Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine
Eserleri-5
Son Hattatlar-2
Son Hattatlar Hakkında Yazılanlar-2
Fahri Celal
Göktulga
‘Son Hattatlar’, ‘Son Osmanlı Sadrıâzamları’nın mübdîi (îcâd eden / yazan) aziz ve
mümtâz İbnülemin’imizin bir yeni eseridir. Tuhfe-i
Hattâtin‘den sonra gelen bunca büyük hattatların nâmını yarınki nesillere
nakledecek biyografîye mutlak ihtiyaç vardı. Süleyman Sâdeddin Efendi
Hazretleri’nin o ölmez eserini baştan başa, bir satırını kaybetmeden okumak
zevklerin zevkidir. Her vefâta bir başka, bir ötekine benzemez mânâlar vermekte
olmaz bir kudret gösteren bu büyük insanın zamânının hayâtına zarif bir mâkes
olan kitabını roman gibi okumak bile keyiflerin keyfidir. Birkaç örnek
isterseniz arz edeyim:
‘Mahzun sanduka-i
türbet oldu’, ‘Mimi makar oldu’, ‘Düşdü nigin elinden yâkut pârelendi’,
‘Târihinde revân dâr-ı mücâzat oldu’, ‘Sahrây-ı bekâya teveccüh ile tenbih
olundu’, ‘Ramazân-ı Şerifinde şerbet-i vuslâtla iftâr eyledi.’ ‘Terk-i cism-i
kesif eyledi.’
Böylece binlerce
hattatın her birine miktârınca birer satırlık mersiyeler yazmak hünerleridir.
Tuhfe-i Hattâtin’de yegâne eksik olarak bulabileceğimiz ise o zamanda
fotoğrafın olmayışıdır. Süleyman Sâdeddin Efendi merhûmun o kadar bilerek,
anlayarak nakil buyurduğu üstatların yazılarını da ilâveleri mümkün olsaydı
kimbilir ne dereceye kadar bahtiyâr olacaktık. Mahmud Kemal Beyefendinin ‘Son Hattatlar’ında ise, bu noksan
tamâmen halledilmiş, hemen ismi geçen yüzlerce değerli hattatın yazılarının ve
kendilerinin fotoğrafları da ilâve edilmiştir ki cidden 1956 yılına lâyık
biyografilerin tamâmına delil mâhiyettedir. Şimdilerde Taş Mektebli Mustafa
Râkım Efendi’nin (1757-1825) en mûtenâ yazılarını hemen buluvermek, insana
tükenmez bir haz vermektedir. Hele biyografilerdeki mâlûmatın tetkik ve tahlili
ve tenkidi ise üstâdın kendilerine has tarzda ve pek mânîdardır. Mevcud
mâlûmâtı zamânın haddesinden geçire geçire en doğruyu bulup söylemekteki
kudretleri müsellem-i enâmdır. (Herkes tarafından teslim edilmektedir.) Meselâ devrine
hükmetmiş Sâmi Efendi gibi, bir büyük adamın, meşhur yazılarının tahlilini
ehlinden okumak elbette hoştur. Şimdiki üniversitenin kapısındaki ‘Dâire-i Umûr-ı Askeriye’nin harikulâde
hattâtı da Şefik Bey merhûmdur. O Şefik Bey ki Kadıasker Efendi nin baş
tilmizidir (öğrencisidir).
Doldur getir ey sâki-i gülçehre piyâle /
Sâgar yetişir bu gecelik def -i melâle
şarkısının da
bestekârıdır. Bâbıâlî nin önündeki küçük câmiin kapısındaki âyet-i kerimenin yazısı
da bu pek büyük san’atkârın eseridir. Bu yazının târihimizde geçirdiği
tekâmülün tâkibi de şâyân-ı nazardır. Hemen her câminin bir köşesinde bu âyet-i
kerîme yazılıdır. Zamânın hattatları her defâsında biraz daha tarzını tekemmül
ettire ettire nihâyet Kadıasker Efendiye sıra geldiği vakit bu kemâli bulmuştur.
Ondaki zarâfet, rikkat (incelik), tevâzün (denklik), hesab, hendese (geometri)
eslâfin (geçmiştekilerin) hiçbirisinin vâsıl olamadığı (ulaşamadığı) bir
derecededir.
