Dil Yarası

181

“Türkçe giderse Türkiye gider!” – Oktay
Sinanoğlu

 

1930 – 1950
yılları arasında ve 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra; idare, hukuk, eğitim,  maliye vb. gibi alanlarda da dilde büyük
değişiklikler yapılmıştır.

Cumhuriyetin
ilk yıllarında; meclise-kamutay, milletvekiline- saylav, valiye- ilbay,
kaymakama- ilçebay, maarif müdürüne- kültür direktörü denmeye başlanmıştı.
Fakat bunlar benimsenmemiştir.

1950-1960
yılları arasında bakanlıkların isimleri de değiştirilmiştir: Başvekâlet –
Başbakanlık; Başvekil – Başbakan; Dâhiliye Vekâleti – İçişleri Bakanlığı;
Hariciye Vekâleti – Dışişleri Bakanlığı; Millî Müdafaa Vekâleti – Millî Savunma
Bakanlığı; Ziraat Vekâleti – Tarım Bakanlığı; Sıhhat ve İçtimai Muâvenet
Vekâleti – Sağlık Bakanlığı; Münâkalât Vekâleti – Ulaştırma Bakanlığı; İcra
Vekilleri Heyeti de Bakanlar Kurulu oldu. İşin ilginci, yeni nesil artık bu
isimlerin önceki karşılıklarını tuhaf karşılamaya başlamıştır.   

Osmanlı
Devletindeki Harbiye Nezaretinin ismi, Cumhuriyet döneminde Millî Müdafaa
Vekâleti, sonra da Millî Savunma Bakanlığı oldu. Ordunun en üst komuta kademesi
olan Erkân-ı Harbiye Umumî Riyaseti, Genelkurmay Başkanlığı; en üst komutanın
unvanı da Erkân-ı Harbiye Reisi iken, Genelkurmay Başkanı oldu.   
“Nefer”
in adı asker, zabit’in ki de subay olarak değişti.

Ordumuzda
bugün; “istihkâm, piyade, muhabere, levazım, içtima, nöbet, devriye ve terhis”
gibi tarihî ifadelerin halen kullanıldığını ve hiç de yadırganmadığını
görmekteyiz. Ancak askerî terminolojide stratejik tabirlerden “müdafaa”, 
önce “savunma” oldu. Zamanla  “taarruz” a
döndü, daha sonra da değişerek “saldırı” ifadesini aldı. Bu gidişle “Büyük
Taarruz”
a da zamanla “Büyük Saldırı” denilebilir. 
 

Asırlardır
Türk Ordusu’nun temel tabiri olan “harp”, “savaş”“talim” “eğitim” oldu.
Akabinde “talimgâh” “eğitim alanı” ; “talimatname
“yönerge” ; “Mütareke” “ateşkes”;
“kumandan”; “komutan”,  “Harbiye” de “Harp Okulu” oldu.
Eskiden “Harbiyeli” tabiri kullanılırdı. Bugün de yine öğrenciler
kendilerine “Harp Okulluyum” demez, “Harbiyeliyim” derler.  

  

Tıp alanında
da birçok tabir değişmiştir. Önceleri ihtisas
ve mütehassıs kelimeleri kullanılırken,
uzman ve uzmanlık olarak değişmiştir. Tıbbî branşların da isimleri değişti.
Dahiliye mütehassısı – iç hastalıkları uzmanı. Cildiye mütehassısı –
dermatoloji uzmanı. Nisaiye mütehassısı – kadın hastalıkları uzmanı. Bevliye
mütehassısı -üroloji uzmanı. Asabiye mütehassısı – nöroloji uzmanı. Akliye
mütehassısı – psikiyatri uzmanı oldu. Yeni tabirleri bilmeyen bir hasta,
hangi bölüme müracaat edeceğini yardım almadan seçememektedir. Oysa önceki
tabirler bildiği bizzat kullandığı özbeöz anadiliydi.  

Tıpta,
sağlıkta kullanılan terminolojinin ekseriyeti Latince ve Yunanca’dır. Bundan
dolayı doktorların raporları anlaşılmaz. Yıllardır kullanılan  ‘teşhis’
kelimesi, yerini “tanı” ya
bırakmıştır.

Şimdi de, müşahede
odası yerine “gözlem” ve “izlem” odası
yazılmaya başlandı. Sosyal hayatta vak’a
hadise demektir. Tıpta ise belirli bir hastalığa vak’a denilmektedir. Bazı tıpçılar ise vak’a yerine “olgu” yu
kullanmaktadır.   Hastanelerde yeni bir bölüm daha ortaya çıktı: “Girişimsel
radyoloji”
.

Hemşire, Türkçemizde kız kardeş, bacı
demektir. Kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Ecdadımız yabancı hanımlara
hemşirem derlerdi. Sağlıkta ise hemşire, hastaları tedavi eden yardımcı tıp
personelidir. Bu ifade hanımlara çok yakışıyordu. Üstelik hemşireler hep hanım
idi. Şimdi erkek yardımcı personele de hemşire
denmeye başlandı. Oysa hemşire deyince aklımıza hep hanım gelir. Sağlık
Bakanlığı Hanım ve erkek hemşirelere ortak, uygun bir tıbbî unvan
verebilir. 

