Misafir Odası Sarmaşıkları:
Rahmetli annemin evi çiçek bahçesi gibiydi!
Hatırlarım; hele, hele misafir odamızı çepeçevre saran ‘sarmaşık
devetabanı’, boyu bir metreyi bulduğunda ev sahibi olunacağına inanılan ‘paşa
kılıcı’, ‘mum çiçeği’, ‘salkım begonya’, ‘aşkmerdiveni’ gibi saksı çiçekleri; o
dönemde neredeyse İstanbul’da her ailenin misafir odalarını süsleyen,
üzerlerine belli aralıklarla nazar boncukları asılan süs bitkileriydi…
Çatanalar:
Haliç’teki yük indirme-bindirme iskelelerine ve tersanelere
malzeme götüren basık ve tek katlı, arkalarına yük taşımları için ardı ardına
mavnalar bağlanmış, tren katarı gibi ilerleyen ilginç bir taşıma sistemi
vardı. Mavnaları çeken bu ufak gemiye ‘Çatana’ denirdi.
İnce ve uzun bacaları olan bu çatanalar, Unkapanı ve Galata
Köprülerinin altından geçerlerken, bacaları tam ortalarından çelik bir tel
vasıtasıyla çekilir ve baca yaklaşık 75 derece kadar kırılarak arkaya yatardı.
Köprünün altından geçtikten sonra makara gevşetilir ve baca yerine otururdu…
Muşamba:
Halıfleks, ya da yer karolarının yaygınlaşmadığı o dönemde;
evlerin odalarının, mutfaklarının ve hatta tuvaletlerinin zemini muşamba ile
kaplanırdı! Çoğunlukla, kahverengi, ya da gri renklerin hâkim olduğu bu yer
kaplama materyallerinin üzerinde birbirini tekrarlayan grafik desenler olurdu.
En çok tutulan desen ise potükare adı verilen iki rengin çaprazlamasına
uygulandığı küçük kare şekillerdi.
Muşambalar odaların zeminleri tahta olduğu için, bir süre sonra
tahtaların deformasyonuna ayak uydurur ve altındaki tahtanın girintili,
çıkıntılı halini almaya başlardı. Üst kısımları oldukça kaygan olan muşambalar,
üzerleri silinip parlatıldığı zaman, üzerinde çorapla basılmasını asla
affetmezlerdi! Yıpranan, ya da yırtılan kısımlarına, daha önceden yedeklenen
muşamba parçalarıyla uygun şekilde yama yapılırdı…
At Arabalı Zerzevatçılar (sebze, meyve ve yeşillik satıcıları):
Benim de çocukluk anılarımın arasında önemli bir yer tutan bu
satıcıların, mevsimine göre satmış oldukları çeşit, çeşit sebze; meyve ve
yeşillikten ziyade ben satıcıların kullanmış oldukları arabaları çeken atları
seyrederdim. Kışın soğuğunda, yazın sıcağında onca ağır yükün altına giren
atlara çok üzülür; bizim mahalleye gelen arabalı satıcıların atlarına meyve,
şeker parçaları vererek, sanki onların gönlünü alırdım.
Çocukluk işte ama bunun yanı sıra arabalar dolusu meyve ve
sebzelerin o taptaze görüntüsü de beni hep cezbeder; yalvarışlarımı kıramayan
anneciğimin, her meyve çeşidinden alışını heyecanla ve iştahla beklerdim…
Ay – Yıldızlı Direkler:
Ana caddeleri aydınlatmak için kullanılan siyah metal elektrik
direklerinin tepelerinde, uçları yukarı doğru dönük bir hilalin içine
oturtulmuş tek bir yıldızdan oluşan âlemler vardı. Şehrin değişmez mobilyaları
olan bu direkler, 1980’lerde teker, teker kaldırılarak yerlerine beton düz
direkler dikildi…
Bagajı Üzerinde Otobüsler:
Şehirlerarası çalışan o dönemin otobüslerinde, şimdikilerde olduğu
gibi karoserleri hizasında derin bagajları yoktu. Taşınacak eşya ve bavullar,
otobüslerin üzerinde sabitlenmiş metal iskeletli yüklüklere konularak sıkıca
bağlanırdı. Yolculuk arasında inecek olan yolcuların eşyalarının otobüsün
üzerinden alınması epeyce zaman alırdı…
Bonmarşeler:
60’lı yıllarda İstanbul’un alışveriş merkezleri olan Sirkeci,
Sultanhamam, Karaköy, Beyoğlu ve Şişlide yaygın olarak bulunan ve adına
Bonmarşe denilen mağazalar çok revaçtaydı. Bu mağazalar, birkaç katlı binanın
tümünü kaplar ve her katında; Giyim-kuşam, hediyelik eşya, ev eşyaları gibi
farklı ürünler satılırdı.
