İstibdadın gereği
olan tek rey, tek görüş ve tek fikir; bir ince tel gibidir. Heva, istek, heves
ve nefsin arzularını tehyic edip heyecanlandırır. Coşturup uyandırır. Böylece
her tarafa çevrilmeye müsait / uygun bir hâle getirir.
İşte dün
Meşrutiyet, bugün Cumhuriyet ve Demokrasi’nin olduğu, yani görüşme ve
tartışmanın yeri olan Meclis’te; bir tek kişinin rey ve görüşü, yani istibdadı;
sarsılmaz, bölünmez ve parçalanmaz bir demir direk veya ağzı kırılmaz ve
körelmez bir elmas kılıç gibi olan Efkâr-ı Amme’ye / Kamu Oyu’na dönüşür.
Öyleyse, bizler de
Meclis’e Sefine-i Nuh / Nuh’un Gemisi gibi, emniyet edip güvenelim. Çünkü
Meclis; herkesi bir şahsiyet sahibi olarak görür, fikir ve söylemlerine değer
verir. Açıklamalarını ciddiyetle dinler ve ele alır. Yerinde ve isabetli
görüşleri baş tacı ederek, yarınlara emniyetle yol alınmasını sağlar.
Evet Meclis;
herkesi saygın bir mevkiye yükseltir. Herkesi hürriyetperver / hürriyetçi
olmaya davet eder.
İnsaniyetin esası
ve özü olan cüz-i ihtiyariyi temin eder; herkesin görüş ve reyini çekinmeden
ortaya koymasına imkân verir.
Evet cüz-i
ihtiyar; insanın dilediği gibi hareket edebilmesi; herhangi bir şeyi yapmak
veya yapmamak hususunda bir tarafı tercih etmek iktidar ve serbestliği içinde
olmasıdır.
Fakat bilelim ki,
bir şeyi istemek veya istememek, doğru bulmak veya bulmamak, kabul etmek veya
etmemek; müspet veya menfî olduğuna karar verip vermemek; o şeyi artı ve
eksileriyle bilmeye, anlamaya, derk ve idrak etmeye bağlıdır.
Yani bir şeyi
bilerek kabul etmeli. Bilerek reddetmelidir. Kabul için de bilmek, red için de
bilmek gerekir.
Çünkü, eğer bir
millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti / manevî ve millî değerlerin
korunması için gayret gösterenleri dahi, müstebit / diktatör yapar! Yani zulüm
ve baskı yapan, başkasının hukukunu elinden alan biri durumuna düşmesine sebep
olur.
Fakat bütün bu
menfi durumlardan dolayı, asla me’yus / ümitsiz olmamalı.
Zira yeis /
ümitsizlik, acz ve güçsüzlükten gelir. Kaldı ki yeis, mâni-i her kemaldir. Her
türlü kemal, olgunluk ve ilerlemenin engelidir.
Hamiyet / gayret
ise, aşılması zor engellere karşı şiddetle metanet etmek. Bu gibi durumlar
karşısında metin olmak / sağlam durmaktır.
Bunun için,
marifet ipine sarılmak, yani bilgiye, bilmeye, hüner ve san’ata yönelmek
gerekir.
Unutmayalım ki, ne
kadar iyilik varsa; dün Meşrutiyet, bugün ise Cumhuriyet ve Demokrasi’nin ziya
ve ışığındandır.
Yapılmış ne kadar
fenalık varsa, ya eski Abdülhamit devrinin istibdadının zulmetinden, yahut dün
isimden ibaret kalan Meşrutiyet’in; bugün ise Demokrasi’nin hakkını vermeyerek,
onun adına sığınarak yapılan yeni bir istibdadın zulmündendir.
Evet, her bir
zamanın bir hükmü ve hükümranı / hükmü geçen, hükmeden ve hüküm süreni vardır.
II. Abdülhamid devri istibdadının manevî hâkimi kuvvet idi. Kimin kılıcı
keskin, kalbi kasî / katı ve duygusuz ise, yükselirdi.
Fakat Meşrutiyet,
Cumhuriyet ve Demokrasi zamanında zembereğin / hareketi sağlayan güç kaynağının
ruhu, kuvveti, hâkimi Hak’tır. Akıldır. Marifet / bilgi ve sanattır. Kanundur.
Efkâr-ı Amme / Kamu Oyu’dur.
Kimin aklı keskin,
kalbi parlak olursa, o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezayüt eder / artar,
çoğalır. Kuvvet ihtiyarlandıkça tenakus eder / azalıp eksilir.
Nitekim kuvvete
istinat eden / dayanan Kurun-i Vusta (Orta Çağ 395 – 1453) hükümetleri inkıraza
/ yıkılmaya mahkûm olup, asr-ı hazır / şimdiki zaman hükümetleri; ilme istinat
ettikleri / dayandıkları için, Hızırvari / Hızır gibi bir ömre mazhar ve nail
olmuşlardır. Demek ki, hangi iktidar; kuvvete dayanarak baskı yoluyla icraat
yaparsa, ister istemez düşmekten kurtulamaz.