Mâlî
mevzuatta ise, Divan-ı Muhasebat – Sayıştay, Şura-yı Devlet – Danıştay oldu.
Tahsisat – ödenek; tahsisat-ı mesture – örtülü ödenek; muhasip – sayman;
muhasebe müdürlüğü – saymanlık; istihkak – hakkediş; tasdik – onama; vâridat –
gelir; teftiş – denetim; müfettiş – denetçi; amme müessesesi – kamu kurumu;
talimatname – yönetmelik; nizamname – tüzük; tamim – genelge; müteahhit –
yüklenici; hususi sektör – özel sektör; mahallî idare – yerel yönetim; akit,
mukavele –  sözleşme; gayrimenkul – taşınmaz; menkul – taşınır; mükellef –
yükümlü; umum müdür – genel yönetmen olmuştur. 

 

Dilimizdeki
en büyük tahribatlardan biri de,  hukukî
terminolojide yapılmıştır. Kanun – yasa; esas teşkilat kanunu – anayasa; Temyiz
mahkemesi ise Yargıtay oldu. Kanun lahiyası – yasa tasarısı; kanun teklifi –
yasa önerisi; kanun yapma – yasama; teşrîî masûniyet – yasama dokunulmazlığı;
müzakere – görüşme; celse – oturum; takrir – önerge oldu.

 Müddeiumum – savcı; hâkim – yargıç; şahid –
tanık; zanlı – sanık; muhakeme – duruşma; ehlivukuf – bilirkişi; tahkikat –
kovuşturma; nezaret – gözetim; mevkuf – tutuklu; hapishane – cezaevi. Müşteki –
yakınıcı; talep – istem; zabıt – tutanak; cürm-ü meşhud – suçüstü; beraat –
aklama; müruru zaman – zaman aşımı; amme – kamu; amme hukuku – kamu hukuku;
usûl, fürû – altsoy, üstsoy; örfî idare de sıkıyönetim; oldu. 

 Bugün hukuk fakültesinde okuyan
gençlerin, 1960 öncesi hukukî mevzuatı, kanun metinlerini ve muhakeme
kararlarını anlaması artık imkânsızdır.   

 

Eğitim
alanında da bir kelime konuşma ve yazma dilimizden artık çıkmıştır. “konuşma
yazma kelimeleri bile başlangıçta olumsuz anlamda, “yapma” manasındadır.
Aslında “konuşulan ve yazılan” anlamında kullanılmaktadır.

İstiklal
Marşı-Ulusal Marş; Talebe – öğrenci; muallim – öğretmen, eğitmen; muallime –
bayan öğretmen; mektep – okul; sınıf – derslik; şahadetname – diploma; hendese
– geometri; riyaziye – matematik; zaviye – açı; imtihan – sınav; mümeyyiz –
ayırtman; tahsil – öğrenim; fail – özne; fiil – eylem; zamir – adıl; zarf-
belirteç; sıfat – önad; nesir – düzyazı; mizah – komedi; hikâye – öykü; teşbih
– benzetme; vezin – ölçü; kafiye – uyak; mısra – dize; vazife – ödev; muharrir
– yazar oldu.  Yönler de, şark, garp,
şimal, cenup iken doğu, batı, kuzey, güney şeklinde değişti. Zamanla
“Milli Eğitim Bakanlığı”nın adı, “Ulusal
Eğitim Bakanlığı”
olursa şaşmamak lazım.

                                   

The Oxford
İngilizce/Türkçe lügatini hazırlayan İngiliz filolog H. C. Hony diyor ki:
“Türkçe ahenkli ve güzel bir lisandır. Başka lisanlardan kelime alırken
sert ve çirkin sesleri yumuşatıp değiştirerek kulağa hoş gelir hale sokmuştur.
Halbuki yeni bulunan, diriltilen veya uydurulan kelimeler hemen daima tam
manasıyla bir nefret örneğidir. “ İlk mekteb, dahiliye, hariciye, hâkim, celse,
tâbiiyet…’ gibi kelimeler için kabul edilen; ‘ilk okul, iç işleri, dış
işleri, yargıç, oturum, uyrukluk…”  kelimelerini, kulaklarım
tırmalanmadan ve tüylerim ürpermeden dinlemek ve kullanmak benim için
imkânsızdır. Edebî zevk sahibi Türklerin bu hususta ne düşündüklerini öğrenmek
isterdim!…” 

  

 

“Önümüzde
iki yol var: Ya uyanıp dilimizi koruyacağız ya da iki nesil sonra Türkiye diye
bir ülke, Türkçe diye bir dil kalmayacağını kabul edeceğiz! Seçim sizin! Oktay
Sinanoğlu

 

Sevgiyle kalın.