Tek olan Allah’a bağlar. Çıkış noktası olarak sadece O’nu görür.

     Tevhid sırrını iyi
anlamak lâzım. Zira kâinatı / evreni ve içindekilerin varlık, hikmet ve
nedenleri, ancak bu sırrın anlaşılmasıyla mümkün ve olası.

     Çünkü kâinatı halk
edemeyen, bir zerreyi halk edemez / yaratamaz. Bir zerreyi tam yerinde halk
edip / yaratıp muntazam / düzgün vazife ve görevleriyle çalıştıran, yalnız
kainatı / evreni halk eden / yaratan Zat olabilir.

     Nitekim, bütün
kainatı / evreni teftiş eden / denetleyen hükema / hakîm ve müslüman filozoflar
ve ulemalar / âlim ve bilginler, büyük ve geniş delillerle vücudu vacib /
zorunlu / olmazsa olmaz olan Allah’ın varlığını, vahdet ve birliğini ispat
etmek için; bütün kainatı / evreni nazara alıyor. Sonra Marifetullahı / Allahı
tanıma, bilme ve anlamayı tam olarak elde ediyorlar.

Önceki İçerikLise Kan Kaybederse Üniversite Çöker
Sonraki İçerikDünya Koşuyor Biz Yürüyoruz
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.