Kimlik Kalpazanlığı Üzerine

104

 

                Türkiye’de
kimlik sosyolojik değil psikosomatik algıdır
. En çok da siyasi partiler, spor kulüpleri, şehir ve semt
aidiyetleri
ile sülâle birlikleri üzerinden gider. Millet, ümmet ve insanlık gibi
geniş plakalar ise ancak diş dolgusu
kadar iş görürler. Fakat geniş kesimler için kamuflaj en çok da bu alandan tedarik edilir.

            Kendini kıymetsiz
bilen bir kısım, terapi vaziyetinde
toplanarak din gibi mühim bir değer
üzerinden kıymetlenme yoluna
gittiler. Aynen halı sahalarda formanın üstüne giyilen yeşil yelekler gibiydi, giyen başka bir dünyaya ışınlanıyordu.

            Zamanla yelekle
tanımlamanın yüksek getirisi
alttaki kıyafetten
karaktere kadar birçok şeyi
unutturdu. Yeşili bir kimlik yapıp hem ticarete hem siyasete soktular; her iki alanda kârlar maksimum düzeyde idi. Ve dinin değeri altı üstü bir renkten ibaret
zannedildi.

            Başka bir halı sahada başka bir yelek modeli üzerinden
başka bir takım oluşmadaydı. Milliyet,
sarı olsun. Onu giymekle saygınlık
kazandığını düşünen sıradan insanların grup
terapisi
o kadar etkiliydi ki yelekten
önceki zamanları zihinlerde
adeta sıfırlanmıştı.

            Bir başka yerde, bir başka yelek: pembe. Sosyallik ve toplumsallık kavramları artık bir halı
saha takımının maskotuydu, renk ayrımıydı. Klasik
bir tribün sloganı ve ‘çak’ yapmaktan öte bir anlamı yoktu.
Veya ötekilerin berisinde olmaktan başka bir tanımlaması.

            Necisin? İslamcıyım,
Müslümanım. Barışın ve esenliğin
temsilcisi misin? Hayır! Doğru ve güvenilir misin? Nein! Elinden – dilinden
çevrendekiler zarar görür mü? He! Zulme ve haksızlığa karşı duruşun ne? Hiç!
Çıkarına düşkünlüğün ve menfaatperestliğin nasıl? Âlâ! Bir yeleğe gizlenip
defolarını deri gibi dökmektesin hâlâ.

            Necisin? Milliyetçiyim,
ülkücüyüm. Milletinin ihtiyaç
sahipleriyle aran nasıl? Yok! Türk insanıyla problem yaşadın mı? Çok! Ülkün ne?
Yükselmek. Nereye? Tepeye! Hangi tepeye? Everest! Milletinin diğer fertlerine
ne dersin? Rest! Bir türkü daha? Ha a..

            Necisin? Sosyalim,
demokratım. Ne zaman? Seçim zamanı.
Ne kadar? İncir çekirdeği. Bak; garibanlar, ezilenler? Güneş gözlüğümden
gözükmüyor. Cehalete karşı savaş? Ben söverim arkadaş! Rahatladın mı? Hı hı.. Hereke’nin
hoşafı!

            Necisin? Liberal.
Özgürlükle aran nasıl? Tanışmıyoruz. Toplumsal akıl? Konuşmuyoruz. Para-pul?
Allahallahallah…

            Necisin? Atatürkçü.
Atatürk milleti nasıl harekete geçirdi? Rozet takarak. Kurtuluş Savaşı’nı nasıl
kazandı? Mum yakarak. Ya sonrası? Estarabim, estarabim; sağdan – soldan estarabim!.

            Çözümçözümleme: İdeolojiler kılıf, partiler geçimlik,
vaziyetler de kimlik olmuş. Değerler,
kavramlar araç; erimler, varımlar amaç kılınmış. Teşkilatlar,
organizasyonlar atış mevzisi;
makamlar, rütbeler savaş mermisi.

            Milletin için
ürettiğin kadar milletseversin
. Müslümanlık demeden Müslümanlık yapmak.. Ahlâkın kadar Müslümansın, faydalı işlerin
kadar mü’min
. Solculuk oynamadan sosyalistlik yapmak.. Sosyal adalet için varsan yok değilsin.

            Senden etrafa özgürlük esintileri yayılıyorsa liberal, Atatürkvari bir azim ve
kararlılık içindeysen Atatürkçü,
insanlık için yaşıyor ve yaşatabiliyorsan hümanist,
paylaşabiliyorsan zengin, kendinle
hesaplaşabiliyorsan cesur, alttan
alabiliyorsan yüksek, yaratılanlarla
barışıksan meşhur, dost
biriktirmişsen kazançlı sayılırsın.

            İdeolojiler
hakikatte vardı
fakat belki de Türkiye’de
hiç olmadı
. Son yıllarda yaşadıklarımız
tam bir turnusol kâğıdı. Bu saatten
sonra kafalarımızı resetleyerek ilke
demekten, etik demekten, hukukun üstünlüğü demekten, demokratik kazanımlar demekten, hak ve özgürlükler demekten, gelir dağılımda eşitlik demeden, herkes
için onurlu bir hayat standardı
demekten ve farklılıklarımızı zenginlik bilip farklı fikirlerle sinerji üretmekten başka bir çıkışımız
gözükmüyor.

 

(NOT:
İşbu yazı Kimlik Dezenformasyonu ve Toplumun Yeniden Yapılanması – I başlığıyla
Nisan 2017’de yayınlanmıştı.)