A’mâk-ı Hayâl’de geçen sorular, eserin çeşitli yerlerinde,
aşağıdaki şekilde cevaplandırılıyor:
Âlemde meşhûd olan (görülen) bu devran – Tekâmül içindir
kemâle (mükemmelliğe) doğru
Her nokta cevvâl (hareketli), her zerre raksân (âhenkli) –
Uçup giderler visâle (vuslata) doğru
Ekvân (varlıklar), insan koşup giderler – Tutulmaz, kapılmaz
hayale doğru
İnsan isen, gel, matlûbu (istenileni) anla – Yorulma gitme
celâle (büyüklenmeye) doğru
Ufk-i ezelde (ezel ufkunda) doğan bir güneş – Gider mi acep
zevâle (yokluğa) doğru
İfâte etme (boşa geçirme) kıymetli vakti – Çevir yüzünü
cemâle (Allah’a) doğru
x
Ey dil (gönül)! Cihanda sen şu’lezensin (şulelenen sensin) –
Meçhulü her an tayin edensin –
Âyine eşya (varlıklar ayna), manzûr (nazar edilen, bakılan)
sensin
Vahdetle her şey, maruf-i vicdan (vicdanla bilinir) –
Vicdanla âlim (vicdanla bilir) eşyayı (varlıkları) insan – Âyine eşya, manzûr
(asıl gaye ve maksat) sensin
Bâtın (her şeyin iç yüzü) tecelli
eyler şuûn (olaylar)da – Zahir (görünenler) taayyün eyler (belirir) butûnda (iç
yüzlerde) – Âyîne eşya, manzûr (kastedilen) sensin
Elvâh-ı kevnin (evrendeki
levhaların) tevhîdi (odak noktası) sensin – Âyât-ı Hakk’ın (Hakk’ın
âyetlerinin) tecvîdi (düzgün okuuşu ve asıl hedefi) sensin – Âyîne eşya, manzûr
sensin
x
Hep ikilik birlik için – Bak iki
göz, bir görüyor – Birlik ise dirlik için – Bak iki göz bir görüyor
Ruh u cesed, arş u felek – İns ü
peri, cinn ü melek – Birlik için hep bu
emek – Bak iki göz, bir görüyor
Şirkten eyle hazer (sakın) –
Vaktini boş etme güzer (boş geçirme) – Âleme eyle bir nazar – Bak iki göz bir
görüyor
Sende seni, sende seni – Bil ki budur
“allemenî” (Rabbim bana öğretti, nefsini bilen Rabbini bilir) – Birleye gör can
u teni – Bak iki göz bir görüyor
x
Zahit bize tan eyleme (bizi hoş
gör) – Hak ismi okur dilimiz
Sakın efsane söyleme – Hazret’e
gider yolumuz
Erenlerin çoktur yolu – Cümlesine
dedik belî (evet)
Ko disünler bize deli – Usludan
yeğdir delimiz
Muhyî (Hayat veren Allah)! Sana ola
himmet – Âşık isen câna minnet!
(Elif Allah, mim Muhammed) –
Kisvemiz (görünüşümüz)dedir dalımız
x
Yarab! Hayatta nedir bu lezzet? –
Hayata rabteden (bağlayan) bu garip kuvvet?
Hayat ki bî beka (geçici), pür derd
ü keder (dert ve kederle dolu) – Yine emel o, nedir bu hikmet?
Bir an bırakmaz insanı rahat – Bin
türlü âlâm (elemler), derd-i maişet (geçim derdi)
Çocukluğunda ağlar beşikte –
Feryatla geçer o vakt-i ismet (günahsız zaman)
Civanlığında (gençliğinde) bin
türlü âmâl (emel) – Şeyhuhetinde (yaşlılığında) bin türlü mihnet (sıkıntı)
Vakt-i ecelde (ölürken) mazi, bir
an – Bir an için mi bunca sefalet (sefillik)?