Mesela 1965 yılında taşındığımız Bakırköy’de ki, ‘Bakırköy
Bonmarşe’yi’ çok iyi hatırlıyorum. Her katında farklı, farklı ürünler satılan
önemli bir alışveriş merkeziydi…
(Şimdilerde neredeyse adım başı rastladığımız ‘AVM’leriyle’, o
dönemin ‘Bonmarşelerini’ mukayese ettiğimizde; yarım asır öncesinin bu
alışveriş merkezlerinde satışa sunulan eşya markaları; bu gün olduğu gibi henüz
yabancı markaların, eşyaların, giysilerin ve hatta yiyeceklerin istilasına
uğramamıştı, genelde tamamına yakını yerli malıydı. Çünkü o yıllarda ülkemiz
kendi ayakları üzerinde durabilmeyi milli sanayi üretiminde görüyordu…)
Camilerde Karşılıklı Çifte Ezan:
Bizim çocukluğumuzu ve gençliğimizi yaşadığımız o dönemde
bilhassa Cuma, Kandil ve Arife gibi dini günlerimizde, büyük camilerimizde ezanlar
iki ayrı minareden, yankılı olarak okunurdu.
2 ayrı müezzinin bu birbirini takip eden karşılıklı ezan okumaları;
uzaklardan sanki yankı hissi uyandırırdı. 4 minareli camilerde ise kimi zaman
4 ayrı minareden 4 müezzin tarafından okunan ezanlar da olurdu…(O yıllarda
evimizin Sultanahmet camiine yakın oluşu, özellikle dini günlerimizde rahmetli
babamla birlikte gittiğim bu muhteşem camide, yankılı ezanların sesi hala
kulaklarımdadır…)
Posta Kutuları:
Mektupla haberleşmenin en yoğun olduğu bu yıllarda, şehrin belli
noktalarında duvarlara monte edilmiş, bazen de bir demir çubuğun ortasına
oturtularak yol ortasına sabitlenmiş sarı renkli posta kutuları vardı. Bunların
üstlerinde mektup zarfının atılabilmesi için yatay ve uzun bir gözü vardı. Bu kutuların
üzerinde hangi günler ve saatlerde açılacağını belirten uyarı yazıları vardı…
El Arabalı Çöpçüler:
O yıllarda çöpler şimdiki gibi her gün toplanmazdı! Sokak
aralarından çöp kamyonunun geçmediği günlerde, bu hizmeti el arabalı çöp
toplayıcıları verirdi. Bunlar düşük bir ücret karşılığında evlerde biriken
çöpleri alırlardı. Belediyeden kadrolu olan bu çöpçüler, daha fazla çöp
toplayabilmek için el arabası haznesinin yanlarına birbiri üzerine bindirilmiş
teneke levhalar, kalın karton ve mukavvalar sokuşturarak, arabanın çöp toplama
kapasitesini çoğaltırlardı.
Tahtakale (kazan) Simidi:
60’lı yılları İstanbul’da yaşarken benim de büyük bir lezzetle
yediğim bu simit çeşidinin en önemli özelliği, (rahmetli babacığımın iş yeri
Bahçekapı’da olduğu için çokçasına yediğim bu simidin tadı hala damağımdadır…)
fırında değil kazanda pişmesiydi. Susamsız, altın sarısı renginde olan bu
simide, çok az ya da hiç tuz konulmazdı. Günümüzde bu simit çeşidinden sadece
Bahçekapı civarında bir-iki yerde satılmaktadır.
