Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca, kadim dostum Taha Akyol’un
kitabı. Çok partili hayata geçtiğimiz 1946’dan başlayıp Demokrat Parti’nin
bittiği 1960’a kadar Türkiye’deki siyaseti anlatıyor.
“Allah Allah!” diyeceksiniz. Şu anda siyaset akkor
hâlindeyken ta o günlerle uğraşmanın sırası mı? Yüzlerce sayfa boyunca
görüyorsunuz ki tam sırası. Her anlatılanda, “Demek ki o zaman da böyleymiş.”
diyorsunuz. Hani son birkaç yazımda bahsettiğim “değişenler ve değişmeyenler”
var ya. Bizim siyaset hayatımızda değişmeyenler, değişenlerden daha çok.
Değişenler, iyi yönde mi değişiyor? Maalesef, her zaman
değil.
CHP kötüydü, ceberruttu; DP iyiydi, demokrattı
Ak Parti’nin anlattığı bir hikâye vardır. Tek parti, yani
İnönü dönemi berbattır. Diktatörlüktür. Fakat Demokrat Parti’yle birlikte
demokrasi ve hürriyet gelmiştir. Bu hikâye bugünün politikası için de yararlı.
Böylece bir vuruşta İnönü’yü, dolayısıyla CHP’yi karalıyorsunuz, hem de siz
Demokrat Parti’nin mirasçısı ve sütten çıkmış- adı üstünde- ak kaşık
oluveriyorsunuz.
Teslim etmek lâzım ki İnönü hiç olmazsa DP’nin yaşamasına
izin veriyor, hatta kuruluşunu destekliyor. Yola muhalefetsiz devam etmenin,
sonunda kendilerine zarar vereceğini görüyor ve 1950’de bir seçim yaptırıyor.
Seçim yapılmasına niçin izin vermiş? Kendi anlatıyor:
“Başka kafada olsaydım, dünyanın ve memleketin haline yanlış
teşhis koysaydım, CHP belki daha geç iktidardan düşerdi. Ama mutlaka düşerdi ve
dünya başına yıkılarak düşerdi… Demokratlar yönünde adımlar atmasıydık
itibarımız kalmazdı.”
Gerçi 1950’de de devlet radyosunda muhalefet
konuşturulmuyor; tıpkı bugünkü gibi.
Muhalif basın sindiriliyor, yandaş basın destekleniyor; tıpkı bugünkü
gibi. Yine de, her şeye rağmen seçim yapılıyor.
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi
“CHP ceberrut, DP demokrat.”, 1950’ye kadar doğru. Fakat
1950’den sonra DP ceberrut, CHP demokrat! Daha doğru teşhis şöyle olmalı:
İktidar ceberrut, muhalefet demokrat. Kimin iktidarda, kimin muhalefette
bulunduğu önemli değil. 1950’den sonra asıp kesen, baskı kuran, muhalefeti
ezen, hürriyetleri kısıtlayan DP. Hürriyet ve demokrasi nutukları atan da CHP.
Görüyorsunuz ki CHP ve DP birbirinin zıddı değil; aynadaki görüntüsü gibi bir
birinin yansıması, paraleli. Zihniyetleri aynı ve o zihniyet, demokrasi ve
hukuk üstüne kurulu değil.
O günleri yakından inceledikten sonra demokrasi, fikir
hürriyeti ve hukuk yolunda ilerlemiş miyiz diye sorarsanız, evet cevabını
vermek mümkün değil. Akyol da bunu teyid ediyor:
“1946 basınında, 21. yüzyıl Türkiyesi’nden daha demokratik
bir tablo vardı. Ulus, Vakit, Akşam, Tanin CHP’nin; Vatan, Tasvir, Yeni Sabah
da muhalefetin sözcülüğünü yapıyordu. Cumhuriyet gazetesi ise nispeten
tarafsızlığını koruyabiliyordu.
“Fakat Metin Toker’in yazdığı gibi iktidar gazetelerinin
çoğu itibarını kaybetmişti:
“’DP’yi tutan gazetelerin tesiri, çoğu itibarını kaybetmiş
ve yazarlarının para karşılığı partiyi tuttuğu bilinen CHP gazetelerininkinden
büyük ölçüde fazladır.’”
Az gitmişiz, uz gitmişiz; ne kadar yol gitmişiz?
Ak Parti’nin, hele Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni
savunan Ak Parti’nin, DP’nin söylemlerinin manevî mirasçısı olduğunu söylemek
de pek kolay değil. Bakınız:
“Adnan Menderes de
cumhurbaşkanının partilere eşit uzaklıkta olması gereğini vurguluyordu: Devlet
reisliği yüksek makamının parti mücadeleleri içine sokulmayarak bütün
partilerin üstünde kalması ve hepsine karşı aynı adalet ve insaf duygularıyla
ve kanun emrettiği tam tarafsızlıkla hareket edilmesi ancak ve ancak bu
meselenin halline bağlı bulunmaktadır.
“İktidarda kalan insanın iktidar kuvvetini beşeri bir zaaf
olarak kendi nefsi için kullanacağını belirten Bayar şunları söylüyordu:
‘Devlet başkanı aynı zamanda partinin başkanı olursa onun gayri mesullük
[sorumsuzluk] durumu kaybolur. Anayasa ihlal edilmiş olur. Hem devlet
başkanlığının hem de parti başkanlığının bir şahısta birleşmesinin manası
diktatörlüktür. Şahıslar iyi olabilir fakat liyakatsizlikten veya iktidarın
verdiği gururdan millete hizmet edemeyecek duruma düşerler…’”
Menderes, 29 Mayıs 1950’de Mecliste DP hükümeti programını
okuyor:
“…Bunun sebebi bugünkü anayasanın kuvvetler birliği esasına
dayanması ve vatandaş hak ve hürriyetlerini kâfi teminat altında bulunduracak
yaptırımlardan mahrum olmak itibariyle millet hâkimiyeti yerine tek parti
hâkimiyetinin kurulmasına mâni olamamış bulunmasıdır. Bununla muvazi olarak
kanunlarımızda itiyatlarımızda ve telakkilerimizde tek parti devrinden arta
kalan ne varsa tam olarak tasfiye edeceğiz.”
Az gittik, uz gittik… 1940’lardan beri, yani 80 küsur senede
ne kadar yol aldık dersiniz? Yoksa geniş bir yay çizip çıkış noktamıza mı
geldik?( https://millidusunce.com/kuvvetler-ayriligi-olmayinca-veya-kizim-sana-soyluyorum/)