Çok güzel, çok
seçkin ve üstün bir kitap okudum. Bitirdiğimde kitabın son sahifesine;
duygularıma tercüman olan, şu içten sözleri yazmaktan kendimi alamadım:
Kâh, mâziye indim.
Kâh, hâlde yaşadım.
Bâzen oldu ki,
istikbale / geleceğe doğru kanatlandım.
Mahza / sırf akıl,
fikir ve mantıkla örülü,
Tefekkürle
müzeyyen / süslü mânâ cennetine girdim.
Cennete girmeden,
mânâ cennetini tanıdım.
“Ölmeden önce
ölmek.” sırrına erdim.
Türkiye, İslâm ve
Dünya insanlarının;
Mes’eleleriyle
zihnen yoğruldum durdum.
Kaosta nizamı,
karışımda terkîbi,
İnsanda, Esmayı /
Allah’ın güzel isimlerini müşahede ettim / gördüm.
İnsan olarak
yaratıldığıma, bin şükür ettim.
Bu eser gençlere,
adeta bir iksir! Yaşlılara şifa.
Hanımlara
cennet-âsâ / cennet gibi bir yuva,
Tefekkür / düşünce
ufuklarına açılan bir ova,
Batı insanına “Sen
de bundan faydalan!” diyor doyasıya.
Yer yer ağlayarak
okudum!
Zaman oldu,
geçmişin havasını soludum.
An geldi, suud
ettim / yükseldim göklere,
Çıkmış gibi oldum
mele-i a’lâya / melekler âlemine.
Katmanları
aşarken, selâm verdim meleklere.
Ellerimi açtım
Rabbime etmek için duaya;
Çünkü başım erdi
Yıldızlara ve Ay’a.
Sual dalgaları
içinde yükseldim semaya.
Cevaplar geldi
sanki, bir bir sırayla.
Haykırmadan
edemedim ve kükredim o an:
Bu milletin
torunlarına, hiç çekilir mi silâh?
Çekenlerin olur
elbet son sözleri, ah ile vah!
Elleri nasıl
varır; çekmek için tetiğe?
Nasıl sığar
bunların yaptıkları etiğe?
Şahlanan millî
hissiyatım Midhat Cemal Kuntay’ın şu muhteşem beytini hatırlattı:
Ölmez bu vatan
farz-ı muhal ölse de hattâ,
Çekmez kürenin
sırtı, bu tabut-u cesîmi.
Ve tabii
şehitlerin büyük sözcüsü Mehmed Âkif Ersoy, ulu makamından söze karışmadan
edemedi! Bizim adımıza Yüce Rabbinden ricacı oldu:
Yetmez mi musab
olduğumuz (uğradığımız) bunca devahi (felaket)?
Ağzım kurusun yok
musun, ey Adl-i İlâhî (İlahî Adalet)?
Ben de duramadım!
Hemen atıldım ileri:
Olmaz olur mu ey
aziz Kaarî (Ey Okur)!
Bizi bırakır mı
hiç, O Yüce Bâri, biraz dur!