Stepneli Otomobiller:
50’li-60’lı yıllardan kalma otomobillerin araka kaputlarının
üzerinde yatay olarak yedek bir lastik oturtulmasına müsait stepne yatakları
bulunurdu. Herhangi bir lastik patlamasında, hızlı müdahaleye olanak veren bu
yedek tekerlekli otomobillerin en bilinen modelleri, Dodge ve DeSoto’ydu. Bu
araçların ve stepnelerin rengi genelde siyahtı…
Lağımcılar:
Sokak aralarında ‘lağımcı’ diye bağırarak dolaşan ustalar vardı.
Bu esnaf takımının arkasında büyükçe bir heybe olur, heybenin içinde de,
tıkanan lağımı açmaya yarayan kazma, kürek, pompa, çeşitli çap ve boylarda
tahta, demir çubuklar ile bol miktarda paçavra ve bez bulunurdu. Bu meslek
erbabı, gideri tıkanmış bir evin bu sorununu; saymış olduğumuz bu basit
araçlarla kısa bir sürede giderirlerdi. Kendilerine has bağırışları olan bu
ustalar, sesleri duyulunca derhal tanınırdı…
Bileyciler:
O yıllarda İstanbul sokaklarında, evlerde körleşmiş bıçakları
keskinleştirerek kullanılabilir hale getirebilme sanatını icra eden bileyci
ustaları dolaşırdı. Bu ustalar, biley makinelerini sırtlarında taşırlardı.
Müşterinin evinin önünde makinesini yere koyararak, bunun üzerindeki yatay mile
geçirilmiş disk şeklindeki biley taşını, ayak hizasındaki pedal yardımıyla
sabit bir hızla çevirmeye başlar ve pedala bağlı kayış vasıtasıyla hızla dönen
diskin üzerine, elindeki kör bıçağı değişik açılarla temas ettirip kıvılcımlar
oluşturarak bileylerdiler.
Günümüzde çok nadir olmakla birlikte, halen bileyicilere rastlanabilmektedir.
Otobüs Biletçileri:
İ.E.T.T (İstanbul Elektrik, Tramvay, Tünel) otobüslerine binildiğinde
otobüsün arka kapısının hemen yanında, cama sırtını vererek oturan, önünde
menteşeyle tutma demirine bağlanmış; gerektiğinde kapı gibi açılıp kapanan metalik
bir tezgâhın üzerinde, her iki tarafında da kapağı bulunan tahta kutular içinde
koçan, koçan biletler olan biletçilerden bilet almak gerekirdi.
Biletçilerin kullandıkları kalemin arkasında silgi bulunurdu. Bu
silgi yardımıyla bileti koçanından ayırırlardı. Asıl görevleri bilet kesmek
olan biletçiler, biletin kullanılacak bölgesi geçtiği halde inmeyenleri uyarırlar,
yolcuların sürekli ön kapıya doğru yürümelerini hatırlatırlar, şayet görev
yaptığı araç troleybüs (boynuzlu otobüs!) ise, keskin virajlarda havai
tellerinden ayrılan troleybüs çubuklarını (troleybüsün boynuz gibi üzerinde
olan ve havai elektrik hattından güç sağlayan çubuklar.) yerlerine
oturturlardı…
Gaziler:
90’lı yıllara dek Kurtuluş Savaşı Gazilerimiz vardı. Çok yaşlı,
sakallı, bastonlu ve genellikle Gazi üniformalı bu kahramanlarımızın
göğüslerinde; başta İstiklal Savaşı Madalyası olmak üzere çeşitli madalyalar
bulunurdu. Son dönemde Güneydoğuda teröristlere karşı Türk Silahlı
Kuvvetlerinin girişmiş olduğu mücadelede yaralanarak ‘Malul Gazi’ unvanı alan
kahramanlar ile Türk Milletinin yüksek menfaatlerini korumak ve savunmak adına
yabancı bir ülkenin silahlı kuvvetleri ile bilfiil savaşa giren ordu
mensuplarına (İstiklal Savaşı, Kore ve Kıbrıs savaşlarına katılanlara) ‘Gazi’
unvanı verilmiştir.
