Türkiye Filistin Olmasın

109

Filistin’de
1897 yılında doğan bir bebek 1947 Yılında eğer hayatta ise veya göç etmediyse
50 yaşında İsrail vatandaşı olmuştu. 1 milyon  Filistinlinin Siyonist
terörizmi sonucu 800 bini 1947’ye kadar göç etmişti[1].
Emperyalistler Osmanlı’ya sürekli baskı yaparak Yahudi ve yabancı nüfusunu
Filistin’de artırdılar. I. Dünya savaşında Osmanlı’ya karşı Arapların önemli
bir kısmı ve Yahudiler İngilizlere yardım ettiler. II. Dünya savaşından sonra
ise  Siyonistler emellerine yani devletlerine kavuştular. 

2022 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss “Kaçak
Göçmenleri Türkiye’ye Gönderme” planlarından bahsediyor, Avrupa Birliği,
Suriyeli sığınmacıları geri gönderemezsiniz diyorsa tarih tekerrür ediyor
demektir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı
dünyanın dört bir köşesinden gelen her insana verilebiliyorsa Türkiye
Filistin’in düştüğü trajediye sürükleniyor demektir.   Filistin’de
İsrail’in kuruluşu toprak satışı ve Osmanlı ve daha sonra İngiliz Mandası
vatandaşlığı alması ile başlamıştır. Osmanlı döneminin güçlü devletleri olan
İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Rusya ve İngiltere Musevilerin Filistin’e
iskânı konusunda hemfikirdiler ve her türlü yolla bu projeyi desteklemekten
geri durmuyorlardı. Filistin’de Arapların bir kısmının topraklarını
Siyonistlere satması ise işin diğer bir acı yönüdür. İlk ayrılıkçı Arap
hareketini örgütleyen Cezayirli Emir Abdülkadir’in ölümünden sonra oğulları
Rothschild (Rotşildlerin) ailesi ile ilişkiye geçmişler ve Filistin’de
kendilerine muhacir oldukları için tahsis edilen Akka sancağı Taberiye
Kazasındaki dört köyü gasp ederek Siyonist Rothschild ailesi vekillerine
satmışlardır[2]. Bu gibi
örnekler BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivi) ve BEO (Babıali Evrak Odası)
kayıtlarında mevcuttur.  

Osmanlı
Belgelerinde o döneme ait suiistimal olayları da yazmaktadır. Üstelik hem
Osmanlı Belgelerinde hem de Rotşild ailesi ve benzeri Siyonistlerin
temsilcilerinin kimlere rüşvet verdiğine dair kayıtlar da mevcuttur. Osmanlı
yönetiminin acziyeti ise ayrı bir gerçektir. Merkezin çevreyi kontrol edememesi
ile birlikte dış borçlar ve Duyun-u Umumiye[3]’de
dış politikayı şekillendirmiş ve yönlendirmiştir. Basını o dönemde daha çok
Avrupa basınından takip etmek mümkündür. Onların tutumu da Siyonizm’in
lehinedir. Aydınların ve vatanperver Subayların tavırları ile ilgili birçok
belge de mevcuttur. Örneğin Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Suriye’de(Şam) görev
yaptığı sırada (1905) rüşvet almaya tenezzül etmeye çalışan bir subayı uyarması
hafızalardadır. Mustafa Kemal Diyor ki: “Bugünün adamı mı olmak istiyorsun,
yoksa yarının mı?” Subay: “Elbette Yarının” Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal: “Öyle
ise elbette pay alamazsın[4]”.