Hâtıfî (gaipten) bir ses verdi
cevabı – Dedi: Hayatta bu zevk ü kıymet
Âkiller (akıllılar) için seyr-i
bedâyi (güzelliklerden Yaratanı bulmak, bilmek, sevmek ve istediği gibi olmak)
– Cahiller için yemekle şehvet
x
Yârab bu derde derman yok mu? – Bu
zindegîye (bu hayata) pâyan (son) yok mu?
Ne hevlengiz (ne korkunç) şu ân-ı
dâim (sürekli an) – Ne dehşet-efza (dehşetli) zamân-ı dâim (devam eden hayat)
Her şey geliyor, sonra gidiyor –
Peşin başlıyor sonra bitiyor
Başladım, lâkin mahrûm-i memat
(ölümden mahrum) – Kaldım cihanda misâl-i sebat (sebata örnek)
Ah kâşki (keşke) ben de öleydim – O
tatlı hâli ben de göreydim
Ne tatlıydı evvel bu âlem! – Zevk u
ümîdle (zevk ve ümitle) geçerdi her dem (her an)
Şems-i tâli’in (talih güneşinin)
ruhlu ziyası (ışığı) – Verirdi bana cennet sefası
Gayet severdim hilâl ü bedri
(dolunayı) – Şihâb u encümü (kayan yıldızı ve yıldzları), sabah u fecri
Her yerde rûnümâ olan (yüz
gösteren) güzellik – Verirdi rûhuma
lâtif mestlik
Cümle şu’ûnda (olaylarda) bir zevk
bulurdum – Ekvânı handan (kâinatı güler yüzlü) pürşevk (şevkli) bulurdum
“Ne tatlı!” derdim, “ne tatlı
hayat!” – “Ah olmasaydı, ufûl (batış), memat (ölüm)!”
Meğer bu niyaz (yakarış) cinayet
imiş – Cinayet imiş, cehalet imiş
Kabule makrûn olmuş (kabul edilmiş)
duâmız – Hayât-ı câvidân (ebedî hayat) vermiş Hüdâmız
Yüz bin yıl oldu, daha bir yüz bin
– Bir yaşayış ki sonsuz, engin
Her gün aynı eşkâli (şekilleri)
görmek – Bu gün de dünkü ahvâli görmek
Aynı hissiyat, aynı ihsâsat
(duygulanmalar) – Aynı keşfiyat (keşifler), aynı ilhâmat (ilhamlar)
Doğrusu çekilmez ibtilâ (belâ) imiş
– Bu mecmûa-yı belâ vü teşviş (belâ ve kargaşaların tümü)
Güneş gözümde sönük bir ziya (ışık)
– Âlem bir yığın iğrenç heyûla (karaltı)!
Cemâl bir oyun, kemâl (olgunluk)
bir yalan – Aşk bir hayal, zevk bir yılan!
Hayat, evet, bu tarz-ı hayat – Aynı
hâlette (durumda) devam ü sebat (devam ve kalış)
Ne kadar büyük, çetin gam (keder)
imiş – Meğer hakiki cehennem imiş!
Müthiş (dehşetli) bir azap, müthiş
cehennem – Ah neredesin Naîm-i adem (yokluk cenneti)?
Yezdan (Rabbim)! Lûtfet bir ân-ı nisyan (unutuş anı) – Bir
ân-ı hîçî (hiçlik anı), bir ân-ı bîşân (adsız, sansız bir an)
x
Güneş yanar, âlem döner – Bir gün
gelir hepsi söner
Ey sahib-i ilm-i hüner – Bilir
misin, sebebi kim?
Ne gelen var ne giden var – Ne solan
var ne biten var
Ne gülü var ne diken var – Bilir
misin, sebebi kim?
Her zerre ferd, yokdur eşi – Acep
bunlar kimin işi?
Ey kendini bilmez kişi – Bilir
misin sebebi kim?
Hak’tır desen, mânâsı ne? – Sebeb
midir bir kelime?
Soruyorum sana yine – Bilir misin
sebebi kim?