Ne Tuhaf Şey!

100

Nasreddin Hoca
bir köye gider. Köye tam girerken köpekler birleşip başlarlar havlamaya. Hoca,
bakar ki iş ciddidir, saldırıya uğramak üzeredir. Şaşkın ve korku içinde…
Köylüler köpeklerine sahip çıkmıyor. Çaresiz, “İş başa düştü.” deyip yerden bir
taş alarak köpeklere atmak ister. Eğilir, ama taşı yerinden kımıldatamaz..
Hangi taşa el atsa hiçbirini oynatamaz. “Allah Allah” der Hoca, “Bu memlekette
taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar. Ne tuhaf şey!…”

 

Sosyal medya
grubundan bir komşumuz yazmış: “Geceleyin siteye geldim. Beni beş hırçın köpek
karşıladı. Ne yapacağımı bilemedim. Korktum, evime giremedim. Geceyi başka bir
yerdeki yakınımın yanında geçirdim.”

 

İnsanlar
evlerine köpek yüzünden giremiyorlar. Ne tuhaf şey.

 

Yazılı ve
görsel medyada günlerce yer alan haber. Köpekler okula giden çocuğa yolda
saldırıyorlar, onu fena halde yaralıyorlar. Çocuk ve aile perişan. Köpeğin
sahibi ortaya çıkmıyor. Çocuk, günlerce bu travmanın etkisi nedeniyle okula
gidemiyor.

 

Köpekler serbest, insanlar yollarda tutsak. Ne tuhaf şey.

Birkaç gün önce, bir gezintiye çıktım. Anlamadığım bir koku hep beni takip
etti. Eve döndüğümde baktım ki evin önünde köpek dışkısı… Meğer üzerine
basmışım farkında olmadan.

Artık yolda da yürüyemez olduk. Ne tuhaf şey.

Bir yakınım, eve misafir kabul etmediğini, zaten misafirlerin de kendisine
gelme arzusu duymadıklarını söyledi. Pek yadırgadım bu durumu. Neden, diye
sorduğumda bana, evdeki beş kedinin her yeri işgal ettiğini, kedi kokularının
evi sardığını, hatta evde değil yatacak oturacak bir yerinin dahi kalmadığını
söyledi.

Evlerin patronları hayvanlar, hizmetçisi insanlar olmuş. Hayvanları konuk
ederken insanları kendimizden uzaklaştırmışız. Ne tuhaf şey!

Adana’dan başka
bir haber:  “Seyhan ilçesinde kaldırımda
bisiklet süren on üç yaşındaki çocuk, sürü halinde gezen köpeklerin saldırısına
uğramaktan kurtulmak için yola fırladı. Otomobilin çarpması ile ağır yaralanan
çocuk, hayatını kaybetti”

Şehir eşkıyası,
katil köpekler, güvenliğimizi tehdit ediyor, çocuklarımızı ve kendimizi
onlardan koruyamıyoruz. Ne tuhaf şey!

Bu tuhaflık manzaraları sıradanlaştı, haberleri iyice arttı. İşin kötüsü,
önceleri tepki verdiğimiz bu kedili, köpekli yaşam tarzını olağan karşılar
olduk. Ne tuhaf şey!

Ahir zamanda evlerde çocukların efendi, anne ve babaların ise onlardan emir
olan hizmetçiler olacağı anlatılırdı. Bu durum eğitim açısından tenkit
edilirdi. Şimdi bunu geçtik, artık köpekler ve kediler hükümdar, insanlar hizmetkâr
oldu. Başlar ayak, ayaklar baş. Ne tuhaf şey!

Güneşin olağan akışından saparak bir gün batıdan doğup doğudan batacağı,
kıyamet alameti olarak anlatılır. Biz de bunu somut biçimiyle güneşin eksen
kaymasına uğrayacağını anlıyoruz. Eksen kaymasını, mecaz anlamıyla
insan-hayvan, insan-eşya ilişkilerindeki sapma, tersyüz olma şeklinde
yorumlamak bana daha mantıklı gelmeye başladı. Niçin olmasın? İlişkilerdeki
sapkınlık, çarpıklık, sıra dışılık; hem varlıkların doğasını bozuyor hem de
toplumda huzursuzluğa yol açıyor.

