Mazide Kalan Türkiye-5-

106

Gece Bekçileri:

Aslında onlar mahallerin ‘Bekçi Babalarıydılar’… Bundan 60 yıl
öncesinin İstanbul sokakları ve diğer büyük illerin sokakları, gün batımından
sonra onlara emanetti. Ellerinde taşıdıkları düdüğü her üflediklerinde; bizler
evlerimizde biraz daha rahatlar, gecenin karanlığı, ıssızlığı ve her tür
tehlikesi onların varlığı ile adeta yok olurdu.

Emniyet teşkilatına bağlı olarak çalışan bu güzel insanlar,
1980’lerden sonra sokaklarımızda görünmez oldular. Çünkü onlar sabit
karakolların kadrolarına verildiler. 90’lı yıllardan itibaren de emniyet
teşkilatının kadrosundan çıkarıldılar…

Hallaçlar:

O yıllarda sırtlarında taşıdıkları yay şeklindeki kalın bir dal
parçasının iki ucuna gerilmiş teli olan, ellerinde taşıdıkları labut gibi bir
tahta parçası ile İstanbul’da mahalleler aralarında dolaşan, çoğu Karadeniz
yöresinden gelen ‘Hallaç’ ustaları vardı.

Bu ustalar çağrıldıkları evin holünde, ya da uygun bir bölü­münde,
o yay şeklindeki dal parçasını özellikle yaz aylarında evler­deki yatak ve
yorganların içerisinden çıkarılan pamuk ve yün yığınla­rına sokarak, labut
şeklindeki tahta parçası ile tele devamlı vururlar; pamuk ve yün yığınlarını
ayrıştırarak havalandırırlardı.

Daha sonra evin hanımı havalandırılan yün, ya da pamuk yı­ğınlarını,
tekrardan yatak ve yorganlara doldurur; bunlar yeni alın­mış gibi kabarık,
havaleli yeni bir görünüm kazanırdı…

Gazoz Kapakları:

60’lı yıllarda çocukların en sevdiği oyuncaklardan birisi de
yuvarlak metal kenarları tırtıllı gazoz kapaklarıydı. O yıllarda özel­likle
bakkallar ve çay bahçelerinin önü, yazlık sinema bahçeleri, ço­cuklar için
ganimet denecek ölçüde çok atık gazoz kapağının olduğu noktalardı. Bu kapaklar,
çocuklar arasında oynanan yutma-yutulma olarak adlandırılan değiş-tokuş
oyunlarında kullanılırdı. O dönem­de en az bulunan kapak, değeri en yüksek
olandı. Ankara, Olimpos, Yedigün, Çırçır, Çamlıca gazozları o dönemin efsanevi
tatlarıydı…

Ağlayan Çocuk:

O dönemde pek çok mekânda, evlerimizin misafir odaların­da,
Otobüslerin, kamyonların arka, ya da varsa yan arka camlarında; ressamı belli
olmayan 4-5 yaşlarında, mavi gözlü, gözlerinden yaşlar süzülen, kumral,
kocakafalı, toramanca, boynuna kırmızı bir kaşkol bağlamış ve palto giymiş bir
erkek çocuğu resmi vardı!

Görenlerde bir acıma duygusu uyandıran bu portreyi; uzun yol
şoförleri, evlatlarına olan özlemi biraz olsun dindirmek için as­tıkları
düşünülmekle birlikte; pek çok yaşam mekânına böylesi bir fotoğrafın neden
asıldığı konusu, hala bir muamma olarak ortada kalmıştır!

Teneke Çöp Kutuları:

60’lı yıllarda, evlerdeki çöpler, atıklar günümüzde olduğu gibi
siyah çöp poşetlerine konularak, çöp konteynerlerine atılmazdı.

Çünkü ne böyle bir uygulama, ne de bu tür malzemeler var­dı. Bunun
yerine mutfaklarda lavabo altlarında duran, bakkallardan temin edilen
dikdörtgen peynir, ya da zeytin tenekeleri kullanılırdı.

Bu çöp kutularının iki yanında açılmış deliklere geçirilmiş ka­lınca
bir tel bulunur, çöp kamyonunun geçeceği saat yaklaşınca, bu kovalar; evin
önüne indirilerek, kapıların önüne dizilen diğer çöp kutularının yanına
konurdu.

Çok iyi hatırlıyorum, özellikle yaz aylarında karpuz, kavun
kabuklarının atılması nedeniyle dipleri pas tutan bu tenekeler; tam çöp
atılırken lehim yerlerinden açılarak bütün çöpler yere saçılırdı. Hem gayrı
sıhhi ve hem de hiç hoş olmayan iğrenç manzaralar olu­şurdu!