‘Şehit’ nurlanmış, ‘Gazi’ onurlanmış askerdir. Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin kuruluşundan günümüze İstiklal Savaşı, Kore Savaşı ve Kıbrıs
Savaşlarının Gazileri mevcut olup, günümüzde yaşayan bu Gazilerin sayısı
37.000 civarındadır. Ancak yaşayan İstiklal Savaşı Gazimiz kalmamıştır.
Güneydoğuda P.K.K terörünün en yoğun yaşandığı yıllardan günümüze
o bölgede harekâta katılan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarından ne kadarının
‘Malul Gazi’ oldukları konusunda ulaşabildiğim bir bilgi kaynağı bulamadım.
Ancak o uzun süreçte binlerce görev malulü Gazimizin olduğu kesindir.
Milletimizin gurur timsali olan Gazilerimize şeref aylığı adı
altında çok cüzi bir maaş ödenmekte olup, bu maaş bile son birkaç yıldan beri
ne yazık ki, iki kategori halinde ödenmektedir! (SGK sisteminden emekli maaşı
alanlara daha az, almayanlara ise daha fazla maaş ödenmektedir. Bu uygulama
halen Gaziler arasında büyük bir üzüntü kaynağı olmaya devam etmektedir…)
Beyazıt Hürriyet Anıtı:
27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen ve ülke yönetimine el konulan
askeri müdahaleden sonra; ‘Beyazıt Meydanının’ adı, ‘Hürriyet Meydanı’ olarak
değiştirilmiştir. 60 askeri müdahalesinin ardından, meydana bakan Marmara
Çarşısı’nın önündeki geniş kaldırımın ortasında geniş bir kaidenin üstüne, bir
yontu taş oturtulmuştu. 27 Mayıs İhtilalinde ve ihtilalden hemen önce bu
meydanda yapılan öğrenci hareketlerini, gösterilerini simgeleyen bu heykel, 12
Eylül 1980 de gerçekleşen askeri müdahale sonrasında bulunduğu yerden
sökülerek, yolun karşısındaki meyilli çimenliklerin üzerine konulmuştur…
Gezici Migros Kamyonları:
O yıllarda İstanbul’un belli noktalarında park ederek, gün boyu
satış hizmeti veren tamamıyla yeşil renkli, arka kasaları kapalı, burunlu
Migros kamyonları vardı. Bu araçların kasalarının yan yüzlerindeki kapalı
kanatlar yere paralel gelecek şekilde açıldığında, pratik bir şekilde ilkel
görünümlü bir tezgâh haline gelir ve satış elemanları bu tezgahın arkasına
geçerek istenen şeylerin satışını yaparlardı..
Çok iyi hatırlıyorum! İstanbul’da oturduğum Kumkapı semtinde de
Migros’a ait bu kamyon bizim sokağa gelirken bir cıngıl sesi duyulur ve
mahallenin ben de dâhil tüm çocukları; içinde türlü, türlü yiyecekler olan bu
kamyonun etrafını sarar, yapılan alışverişi izlerdik.
İstanbul’un pek çok semtini dolaşan bu kamyonlar, 1980’lerin
ortasından sonra yerlerini, arka kapısından girilip, ön kapısından çıkılan içi
iki taraflı raflarla donatılmış, camsız turuncu renkli Migros otobüslerine
bıraktılar. 1990’larda ise gezici Migros uygulaması tamamen kaldırıldı.
Günümüzde ise internet üzerinden verilen her türlü sipariş kişiye özel olarak
araçlar ile istenen yerlere ulaştırılmaktadır…
Devam Edecek