Filistin’in
Yahudileştirilmesi açısından  BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), Dâhiliye,
Hariciye ve Yıldız evrakları yeterince aydınlatıcıdır. Rothschildlerin
(Rotşildlerin) arazi satın alıp fakir Yahudiler dağıtması ve Avrupa ve
Rusya’nın göçü hızlandırması ile İsrail devleti doğmuştur.  Musevi göçmenlerin Filistin’e iskânında
izlenen yöntem şunlar vurmuştur: yabancılara arazi satışları uluslararası
anlaşmalarda ihlal edilerek siyasi amaçlarla hareket eden Yahudi şahıs ve
kuruluşların eline geçmiştir. 1882 yılından başlayıp 1903 yılına kadar
devam eden birinci göç dalgası ile 1904-1914 yılları arasında ise İkinci büyük
göç dalgası başlamıştır. Baron Rothschild Uluslararası gücünü ve Osmanlı’ya
vermiş olduğu borçları da kullanarak Musevi varlığını Filistin topraklarında
artırmıştır. Kırım Harbi’nde Osmanlı Devleti’ne yüklü miktarda borç veren Rothschild
Ailesi o borçların faizi ile İsrail devletini adım adım inşa etmiştir.
Filistin’deki Miri ya da vakıf arazilerini de usulsüz bir şekilde yerleşime açılmak
üzere almışlardır. Hatta sahte vekaletnameler düzenlenerek yerli köylü ve
çiftçiler yüzlerce yıldır yaşadıkları yerlerden çıkarılmıştır. Rüşvet ve santaj
çekinmeden uygulanmıştır. Köylülerin Ziraat Bankası’na olan borçlarına karşı
teminat gösterdikleri arazilerde yine icra yoluyla bu Musevilere satılmıştır.
Yerliler Musevilerin ırgatı durumuna düşmüşlerdir. Kayıt dışı Musevilerin
sayısı ise asla kontrol edilememiştir. Musevi kolonileri zamanla Kasaba
oluşturmuşlardır. Yerli halka karşı baskı, tehdit ve gasp yöntemi de Filistin’e
uygulanan yöntemlerdendir. Müstear isimlerle arazi satın alma, sahte belgelerle
satış, dağılmış arazilerin işgali, fahiş fiatla satın alma ve Rothschildlere tanınan
ayrıcalıklar gibi birçok hatalı uygulama İsrail devletinin yolunu açmıştır[5]. I.
Dünya Savaşı sırasında ise İngilizler tarafından Şerif Hüseyin’e vaat edilen
Arap krallığı Osmanlı’nın arkadan vurulmasına neden olmuş Filistin
topraklarının İngiliz mandasına dönüşmesinin yolunu açmıştır. Şerif Hüseyin ile
aralarında yaptıkları anlaşma ile İngiltere Arap İslam hilafetini
onaylanacaktır. Bütün Arap ülkelerindeki ekonomik teşebbüslerde İngiltere’ye
tercih hakkı tanınanacaktır (yani kapitülasyonlar verilecektir). İngiltere ile
Şerif Hüseyin’in başında olacağı Arap Devleti veya İmparatorluğu arasında 15
yıl süreli bir ittifak imzalanacaktır. Osmanlı Devleti Ortadoğu’dan tasfiye
edilirken İngiltere ve Fransa birlikte 16 Mayıs 1916’da Sykes-Picot
Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma ile Beyrut dâhil Rakka’dan itibaren kuzeye
doğru Suriye’nin bütün kıyı bölgeleri ile Adana ve Mersin bölgelerin Fransa’ya,
Bağdat Basra arasındaki Dicle Fırat bölgesi de İngiltere’ye veriliyordu.
Filistin konusu açık bırakılmıştı. İngiltere’nin Şerif Hüseyin’e oynadığı oyun
bu kadarla kalmamıştı. Filistin’i bağımsız Arap krallığı’na bırakmadığı gibi
burada Yahudilere bir yurt edinmeyi vaat eden Balfour Deklerasyonu’nu kaleme
aldı. Bu sırada gençliğinden beri Siyonizm hareketi ile ilgilenen Weizmann
İngiltere hükümetine verdikleri ilk Muhtara da Filistin’de “bir yurt” değil
Filistin’in “Yahudi Yurdu” olarak kabul edilmesini Filistin’e özerklik
verilmesini ve Filistin’e Yahudi göçlerinin serbest bırakılmasını istediler.
Lakin Şerif Hüseyin ve oğullarının Yahudiler ve İngilizlerle dostlukları o
kadar ileriye gitmişti ki Hüseyin’in oğlu Emir Faysal dünya Siyonist
teşkilatına 3 Mart 1919 tarihli yazdığı mektupta şu ifadeleri kullanıyordu:
“Biz Araplarla Yahudilerin ırk bakımından yeğen olduklarına inanıyoruz. Biz
Araplar bilhassa içimizde aydın olanlar Siyonist hareketine derin bir sempati
ile bakıyoruz. Biz Yahudilere yurtlarına hoş geldiler diyoruz. Hareketinizin
liderleri ve bilhassa doktor Uzman ile yakın münasebet içinde olmuştuk ve
olmaya da devam ediyoruz. Doktor Weizmann davamıza çok yardım etti ve ümit
ederim Araplarda yakında onun bu nazik davranışına mukabele etme durumunda
olurlar. Her iki hareketimiz birbirini tamamlamaktadır. Yahudi hareketi millî
bir harekettir ve emperyalist değildir bizim hareketimiz de millîdir ve
emperyalist de değildir ve Suriye’de her ikimize de yer vardır iki hareketimiz
den hiçbiri diğeri olmadan gerçek başarıya ulaşamaz[6]”.

