Atatürk Atatürk’ü Anlatıyor-II-7-

99

Ulusal giz

Karargâhımı Havza’ya
Taşıyorum

22 Mayısta İngilizlerle konuştuktan
sonra, İstanbul’a bir rapor gönderdim. Bu raporda Samsun ve çevresi Rumları
hırslarından vazgeçmedikçe yatışma olamayacağını, Türklüğün yabancı mandasına
kalamayacağını, milli hareketlere hak vermek gerektiğini bildirdim. Oysa
görevim başkaldıran Türkleri ezmek ve susturmaktı.

Samsuna gelince İngilizler
kuvvetlerini artırmışlar ve bir kısmını içeriye yollamışlardı. Bu durum hem
mütarekeye aykırıydı, hem de beni güç duruma sokuyordu. 24 Mayısta karargâhımı
Havza’ya taşıdım. Sık sık banyo almamı gerektiren hastalığım için buranın
banyoları iyi gelmişti. Benimle ilgili İstanbul’a giden haberler, İngilizleri
kuşkulandırdı ve hükümeti de telaşlandırdı. Konya’dan İstanbul’a dönen General
Milne, görevlerimin ne olduğunu sormuş, geri çağrılmamı istemiş. Amiral
Gaithape de aynı istekteydi. Generaal Milne, Erzurum’daki kolordunun silah
teslimi yapmadığından da şikâyetçiydi.

Ordu ile İlişki Kurulması

İlk iş olmak üzere bütün orduyla
ilişki kurmak gerekliydi.

Gerçekten Samsun ve yöresinde Rum
çetelerinin Müslüman halka saldırması ve öteden beri araçsız bırakılmış bu
bölge yöneticilerinin, yabancı devletlerin işe karışmaları yüzünden hiçbir önlem
alamaması, durumu güçleştirmişti.

Tanıdığımız ve kendisinden büyük çaba
gücü umduğumuz bir kişinin Samsun’a Sancak Başkanı olarak atanmasını sağlamak
için girişimde bulunmakla birlikte, 3. Kolordu Komutanını geçici olarak Canik
(Samsun) Sancak Başkanlığına atadım. Bu arada elden gelen bölgesel önlemlerin
alınmasına ve özellikle halkın gerçek durum üzerinde aydınlatılmasına ve orada
bulunan yabancı birlik ve subaylardan ürküp çekinmeğe yer olmadığının
anlatılmasına önem verildi ve hemen o bölgede ulusal örgütlenmeye başlandı.

23 Mayıs 1919’da Ankara’da bulunan
20. Kolordu Komutanı’na: “Samsun’a geldiğimi, kendisiyle daha sıkı ilişki
kurmak ve İzmir bölgesinden daha kolaylıkla alabileceği bilgileri öğrenmek
istediğimi” bildirdim.

“Bir iki güne kadar Karargâhımla
birlikte bir süre için Havza’ya gideceğimi ve her koşulda Samsun’dan ayrılmadan
önce beni aydınlatacak bilgileri beklediğimi” yazdım.

20. Kolordu Komutanından üç gün sonra
26 Mayıs 1919 da aldığım cevapta: “İzmir’den düzenli cevap alamadıklarını,
düşmanın Manisa’ya girişini de telgrafçıların haber verdiğini, Kolordunun
Ereğli’de bulunan birliklerinin hepsi trenle taşınamadığından, karada yürüyüşe
başladıklarını ancak, yerin uzaklığı nedeniyle Ankara’ya ne zaman
ulaşacaklarının belli olmadığını” bildiriyordu. (…)

Amasya’dan 18 Haziran 1919 Günü
Edirne’deki 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’e şifre ile verdiğim
direktifte başlıca şu konuları belirttim:

         
Ulusal
bağımsızlığımızı boğan ve vatanımızın parçalanması tehlikesini hazırlayan itilaf
devletlerinin yaptıklarıyla, İstanbul hükümetinin tutsak ve güçsüz durumu sizce
de bilinmektedir.

         
Ulusun
kaderini böyle bir hükümetin eline teslim etmek, yıkılmaya mahkûm olmaktır.

         
Trakya
ve Anadolu’daki ulusal güçlerin birleştirilmesi ve ulusun sesini bütün gürlüğü dünyaya
duyurabilmesi için Güvenli bir yer olan Sivas’ta ortak ve güçlü bir heyet
kurulması kararlaştırılmıştır.

         
Trakya
Paşaeli Cemiyeti, yetki sahibi olmamak üzere İstanbul da bir heyet bulundurabilir.

         
 Ben İstanbul da iken Trakya Cemiyeti üyelerinden
birkaç kişi ile görüşmüştüm. Şimdi zaman geldi. Gereken kişilerle gizlice
görüşerek derhal bir örgüt kurunuz ve benim yanıma da temsilci olarak değerli
bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye kadar Edirne ilinin haklarının
savunucusu olmak üzere, örgüt üyelerinin beni vekil seçtiklerini belirten
imzalı bir belgeyi kendi imzalarıyla ve şifreli telgrafla bildiriniz.

         
Bağımsızlığımızı
Kazanıncaya kadar, bütün ulusla birlikte fedakârca çalışacağıma kutsal
değerlerim üzerine yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan başka hiçbir yere
gitmemek kararı kesindir. (…)

 

Havza Yolarında

Mıntıka Palas Otelinden Almanlardan
kalma üstü açık eski püskü Benz otomobil ve birkaç çift atlı yaylı arabayla
yola çıktık. Yaşlı bir Hristiyan yurttaş olan şoförümüz, otomobili bin bir
güçlükle çalıştırabildi. Şoförün yanındaki koltukta oturuyorum. Arkaya da 9.
Odu Kurmay Başkanı Kâzım Bey (Dirik), Heyeti Sıhhiye Başkanı Refik Bey (Saydam)
ve Dr. İbrahim Tali Beyler oturdu. Samsun içinden kışlaya çıkan yol yokuştu.
Otomobilimiz dik yokuşlara hemen boyun eğiyor, binicilerini oracıkta
bırakmaktan hoşlanıyordu. Hemen şoförden başka herkes iniyor, iterek bu
öksürüklü Benz’i yokuş yukarı çıkarmaya çalışıyoruz. Otomobilimiz yine bir
tarlanın başında öksürdü, tıksırdı ve durdu. İndik. Tamir edilene kadar
bekleyeceğiz. Biraz ötede bir tarla ve yaşlı bir köylü var yaklaştık. Selam
sabahtan sonra köylüye memleketin içinde bulunduğu durumdan söz ediyoruz. Yaşlı
adam, kös dinlemişe benziyor, sözlerimin hiç biri onu etkilemiyordu.
Dayanamadım:

         
Hemşeri
dedim. Düşman Samsun’a asker çıkaracak, belki buraların hepsini ele geçirecek,
sen hala rahat rahat toprağı sürüyorsun.

Köylü biraz önce kendisine ikram ettiğim sigarayı içmeye
çalışırken şöyle dedi:

         
Paşa,
Paşa sen ne diyon. Biz, üç kardeştik, iki de oğul vardı. Yemen de, Kafkas ta,
Çanakkale de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz
öksüz ile üç dul kalmış kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakar. Şimdi
benim vatanım da, yurdum da nah şu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye dek
benden hayır yok.

Adamın üzerine daha varamadım. Ne
demek istediğini anlamıştım.       

Son