Mahmud Kemal
Beyefendi’nin Son Hattatlar’ı bu zevâtn hepsinden derin bir anlayışla
bahsediyor. Zârifâne telmihler (söz arasındaki mânâlı kelimeler, îmâlar), uzaktan uzağa kinâyelerle müterâfık (iç içe
geçmiş) mukayeselerdeki beyan tarzı da, her zaman olduğu gibi kendilerine
mahsus bir tavır arz eder. Hele güzel san’atları ehlinden dinlemekte garblılar
sebepsiz o kadar itinâ göstermemişler.
Üniversitedeki
yeni kütüphânelerinde ziyâretleri kabul ederek, mürâcatları sabırla, sükûnla,
huzurla karşılayarak derdlilere devâ, hastalara şifâ dağıta dağıta şöyle bir
son hattatları yazmaya imkân bulmaları da, mâşallah, dile kolaydır. Meğer
bilmediğimiz ne üstâdlar varmış, yazı ile uğraşmak ne kadar terbiyemize,
zevkimize, selikamıza (güzel konuşma ve yazma yeteneğimize) dâhilmiş… Ancak
kitabı görüp tetkikten sonra anlaşılır bir şey oluyor. Ketebe almadan, hiçbir
iş yapmadan gelip geçtiğine yanılan ömürlere dedelerimiz esef ederlermiş.
Hakîkaten hakları da var. Güzel yazı bizim elimizde ne İran’ı, ne Arabistan’ı
aratmamış. Şeyh Hamdullah gibi, Demirci Kulu Yusuf Efendi gibi büyük adamlar
gelmiş geçmiş. Gelip geçenlerin arasında kıymetsizlerin yeri belli ola dururken
ehline de hayran olmamak elde değildir. Yazıyı biz onlardan almışız, fakat ona
da o kadar hârikulâdeliği biz vermişiz. Bizde evliyâ işi olan bu san’ata
kerâmetler saçmışız.
Mahmud Kemal Beyefendi’nin
bu eseri için de üstâdımız Hakkı Süha, Süleyman Saadeddin Efendinin eserinin
bir temâdisi (devamı) telâkkisindedir (düşüncesindedir). Cidden yerinde bir
mütâlaâdır. Zâten Beyefendi de bu koca evliyânın takdirkârıdır. Demek
hattatlardan bahsediş bir büyükten bir büyüğe nasip imiş. Mübârek olsun.
Fahri Celal Göktulga: Mahmud Kemal İnal’ın Yeni Eseri. Cumhuriyet
Gazetesi, İstanbul 20.03.1956.
Nihad Sâmi
Banarlı:
Harflerin
şekilleri üzerinde, dalların veya sevgililerin vücut çizgileriymiş gibi duyup
düşünerek, harflere dâir türlü mısrâlar söyleyen şâirler gibi; harfleri her gün
biraz daha güzel çizerek, resim ve süsleme san’atına engin ufuk açan Türk
hattatları da İslâmî Türk yazısını özel ürperişle seviyorlardı.
Bunun içindir
ki hat san’atının şâheserleri sâdece güzel bir şekilden, üslûblu ve tenâsublu
bir çizgiden ibâret değildir.
Bunların çoğu
size göz zevki kadar duyma, düşünme, hayâle dalma, okşama hevesi veren, sıcak
ve duygulu birer söyleyiştir: Satırlarından sanki sesler, türlü hisler yükselir.
Her biri bir ney değerindeki kamış kalemlerle yazılan levhalar, ya bir
kavuşmanın şevki içindedir, yahut ayrılıklardan şikâyet eder.
Bu levhalarda
neler yoktur? Yüz yıllarca Hak yolunda ferâgatle çekilmiş kılıçlar gibi
keskinleşen elifler, bâzan aynı hattat
elinde sevgili endâmı kadar nârin bir vücut çizgisidir: Kızlarına ‘Elif’ adını koyan Türk milletinin zevk
ve hayal âlemini rikkatle hatırlatırlar.
Allah’ın adı,
yazılışta, ‘elif’ harfiyle başladığı
için, Müslümıııı Türk hattatları bu harfi ‘ibâdet’ eder gibi ‘kudsî’ duygularla
çizerdi.
Öteki harfler
de mukaddesti. Öyle şekiller alırdı ki, bâzan onlardan birinde:
Ervah açılır engine yelken yelken
mısrâındaki
ruhlar gibi mâvi deniz ortasında ince bir yelkenli çizgisi görürdünüz. Hareket
eder gibi duran bu yazıyla birlikte, siz de ‘esrar dolu’ enginlere açılırdınız.