Türkiye’de
de kozmopolit bir Emevî Devleti yahut İsrail vilayeti oluşturulmak
istenmektedir. Tabi bütün bu olanlara zemin hazırlayanlar ve emperyalistlere
cesaret verenlerin Türkiye’de kimler olduğu anlaşılmalıdır. Türk kimliği
Türkiye Cumhuriyetinde yaşayacaksa geleceğimize sahip çıkılmalıdır. Geleceğe
bugünden sahip çıkılabilir. Yapılması gereken ilmin ve belgelerin ışığında Türk
milletini aydınlatmak ve bilgilendirmektir. Gelecek nesiller bizden bunu
beklemektedir. Aksi halde bugün doğan bir Türk çocuğu 50 yaşında bambaşka bir
kimliğe mahkûm edilecektir.

En
ufak bir Türklük kaygısı olmayanların bu sözleri idrak etmesi mümkün değildir.
Sözümüz Türklüğü atalarından miras alıp gelecek kuşaklara devretmek
isteyenleredir. Türkiye’yi şehir devletlerine bölmek isteyenler hatta
emperyalistlerin amaçlarına terk etmek isteyenlere sözümüz yoktur. Bunlara
karşı sadece aklımız,  yüreğimiz ve mücadele azmimiz vardır. “Dost ve
düşman bilmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti ilelebet Türk kalacaktır”.

 



[1] Ömer Rıza Doğrul, İsrail:
Tedhiş, istilâ ve Harp Kaynağı, Yeni Zamanlar yayınları, İstanbul, 2004, s.
108.

[2] Mustafa Balcıoğlu, Sezai
Balcı, Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu,
Erguvani Yayınları, 2018, Ankara, s. 290, 314.

[3] Düyun-u Umumiye (Düyun-u
Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi), 1881-1923 yılları
arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun iç ve dış borçlarını denetleyen bir
kurumdur. Lozan’da büyük tartışmalara neden olmuştur. Cumhuriyet kurulduktan
sonra borçları ödemesine devam edilmiş ve borçlar kapatılmıştır.

[4] Ali Güler, Atatürk ve
Beytülmal, halk Kitabevi, İstanbul, 2016, s. 30.

[5] Ömer Tellioğlu, Filistin’e
Musevi Göçü ve Siyonizm (1880-1914), Kitabevi, İstanbul, 2018, ss. 120-140.

[6] Fahir Armaoğlu, Filistin
Meselesi ve Arap İsrail savaşları, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991,
ss.  31-34.