Yıllar yıları kovalayıp giderken, Kıbrıs Milli Davamızda, Kıbrıs
konusunun gidişatında değişen hiçbir şey yok!
Kıbrıs zaferimizi hatırlatan bir 20 Temmuz, bir 14 Ağustos daha geçti.
Törenlerle yâd edildi o zafer. Yıllar öncesinde bu dava uğruna şehit olan
yiğitler için dualar okundu, gazilerimiz hatırlandı.
Birkaç ay sonra KKTC’nin kuruluşu
olan 15 Kasımın 38’nci yılı da kutlanacak, 1974’ten geriye neredeyse yarım
asırlık bir ömür kaldı, ama değişen bir şey yok!
O zafer günlerinin kahramanları birer, birer
ayrılıyorlar aramızdan; gün gelecek sadece anılarda kalacaklar!
Ama yaşam devam ediyor, tabii ki edecek.
Ancak böylesine önemli bir konu bu kadar uzamalı mıydı demeden de yapamıyor
insan?
1974’te Kıbrıs’ta kazanılan zafer; masada da kazanılmalı, Türkiye’nin bu
haklı davası yedi düvele de kabul ettirilmeliydi. Ancak olmadı, oldurulamadı.
Hâlbuki sahada kazanılan bu zafer
ile öylesine büyük fırsat yakalamıştı ki Türkiye o dönemde… Ancak zaferin
tadını çıkaramadan ülkemizin siyasi iktidar ortaklığı bozulmuş, ABD Dışişleri
Bakanı Kissinger konunun çözümü için geldiği ülkemizde kendisine muhatap bir
hükümet dahi bulamamıştı!
Çünkü o zafer günlerinin mimarı Ecevit-Erbakan hükümet ortaklığı
bozulmuş, işte o süreçte Kıbrıs Milli Davamızın çözümü için ele geçirilen en
önemli fırsat elimizden kayıp gitmişti!
Aslında 1974 yılı Türkiye Cumhuriyet tarihi için çok önemli bir
sürecinde başlangıcıydı. Bu yıldan sonra başlayan ABD ambargosuyla birlikte
Türkiye çok zorlu yıllarla mücadele etti.
Yönetimde sonu gelmeyen koalisyonlar, askeri müdahaleler, tırmanan terör
olayları, ekonomide yaşanan karanlık yıllar, giderek yıpranan bir toplum,
mücadeleler, mücadeleler…
Ülkemizin son altmış yılının dış ilişkilerinde, bir türlü çözülemeyen
uluslararası konularının başında ise hep Kıbrıs oldu.
Ve hala var!
Böyle giderse olmaya da devam edecek!
Nedenleri ise ardımızda kalan yıllarda saklı…
Sıralayalım bu nedenleri:
1974’ten, 1983’e kadar Kıbrıs adasında kazanılan zafer ile avunur
uluslararası arenada Kıbrıs Türk’ünün de-facto varlığının kabulü, siyaseten
yeteri kadar savunulmaz ise;
1983’te ilan edilen KKTC’nin tanıtılması adına bugüne kadar hiçbir şey
yapılmaz ise;
2002 Yılından sonra AB’ye üye olabilmek için Kıbrıs Milli Davamızdan
türlü tavizler vererek TBMM tarafından kabul edilmiş kırmızıçizgileri belli
politikamızdan tavizler verilebileceği açıklanır ise;
Sırf Rumlardan bir adım ilerde olabilmek adına Birleşik Kıbrıs
senaryoları gündeme geldiğinde, yeterince ses çıkarılmaz, bu konuda hiç
olmaması gereken AB Kıbrıs konusunda söz sahibi olur ise;
Annan Planı denen ve AB tarafından hazırlanan bu tuzak plana Kıbrıs
Türk’ünün evet demesi için KKTC sokaklarında; ‘’yes be annem-barra Denktaş’’
diye avaz, ava bağırılırken; şehitlerimizin adını taşıyan sokaklarda ne idüğü
belirsiz paçavraları bayrak diye sallayarak gezenlere gözlerini kapayıp,
kulaklarını tıkar isen;
Ata yadigârı o gazi topraklarda ‘’egemenlik uğruna ölünecek leyla
değildir’’, ‘’biz hep yavru mu kalacağız?’’, ‘’yabancı askerlerin tümü adadan
ayrılmalı!’’; diyebilen siyasiler KKTC’de yönetime gelir ise;
Geride kalan bunca yıl sonra Kıbrıs Milli Davamız yetmezmiş gibi, bir de
yanına Akdeniz’deki enerji sorunu eklenir, şimdilerde de bu iki büyük sorunu
birden çözmek adına siyasi arenada mücadele etmek durumuyla karşı karşıya kalır
isen;
Kıbrıs konusunda tabii ki, bir çözüm olmaz.
Ama yine de umudu kaybetmemek gerek!
1960’lı yıllarda ada Türkleri en sıkıntılı
dönemi yaşarken; Kıbrıs Milli Davamızın liderleri Dr. Küçük ve Denktaş yardım
istemek için Ankara’ya geldiklerinde; dönemin başbakanı rahmetli İnönü onlara
ne demişti:
‘’Milli davalar uzun solukludur. Kazanmak
için sabır gerek. Sabrın bittiği yerde
Türk’ün sabrı yeniden başlar.’’
O nedenle umudun yanına, sabrı da ekleyerek bekleyeceğiz…
Kıbrıs
Milli Davamız önünde sonunda bir gün mutlaka sonuçlanacaktır. Ama önemli olan
adada yan yana yaşayabilecek egemen iki devletli bir çözümün olması, KKTC’nin
çözüm sonrasında Kıbrıs Türk Devleti olarak diğer ülkelere de tanıtılmasıdır.
O günleri, adada savaşan ben ve benim gibi diğer Gazi arkadaşlarım
görebilecek miyiz bilemem? Ama şundan eminim ki, Türk tarafında bundan sonra
adada çözüm için Rum tarafına türlü tavizler içeren bir politika izlenmeyecek,
bir 60 yıl daha Rum tarafının keyfi beklenmeyecektir.