Zâten bizim
yanılarak, ‘Arap yazısı’ dediğimiz ‘İslâmi Türk yazısı’ yalnız Türk
san’atkârının elinde bir şiirdi. Eski zamanların öteki Müslüman memleketlerinde
hat san’atını böylesine yücelmiş göremezdiniz. Yazının benimsenmesinde ‘Tanrı
kelâmının’ önce bu yazıyle yazılmış olmasının büyük bir tesiri vardı. Her
mukaddes olanı şiirleştirmek kadar millîleştirmekte de özel şahsiyet gösteren
Türk rûhu, onu; ilmin, fikrin ve şiirin ifâde vâsıtası olduğu için de sevdi.
Ona saygıyla bağlandı.
Böylelikle ya
bir âyet, ya bir hadis, ya bir duâ, hikmet veya bir şiir söyleyen harfler,
tezhibli ve Türk desenli levhalar üzerinde aşk ve harâret dolu bir izdivâç
güzelliğiyle birleştiler; tabiat manzaralarını, dalları, çiçekleri
hatırlattılar; içten gelen ‘Allah’
nidalarına benzediler; sevgili bakışlarını, yâr dudağını, güzel kadın endâmını
andırdılar. Levhalarda el falı, kahve
falı, bulut falı gibi ısrarlı ve ümitli çizgilerle derinleştiler. Kazanılan
zaferlerle ilgilenip, Tanrı ya şükran duyguları söylediler.
İbnülemin
Mahmed Kemal Bey’in kitabını böyle duygularla okuyorum. Yâhut okumuyor,
dinliyor, seyrediyorum. Kemal Bey, kitabının mukaddimesinde yazıya ‘elin dili’ diyor. Ben bu ‘dil’de ‘gönül’ kelimesini de gizlenmiş buluyorum. Değerli ve muhterem
müdekkikimiz (inceden inceye araştırarak en gizli hususları görerek) bize ‘Son Asır Türk Şâirleri’nden, ‘Osmanlı Devrinde Son Sadrıâzamlar’dan
sonra, ‘Son Hattatlar’ı da tanıtarak
Tanrı’nın kendisine uzun ve dâima zinde bir ömür vermesindeki sırrı açıklamış
bulunuyor.
Son Hattatlar, aziz müellifinin diğer
eserleri gibi, Maârif Vekâleti neşriyâtı arasında yayınlanmıştır. Kitabında
müellifin üslûbundan imlâsına kadar ‘eski
bizi, yâhut hakîkî bizi’ hassâsiyetle muhafaza eden birçok ince
husûsiyetler yer almış… Bu imlâda, bu ifâdede ve bu cümlelerde kendimizi,
kendi yarattığımız medeniyeti daha iyi tanıyorz. Son Hattatlar, vukuf dolu, özlü bir mukaddimeden ve ‘Menâkıb-ı Hünerverân’dan beri,
hattatlara dâir yazılan eserler hakkında, aynı vukufla, bir kitâbiyat bilgisi
verdikten sonra, bize alfabe sırasiyle son hattatlarımızı tanıtıyor. Bu, 840
sayfa tutarında özel bir himmet eseridir.
Son Hattatlar, güzel yazı san’atımıza
hizmet etmiş son hattatlarımızın hal tercümelerini, resimlerini ve seçme
eserlerinin birer fotoğrafını ihtivâ ediyor ve sayfalarını çevirdikçe sizi
yukarıda ifâdeye çalıştığım bir duygu ve düşünce âlemine götürüyor.
Resimli Türk
Edebiyatı Târihi:
Son Hattatlar, ‘sülüs, nesih, celî
hattatları, ta’lik1 hattatları, rik’a2 hattatları gibi,
işledikleri yazı çeşitlerine göre sınıflandırılmıştır. Ben bu hattatların
yalnız ‘tablolarına’ değil, ‘kendi resimlerine’ de dikkat ettim. Gözlerimin
önünde ışıklı bir dünya açıldı: Hepsi de ne nur yüzlü, mübârek çehrelerdi.
Bütün oyma, yontma, süsleme san’atkârlarının çehrelerine işlenen sabır,
incelik, san’at ve îman güzelliğiyle, güzeldiler.