Tek sorun, köpeklerin sokaklarda terör estirmesi değil. Kendini “hayvan sever”
olarak tanıtan güruhun medyada ve sosyal hayatta oluşturduğu algı ayrı bir
dert. Can Yücel’in, “Farkında Olmalı İnsan şiirinde  “Evinde
kedi, köpek beslediği halde çocuk
sahibi
olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.” dizeleriyle tanıttığı insan
tiplerinin estirdiği terör sebebiyle, bu durumdan şikâyetçi olanlar, seslerini
çıkaramıyorlar, biraz cesur olanlar ise “Hayvanları aslında ben de çok
severim.” diye söze ezik başlıyorlar.

Teröre yardım ve yataklık yapanlar
büyük bir yüzsüzlükle şarlatanlık yapabiliyor, mağdur olanlar, mağduriyetinin
mahcubiyetini duyuyor. Ne tuhaf şey!

Evrenin dengesi yasalar üzerine
kurulmuştur. Fiziğin, biyolojinin, sosyolojinin yasalarına aykırı hareket
edilirse bu denge bozulur, kıyamet o zaman başlar. Suyun, akışının tersine
çevrilmesi, bir gün taşması demektir. Fiziğin yasalarına müdahale ederek ozonu
deldik. Sosyolojinin yasalarına müdahale ederek insanlar ve toplumlar arasında
güvensizlik iklimi oluşturduk. Kendi biyolojisinin gereğini yapmaktan kaçınan
insanoğlu şimdi de hayvanın biyolojisiyle oynuyor, onu insana, insanı da ona
düşman yapıyor. Kedinin de köpeğin de yaşayacağı, mutlu olacağı yer bellidir.
Kedi fare yakaladığı zaman mutludur, evde süs hayvanı olduğu zaman değil.
Köpek, çobanın yanında bulunduğu, sürüyü kurda karşı koruduğu sürece mutludur,
fıtratının gereğini yapmanın huzuru içindedir. Bir köpeği eve hapsetmek, onu
kısırlaştırmak, köpeğe karşı haksızlıktır. Hayvan severlerin karşı çıkması
gereken yer burası olmalıdır. Köpek sadıktır, sahibine sadakatini
göstermelidir; hırçındır, dağdaki çakala ya da kurda karşı hırçınlığını
yaşamalıdır. Her hayvana fıtratına göre ortam hazırlamak, iş üretmek hayvan
severliğin gereği, hayvan severlerin görevi olmalıdır. Her hayvanı kendi
fıtratı dışı bir mecrada yaşatmak o cinse karşı saygısızlıktır, haksızlıktır,
suyun akışını tersine zorlamaktır. Her kedi ve köpek terörü, anlayanlar için,
aslında insanlara karşı bir başkaldırma eylemidir.

Her baş ağrısı, bir hastalık
belirtisidir, der hekimler. Ağrının, baştaki yerine göre hastalık teşhisi koyan
hekimler var. Hastalık da vücudun bir isyanıdır. Fizik, biyoloji, sosyoloji yasalarının
egemen olduğu bünyelerde de aynı tepkileri görebiliriz. Her sıkıntı, işlerin
yolunda gitmediğini haykırır anlayanlara. Salgın hastalıklar, iktisadi
dengesizlikler, savaşlar; birer denge bozukluğudur, doğal yasaların ihlalidir.
Saldırganlaşmak, eve ve sokağa mahkûm edilen, kısırlaştırılarak biyolojik
yasası ihlal edilen köpeğin hakkıdır. İnsanlar bunu anlamıyor, ne tuhaf şey”

Tuhaflıklar dünyasındayız. Bunu
yaşamak, kaderimiz. Bu yanlışlıklar iklimindeki yerimiz, duruşumuz ise,
imtihanımız. Hangi olay ve olguya nasıl bakıyor, yaklaşıyor, olaylar karşısında
nasıl davranıyor, ona nasıl çözümler üretiyoruz? Bizim için temel mesele bu.

Her devir, kendi sorunlarını
üretir, çözümlerini de getirir. Sen neredesin?