Müzeyyen / süslü,
fâni / geçici masnuat / sanatla yapılmış her şey ve tüm varlıklar; fenâ / son
bulması ve adem / yok olması için yaratılmış değildir. Ancak, onların suretleri
ve misalleri / biçim ve görünüşleri, mana ve anlamları, netice ve sonuçları
alınır.
Beka / sonsuzluk
âleminde, bâkî ve sonsuz olarak yaşayacaklar için, ebedî / sürekli olarak
kalıcı manzaraların yapılmasına medar / sebep ve vesile olurlar.
Yahut ebedî /
daimî kalıcı olan âlemde, Sâni-i Ebedî / ebedî, daimî ve sonsuz olan sanatkâr
yani Allah, onları istediği şekillere sokar. Çünkü, o masnuat / sanatla
yapılmış şeyler; beka / bâkî âlem içindir.
Onların o zahirî /
görünürdeki ölüm ve fenâları / yok olmaları, vazife ve görevlerinden terhis /
paydostur. İdam / yok oluş değildir.
Evet, onların
ölümleri fenâ / onların sonu olsa bile, yalnız bir cihet / bir yönden fenâya /
yokluğa gider, çok cihetlerden / birçok bakımdan bâkî / süreklilik kazanır.
Meselâ, ezelî
kudretin yarattığı şu gül çiçeğine bak. Evet, nasıl bir kelime ağızdan çıkar
çıkmaz; zahiren / görünüşte fenâya / yokluğa giderse de, Allah’ın izniyle
kulak, kâğıt ve kitaplarda milyonlarca timsal / numune ve örnekleri kaldığı
gibi, akıllarda da akıllar adedi / sayısınca manaları kalır.
Kezalik / böylece
o gül, kısa zamanda vazifesi / görevi tamam olur olmaz solar, ölür gider. Ama
onu gören bütün insanların hafızalarında; halefiyle / sonradan geleceklere
hamile olan tohumlarında suretleri, manaları bâkî / kalır.
Demek, ister o
gülün tohumu olsun, ister kuvve-i hafıza / hafıza gücleri olsun; o gül
çiçeğinin suretini, ziynetini / süsünü, menzilini / yerini hıfzetmek / korumak
ve saklamak için, sanki birer fotoğraf ve bekası için birer menzil ve konaktır.
İNSAN da başıboş,
serseri sahipsiz bir hayvan değildir. Ancak, onun da bütün harekât / hareket,
davranış ve tutumları ve ef’ali / fiil ve işleri yazılıyor. Tespit edilip
kaydediliyor. A’mal / amel ve işlerinin netice / sonuçları hıfzedilip korunuyor
ki, muhasebe-i kübra / en büyük muhasebe ve hesaplaşmada ona göre derece alsın.
Hülâsa / özetle,
her güz mevsiminde yapılan tahribat / tahrip, yıkıp ve bozmalar; gelecek bahar
mevsimlerinde gelen yeni misafirler için, yer tedarik etmek / yer açmak ve
öncekiler için ise, bir nevi / bir çeşit terhis ve izindir.
Keza / aynı
şekilde, bu âlemde tasarruf eden Sâni / sanatla yaratan Allah’ın; öyle bir
Kitab-ı Mübini / nizam ve intizamlarını barındıran manevi bir kitabı vardır ki;
ne küçük ne büyük, o kitapta yazılıp hıfzedilmemiş / korumaya alınmamış hiçbir
şey yoktur.
O kitabın
maddelerinden âlemde görünen yalnız nizam ve mizan / ölçü ve denge maddelerine
bakacak olursak görürüz ki:
Herhangi muvazzaf
/ vazifelendirilmiş ve görevlendirilmiş bulunan bir şey,
Vazifesinden
terhis edilmekle, vücut dairesinden çıkarsa,
Fâtır-ı Hakîm /
hikmetle yaratan Allah, onun çok suretlerini Levh-i Mahfuz / ezelî ilmiyle
kâinatta olmuş ve olacak şeylerin yazılı olduğu Korunmuş Levha’larında tespit
eder / kaydeder.
Tarih-i hayatını /
geçmişini, hayat serüvenini tohumunda ve neticesinde nakşeder / işler.
Pek çok gaybî /
görünmeyen âyine / aynalarda ibka eder / kalıcı hâle sokar.
Meselâ, bir şecere
/ ağaç; meyvesiyle hamile olduğu gibi, tohumu da meyve ile hamiledir.
Demek, ağacın
bünyesinde semere / meyvesi mevcut / var olduğu gibi, tohumunda da semere /
meyve mevcuttur. Aynı şekilde, vücuttan çıkmış pek çok şeyler, İNSANIN kuvve-i
hafıza / hafıza gücünde mevcut kalır.
İşte bu misal ve
örneklerden, Allah’ın hıfz / saklama, koruma ve muhafaza kanunu açık bir
şekilde görülür. Yine Allah’ın hafîziyet kanunu’nun / Cenab-ı Hakkın her
mahlûkun başına gelecek durumları ve başından geçenleri muhafaza etme
sıfatının; her şeyi içerdiği ve ne kadar geniş olduğu anlaşılır.