Akşam Gazetesi:
60’lı ve 70’li yıllarda radyo yayınları kısıtlı olduğu ve televizyon
da olmadığı için gazeteler çok önemliydi. Gündüz satılan gazetelere alternatif
olarak akşama doğru 15.00 – 16.00 saatlerinden sonra ‘Akşam’ gazetesi adıyla
bazı gazeteler basılır ve gün içerisinde yaşanan bazı önemli olaylar, ertesi
güne sarkmadan sıcağı, sıcağına be akşam gazetelerinde yer alırdı.
Benim de anımsadığım kadarıyla, ‘Son Havadis’ gazetesi bunlardan
bir tanesiydi. Bu gazeteler, özellikle günün bitiminde ve iş çıkış saatlerinde
daha çok vapur iskelelerinde, otobüs duraklarında ve tren istasyonlarında
satılır, böylece meraklısına 12 saatlik taze haberler sunulurdu…
– Burda Model Dergisi:
O yıllarda çok kaliteli, parlak renkli ofset baskılı, incecik yaprakları
olan bu moda dergisi; kadınlar için biraz da statü sembolü olarak görülürdü.
Ayrıca doktorların, kuaförlerin de bekleme salonlarında, Burdaların eski
sayıları atılmayarak, sehpaların üzerinde biriktirilirdi. (bu adet aynen
günümüzde de uygulanmıyor mu? Yine dr. ve diş hekimi muayenehanelerinde, avukat
bekleme salonlarında, kuaförlerde, benzer iş yerlerinde görüşeceğimiz kişileri
beklerken, bu tür dergilerin eski sayılarını okuyarak randevu saatimizi
beklemiyor muyuz?)
Özellikle moda dergilerine bakarken, içinde bulunduğumuz mevsime
göre Avrupa modasını vurgulayan manken resimleri ve altlarında Almanca
açıklamaları olan bu dergilerde ne yazıldığı anlaşılmasa bile! Biz Türklerin
pratik zekâsı sonucunda, mankenin üzerinde taşıdığı elbisenin aynısı ivedi bir
şekilde dikiliverilirdi!
– Okunmuş Gazete Toplayanlar:
Her akşam, Karaköy ve Kadıköy vapur iskelelerinin yolcu çıkış
kapılarının iki yanında sıralanan bir takım çocuk ve gençler: “Okunmuş
gazetelerinizi alırız!”nidalarıyla, vapurdan çıkan yolcuların ellerindeki
gazeteleri isterler, bu talepleri de genelde karşılıksız kalmazdı.
Benim çocukluk dönemimi de kapsayan, gördüğüm, bildiğim bu
uygulama; genelde okul harçlığını çıkarmak için ihtiyacı olan öğrenciler
tarafından yapılıyordu. Toplanan bu gazeteler, bazı öğrenciler tarafından
‘torba kâğıdı’ haline getiriliyor ve semt bakkallarına satılıyordu… (Bu
uygulamayı ben de yapmıştım. Gazete kâğıtlarından hazırladığım ve un hamuru ile
yapışmasını sağladığım torba kâğıtlarını okul harçlığıma katkısı olsun diyerek,
kilosu 25 kuruşa semt bakkalına sattığımı çok iyi hatırlıyorum. Bu arada kimi
arkadaşlarımın; sattıkları torba kâğıdı destelerinin ağırlığı fazla olsun
diyerek, hazırladıkları torba kâğıtlarının alt tarafını bolca un hamuru ile
yapıştırdıklarını da hiç unutamam…)
– Cep Fotoromanları:
60’lı ve 70’li yıllarda özellikle genç kızlar tarafından çok okunan
ve orta boy bir cebe sığabildikleri için ‘Cep Fotoromanı’ olarak isimlendirilen
resimli aşk kitapçıkları vardı! Günümüzde TV’lerden sıkçasına izlediğimiz
Brezilya dizilerinin kitaplaştırılmış hali olan bu fotoromanlar; çoğunlukla
İtalyan ve Fransız artistleri tarafından senaryolaştırılmış konuları içerirdi.
İçerisinde kavga sahneleri olmayan, dövüş sahneleri içermeyen bu pembe
diziler, genellikle Hürriyet ve Tay yayınları tarafından kitapçılarda
satılırdı. O dönemlerde geçliğini yaşayan bizim kuşaklarımız bu kitaplara çok
rağbet eder ve bu kitapları aramızda değiş, tokuş ederdik…
– Ayşegül Çocuk Kitapları:
Türkiye baskılarında adı ‘Ayşegül’ olan, Fransız yapımı renkli ve
resimli A4 ebadında parlak kâğıda basılmış çocuk kitapları vardı. İçindeki
çizimler renkli fotoğraf güzelliğindeydi. O dönemde oldukça lüks sayılabilecek
bu kitaplar, 16 sayfa civarındaydı.
Hayali bir Fransız kız çocuğunun; evde, okulda, piknikte, tatilde,
uçakta, köyde, tiyatroda, yaş gününde, senaryolaştırılmış seri maceralarının
anlatıldığı bu kızın, Türkiye şartlarıyla benzerlik taşımayan bir yaşam biçimi
vardı. Ailecek bahçeli lüks bir köşkte otururlar, Fındık adında bir köpeği ile
köşkün ve kilisenin bahçesinde oynarlardı. Bu kitapta anlatılan hikâyelerin
içeriklerinde kullanılan mekânlar, yaşam tarzı; o günün Türkiye şartları hiçbir
benzerlik taşımazdı!
Ve Babıâli:
O yıllarda yayınlanan gazete ve birçok derginin matbaaları ve yazı
işlerinin yer aldığı, Çemberlitaş Türbe’den, Sirkeci Meydanına kadar kıvrıla,
kıvrıla inen meşhur Cağaloğlu yokuşuna o yıllarda ‘Babıâli’ denirdi. Cağaloğlu
yokuşuna açılan sokaklar dâhil olmak üzere, bu bölge tamamen yayıncılık hizmeti
vermekteydi. 1980’lerin sonlarından itibaren buradaki gazeteler birer-ikişer
iki telli civarında yeni yaptırdıkları modern tesislerine taşındıktan sonra,
Babıâli’nin günümüzde sadece ismi kaldı…
Pekiyi 60’lı yıllarda günlük yaşamımıza yön veren, kolaylık
sağlayan; iletişiminden, temizliğine, yiyeceğimizden, içeceğimize, ulaşımımızdan,
haberleşmemize kadar bize sunulan hizmetler nelerdi?
Ülkemiz; o günlerden, bu günlere hangi yaşam standartlarını
yaşayarak, geliştirerek, aşarak ama aslında aile yapımıza yansıyan ekonomik
gücüne doğru orantılı olarak hangi süreçlerden geçmişti? İşte o dönemde
kullandığımız bazı malzemeler ve yaşamımıza anlam katan renklerden yansımalar:
Arap Sabunu:
Günümüzün Türkiye’sinde yarım asır geriye gittiğimizde, bugünlerde yoğun
bir şekilde kullanılan çeşit, çeşit deterjanların yerine; temizlik işlerinde
Arap sabunu, ya da beyaz kalın sabunlar kullanılırdı