İçlerinde
Sultan Abdülmecid gibi hükümdar san’atkârlar, Esmâ Hanım gibi kadın san’atkârlar,
Yesârizâde gibi şöhretler, Feyhaman gibi ressamlar, Hakkı Bey gibi müderrisler,
Aziz Efendi gibi san’atımızı başka ülkelere öğreten üstadlar, daha kimler
vardı.
Kitapta en
güzel tablolar, ya hat san’atımıza âid nefis bir koleksiyona sâhip bulunan
Ekrem Hakkı Ayverdi Bey’in koleksiyonundan yâhut müellifin bizzat kendi
koleksiyonundan seçilmişti.
Bu arada ve bu
kitabın içinde veya dışında hattatlarımızın eserleri kadar güzel menkıbeleri de
vardır: Meselâ son asrın hat ve tezhip üstâdlarından Aziz Efendi, Kral Fuad
tarafıdan bir Kuran yazması için Mısır’a dâvet edilmişti. Sanatındaki hârikayı
sezen Mısır hükümeti, Aziz Efendiye yazı tâlimi için özel medrese açtı. Aziz
Efendi tam bir müslüman Türk hocası olgunluğuyla, talebesine ne biliyorsa
öğretti. Her şeyi öğreten bir usta sıfatıyla tenkide uğradı. Şimdi öğreniyoruz
ki talebesi, Mısır İslâm âbidelerindeki levhalarında, onun imzâsını
öpüyorlarmış…
Nihad Sâmi Banarlı: Son Hattatlar. Hürriyet Gazetesi: İstanbul
24.03.1956.
Eser Hakkında:
İbnülemin Mahmut
Kemal İnal’ın Osmanlı hattatlarının biyografi kaynağı olan ‘Tuhfe-i Hattâtîn’in bir devamı
niteliğinde olan, kendisinin ‘Kemâlü’l-Hattâtîn’
adını verdiği ‘Son Hattatlar’ isimli
eseri eseri, bizlerin 18. yüzyıldan genç cumhuriyete kadar olan dönemdeki
gelmiş geçmiş en önemli hattatları, örnek işleriyle berâber görmemiz adına
oldukça önemlidir. İbnülemin bu eserde bizzat tanıdığı veya kaynaklar üzerinden
kendileri hakkında bilgi sâhibi olduğu hattatların biyografilerini bir araya
getirmiştir. Eser, hattatları sâdece kitap kaydında yer almaktan çıkarıp,
haklarında derinlikli bilgilerin târihe kalmasına da vesile olmuş. Basıldığı
dönemde de kültür sanat câmiasından geniş ölçüde alâka görmüş ve bugünlere
kadar sanat dünyasında önemli bir boşluğu doldurmuştu. Ancak bellibaşlı
kütüphânelerin raflarında bulunabilen çalışmanın gözden geçirilmiş hâliyle
yeniden basılması ve okura sunulması kültürümüze çok üst seviyede hizmet olmuştur.
Abdullah Zühdî Efendi (1832-1899), Abdülfettah
Efendi, Ali Vasfi Efendi, Cemaleddin Efendi, Halîm Efendi, Abdülkadir Hamdi
Efendi (?-1795), Abdülkadir Şükrî Efendi (?-1806), Sultan Abdülmecid Han
(1823-1861), Alâeddin Bey (1844-1887), Aliyyül Mısrî Efendi, Ali Vasfi Efendi
(?-1837), Ârif Bey (?-1892), Hâşim Bey, İbrahim Sükûtî Efendi, Mahmud
Celaleddin Efendi, Mahmud Es’ad Efendi, Mehmet Fahreddin Efendi, Kâmil Paşa
(1836-1876), Osman Enverî Efendi, Re’fet Efendi, Süleyman Hikmetî Efendi, Selmâ
Hanım, Şeyh Musa Azmi (Hâmid Aytaç Bey (?-1982), Necmeddin Efendi (1885-1976)
bu önemli eserde yer alan hattatlardan sâdece bâzılarıdır. Eserde 11’i kadın
olmak üzere 329 hattat yer almıştır. Eserler; Sülüs, Nesih, Tâlik, Rık’a olarak
isimlendirilen yazı çeşitleriyle hazırlanmıştır. Herbir sanatkârın hayat
hikâyesiyle eserlerinden tablo güzelliğinde örnekler verilmiştir.