Kurnalar:

Eskiden evlerin banyolarında bugünkü gibi duşa kabin ya da
jakuziler yoktu! Onların yerine banyolarda genellikle yekpare mer­merden
oyulmuş orta boyda kurnalar bulunurdu. Bu kurnaların oyuk olan hazne kısımları,
yaklaşık 10-12 litre su alırdı. Yıkanacak şahıs, kurnanın yanına küçük bir
tabureye oturur, musluktan haz­neyi sıcak su ile doldurur ve hamam tası (çoğu
kalaylı) adı verilen bakır, ya da plastik kaplar yardımıyla, kurnadan aldığı
suyu üzerine boca ederek, yıkanma işlemini gerçekleştirirdi. O dönemin
hamamları da çok ünlüydü. Bunlar arasında Ka­dırga Hamamı, Çemberlitaş Hamamı,
Beyoğlu Ağa Hamamı ismen öne çıkanlarıydı…   

Yelekli Takım Elbiseler:

60’lardan, 80’li yıllara kadar erkek takım elbiselerinin değiş­meyen
ayrıntılarından biri de, ceketlerin içine giyilen ve takım elbi­selerinin aynı
cins kumaşlarından dikilen yeleklerdi. Ben de 1968 yılında Samsun’da görev
yaparken, böylesi bir takım elbise yaptırmış ve o dönemin modasına uymuştum. Bu
yeleklerin sırtları ceket astarından yapılır ve iki yanında da cepleri olurdu.
Bu ceplere sigara, çakmak ve köstekli saat konulur­du. 80’li yılların modasıyla
birlikte bu yelekler de modanın dışında kaldı. Tek, tük bu tip yelekleri
giyenlere de; ‘hacıağa’ denilirdi…

Takma Kirpikler:

Kadınlar; 60’lı yıllardan, 70’li yılların ortalarına kadar göz­lerinin
üzerinde takma kirpikler taşıdılar. Çoğunlukla gece davet­lerinde kadınların
peruk ve kirpik takma merakları 80’li yıllara ka­dar devam etmiştir. Kirpikler
siyah renkli, upuzun ve uçları kıvrık olurdu. Takma oldukları uzaktan dahi
anlaşılırdı Çok da itici olan bu kirpikler, küçücük suratlı kadınlarda
fevkalade orantısız dururdu. Bu tür kirpikleri takan kadınlar, çevreden fark
edilsinler diye sık ara­lıklarla gözlerini açıp kapatır, bu esnada takma
kirpiklerinden birisi yere düşer ve çevresindeki insanlar bu takma kirpiği
bulmak için o kadının etrafında pervane olurlardı. Bu durum aslında o
kirpikleri takarak, şuh bir görüntüye kavuştuğunu sanan kadınların, karizma­sının
da yere düşmesiydi!

Station (Steyşın) Ambulanslar:

1960 ve 1970’lerdeki, ambulanslar çoğunlukla Station va­gon
otomobillerden oluşurdu. Hepsi beyaz renkli olan bu araçların kapılarının
üzerinde ve dış tavanlarında kırmızı renkli büyükçe bir ay resmi bulunurdu.
(Günümüzün tam donanımlı tıbbi ekipmanları olan, içinde doktorları bulunan
ambulansları düşündükçe o dönemin ambulanslarının, hasta naklinden başka ne işe
yaradığını sorgu­lamak gerekir diye düşünüyorum…)

Aracın tepesinde yanardöner uyarı lambaları ve canhıraş si­renleri
bulunurdu. Ambulansın arka kapısı yukarıya doğru açılarak, sedye tavanı çok
alçak olan arka bölümdeki raylar üzerinden sedye sökülüp çıkarılır ve hasta
buraya yüklenirdi. Ambulansta bulunan hemşireler, bu bölümde hastanın yanında
oturarak giderlerdi. Bu arada sedye, şoför mahalline kadar dayanırdı…

Halkalar:

O dönemde İstanbul halkı tarafından çok sevilen ve benim de
ilkokul dönemimde koluma dizdiğim, hazır yiyeceklerden olan ‘hal­kalar’; orta
boy bir bilezik çapında ve parmak kalınlığında olurdu.

Benim de oturduğum Kumkapı semtinde üretilen meş­hur ‘Kumkapı
Simidinin’ yapıldığı fırınlarda özellikle Kadırga İlkokulu’nda geçen ilköğretim
yıllarımda, okul çıkışında tanesi 1 kuruştan aldığım o halkaların lezzeti hala
damağımdadır. Fırınlar­da adet olarak satılan halkalar, kesekâğıdına doldurulur
ve özellikle çayla birlikte çok iyi giderdi.

Yolculukların da vazgeçilmez ve doyurucu pratik gıdaların­dan olan
halkalar daha çok; “Atikali, Aksaray, Malta, Eyüp, Beşiktaş Çarşı, 7-8
Hasan Paşa gibi Osmanlı tandanslı klasik fırınlarda üre­tilirdi…

Devam Edecek

Önceki İçerikKıssaların Dilinden
Sonraki İçerikBir Nebze İnsan (6)
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.