İki önemli araştırmadan söz etmek istiyorum.
Birinin başlığı, Kültür Ekonomik Sonuçları Etkiler mi? Diğeri, Kültür ve
Kurumlar: Avrupa’nın bölgelerinde ekonomik gelişmişlik. Bunlar kitap hâline gelmemiş makaleler. Kültürün
ekonomiyi etkileyeceği iddiası daha başlıkta görülüyor. Yani üst yapının, alt
yapıyı etkileyeceği!
Şimdiki sosyoloji bir başka: Sayılar, sayılar
Fakat bu araştırmalar 19. asırdakilerden
farklı. Marks’tan, Weber’den, hepsinden. Çünkü toplum ve ekonomi üstüne
konuşanların elinde yeni metotlar var. En güçlülerinden biri anketler. Sonuç
istedikleri gibi çıkmayınca ankete burun kıvıran politikacılarımıza bakmayın.
İstatistik bilimi, anketi rastgele seçeceğiniz kaç kişiyle yaparsanız hata
payının ne olacağını size verir. Genellikle
“Yüzde şu kadar hataya razıyım, o hâlde kaç kişiyle konuşmalıyım?” sorusu
sorulur, hesap yapılır ve o kadar kişiyle konuşulur.
Günümüzde bütün anketleri araştırmacının
yapması gerekmiyor. Dünya Değerler Taraması gibi, başka grupların birkaç yılda
bir yaptıkları anketlerin veri tabanları, Birleşmiş Milletler ve OECD
istatistikleri ve daha niceleri, araştırmacılara açık. İstatistiğin
metotlarıyla da istediğiniz değişkenleri kontrol edebilirsiniz.
Düşüncelerinizin doğru mu, yanlış mı olduğunu rakamlar gösterir;
spekülasyonlar, bombastik nutuklar değil. Nihayet, herhangi bir sosyal
psikoloji hipotezinizi oyun teorisinin aletleriyle, yine ankete benzer
sorgulamalarla test edebiliyorsunuz. Weber veya Marks 19. asırda, bırakın
dünyayı, kendi ülkesinde anket yapmaya kalksa, herhâlde tutuklanırdı.
Bahsettiğim iki sosyoloji makalesini
birilerine, şöyle bir gösterip saklasanız ve sonra “Konu nedir? Tahmin edin.”
deseniz, çoğunluk, matematik diyecektir. İkisi de rakam, matris, grafik dolu.
Bizde hâlâ bazıları, bilimin sonuçlarını, biri, sabah kalktığında aklına öyle
geliverdi diye algılıyor.
İki makaleden ikincisi üzerinde duracağım.
Birincisi uzun soluklu bir alan taraması. İkinciyi de ondan öğrendim. İkincinin
künyesi şöyle: Tabellini, Guido, Culture and Institutions: economic development
in the regions of Europe, (Kültür ve Kurumlar: Avrupa’nın Bölgelerinin Ekonomik
Gelişmesi) IGIER, Bocconi University; CEPR; CES-Ifo; CIFAR, 2005-2008. Metot,
Putnam’ın İtalya araştırmasındakine benziyor. Putnam’da her şehir ayrı bir veri
noktasıydı. Burada aynı iş, Avrupa’nın bölgeleri için yapılmış. Putnam’ın
devamı gibi… Yazar da İtalyan zaten.
Kültürün ekonomiyi etkileyen dört parametresi
Tabellini, kültürün tarifini, Heinrich gibi
yapmış. Uzun zaman içinde sabit kalan, yavaş değişen unsurlar. Bir insan
ömrünce değişmeyen, daha önceki nesillerin birikimi. Ekonomiye etki edip
etmeyeceğini tahkik ettiği 4 parametre var:
Güven.
Saygı.
Kontrol
İtaat.
Güven, toplum sermayesinin ana unsuruydu.
İnsanın kendi toplumu içinde, aileden, sülaleden olmayanlara güvenmesi. Birlikte
iş yapabilmesi, kazıklanmaktan korkmaması.
Saygı’ya Tabellini, “genelleşmiş ahlak” da
diyor. Yine yalnız aile içinde, sülale içinde, klan içinde değil, herkese karşı
ahlaklı davranmak. Yalan söylememek, aldatmamak.
Güven ve Saygı birbirini destekleyen
unsurlar. Yazar bu ilk ikiye “sosyal sermaye- toplum sermayesi” diyor.
Üçüncü parametrenin, “kontrol”ün anlamı şu:
Toplumdaki insanların, kendi geleceklerinin kendi ellerinde, kendi
kontrollerinde olduğuna inanması. “Ben çalışırsam başarırım.” inancı. Büyük
ağabeye yanaşırsam veya şansım yaver giderse değil. “Kendi geleceğimin
kontrolü, benim elimdedir.” duygusu.
İtaatkâr mıyız?
Son kültür unsuru da itaat. Ancak bu
parametre ekonomik gelişmeyi olumsuz etkiliyor. Negatif bir unsur. Veri noktası
diye alınan bölgede insanlara, çocuk yetiştirirken hangi hususlara ağırlık
verdikleri soruluyor. İtaati başa alan topluluklarda refah gecikiyor,
diğerlerinin arkasından geliyor.
Peki, bu değişkenlere göre Türkiye’nin durumu
ne ola ki?
Güven İndeksi taramalarında, dünya çapında
diplerde yer alıyoruz. Genelleştirilmiş ahlâk veya saygı konularında nasılız
dersiniz? Bakın bakalım sokakta, burun buruna geldiğinde selamlaşan kaç kişi
var?! Bu selamı ve gülümsemeyi görmeniz için kâfir ülkelerine gitmeniz gerekir.
Sizce çocuklarımız, çalışırlarsa
kazanacaklarına, geleceklerinin kendi ellerinde olduğuna inanıyor mu? “Bilsin
ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur”a inanıyor musunuz?
İtaate gelince… Bunun ölçümü bizde yapılmadı.
Fakat benim aklıma partilerde lidere itaat, tarikatlarda şeyhe, ağabeylere
itaat geliyor. Partide liyakat değil itaat; bürokraside liyakat değil itaat;
her şeyde liyakat değil itaat diyoruz ya. Hani mürit, şeyhin elinde, ölü
yıkayıcının elindeki ceset gibi olmalıdır ya. Müritlerin şeyhin önünde elleri
göbekleri üstünde kavuşmuş, ayaklarının biri diğerinin üstüne basar halde
durduğunu bilir misiniz? Bu duruş, ön ve arka ayakları bağlı koyunun
temsilidir. Kesilmeye hazır ve razı. Liderin önünde de tıpkı öyle olmalılar,
değil mi?
Dört değişken kısmen birbirini etkiliyor.
Onun için Tabellini, dördünü birleştirip kurduğu değişkene “kültür” demiş.
Başkalarına güvenmeyen onlara karşı ahlâklı davranır mı, saygı duyar mı? Saygı
duymayan güvenir mi? İtaatte zirveye çıkan, geleceğinin kendi elinde olduğuna
inanabilir mi?
En iyisi biz itaate devam edelim. Nemize
lazım? (https://millidusunce.com/kultur-kalkinmayi-boyle-belirler/)