***
Örnek hayatı ve irfanıyla
kendisinden pek çok şey öğrendiğimiz, ismi anıldığında hayır ve rahmetle yâd
ettiğimiz, ilim ve sanata dair uzmanlık isteyen pek çok alana vâkıf olan
cennetmekân İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal Bey, vakıf insandı. Her şeyden önce
mahir bir muharrirdi. Çeşitli ilimlere vâkıf bir müellif ve mütefekkirdi. Önemli
bir müverrih; tarihçi, kültür ve edebiyat târihçisi, şâir, hat sanatı alanında
ilk müzeyi kuran şahsiyet, ehl-i tasavvuf, ehl-i iman ve ehl-i hakêkat bir zat
idi.
İbnü’l-Emin Beyefendi, Osmanlı
Cihan Devleti’nin son münevver temsilcilerinden biri olarak günümüz
entelektüellerine rehberlik ediyor. O’nun hazırladığı diğer bütün kitaplar gibi
‘Son Hattatlar’ isimli eseri de
alâkadar olanların başucu eseridir. Eserinde sâdece hattatlar hakkında bilgi
vermekle yetinmiyor, hat sanatlarına ilgi duyanlara, kendini bu sâhada
geliştirmek isteyenlere de rehberlik ediyor.
Kitabı okumak fırsatı bulanlarda
oluşan kanaat şudur: ‘cismanî âletlerle
îfa edilen rûhanî mühendislik’ şeklinde târif edilen hat sanatına gönül
verenler, tam bir iç huzuru ile âsûde bir hayat yaşama imkânına sâhip olurlar.
Geçmişte yaşayan hat sanatkârlarının hepsi, olgun ve kâmil, kimseye zararları
olmayan, faydalı olmaya çalışan insanları iyiyi, doğruya ve güzele yönlendiren
ele öpülesi, saygıya lâyık insanlardır.
İbnü’l-Emin
Mahmud Kemal İnal, Yahya Kemal Beyatlı ve Süleyman Nazif’in veciz bir şekilde
ifâde ettiği gibi ‘nev’i şahsına münhasır
bir şahsiyet’tir. Diğer eserlerinde olduğu gibi, ‘Son Hattatlar’ isimli eserini hissiyatı ile renklendirerek
yazmıştır. Pek hoşlanmadığı hattatların sanat ve estetik duyuşlarına kısaca
temas etmiştir. Halim Efendi (Mustafa Halim Özyazıcı) bağcılık yaptığı dönemde
İbnü’l-Emin’e yeteri kadar üzüm getirmemiş. Bu keyfiyet de kitapta yerini ‘Silivri kapusu haricinde Merkez Efendi
mahallesinde Tepebağı’nda senelerce üzüm bağcılığı yapmıştır. Yetiştirdiği
mütenevvi üzümlerden -ilk ve son defa olarak- vaktiyle bana bir sepet
getirmişti’ diye yazıyor.
…………………..
1tâlik
yazı: Sözlükte ‘asılmak,
askıya alınmak’ mânâsındaki ‘talîk’
kelimesi, İran’da tevkî ve rik’a yazılarından geliştirilmiş bir yazı çeşididir.
Erken dönemden başlayarak İslâm devlet teşkilâtında, dîvanlarda kalem ağzı 2-3
mm. olan tevkî hattıyla kısa, kalem ağzı 1 mm. olan rik’a ile uzun metinler
yazılırdı.
2rik’a:
Sözlükte
‘kâğıt, deri parçası’ mânâsına gelen
rik‘a (ruk‘a) hat sanatında çabuk, kolay yazma ve okuma ihtiyacından doğmuş,
kalemin tabii akışına uygun divanî özelliklerini taşıyan bir yazı türünün
adıdır. Ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmeyen rik‘a yazının 15.
yüzyılın ikinci yarısından sonra Dulkadıroğulları döneminde kullanıldığı ileri
sürülmektedir. Bu yazı 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlılarda
Dîvân-ı Hümâyun’da belli kaidelere bağlanmış ve ana çizgileriyle beliren bir
karakter kazanmıştır. 19. yüzyılda günlük hayatta, mektuplarda ve resmî
yazılarda yaygın biçimde kullanılmış, Bâbıâli hükümet dâirelerinde işlek hâle
getirilmiştir. Kısa sürede diğer İslâm ülkelerinde de beğenilen rik‘a günümüze
kadar basitliği ve kolaylığı sebebiyle eğitim ve öğretimde önemini korumuş,
matbu kitap dışında geniş kullanım alanı bulmuştur.