Girne’den Doğan Güneş (20 Temmuz 1974)

253

      Tam 47 yıl geçmiş o savaş günlerinin ardından…

      Yıllar öncesine dönmek; o günleri tekrar
yaşamak, satırlara dökmek, savaşı anlatmak ne kadar zor!

   
  Hele, hele kana kan; cana can katarak kurulmuş
bir devleti anlatıyorsa o zaman,

      Hele,
hele gönderlere çektiğimiz, çekilmiş ay yıldızlı bayrakların gölgesine emanet
edilmişse şühedalar…

      Sonrasında ne çok şey değişmişse, neler neler
görmezden gelinmişse, duyulmaz olmuşsa tarihin derinliklerinden gelen nice
sesler! Nasıl anlatmalı, nasıl yazılmalı tarihe ışık tutacak gerçekler?

    Ama yine de her ne yaşanırsa yaşansın; Kıbrıs’ta,
o gazi topraklarda vatan ve vazife uğruna savaşan; ‘milli davamız’ diye anılan
Kıbrıs konusunda pek çok kitaplar yazan kalemim, bir kez daha anlatmalı o
günleri, bir kez daha tarihe not düşmeli…

       İşte
yakın tarihimize şanla, şerefle yazılan Kıbrıs Zaferi. İşte Kıbrıs Türkünün adada
ki yaşam geleceğini aydınlatan Girne’den Doğan Güneş:

      Hemen
belirtmeliyim ki, konu henüz tüm açıklığıyla anlatılmamış, harp tarihi inceleme
ve araştırma tekniğiyle açıklanmamıştır…

     Kıbrıs Harekâtının bilinmeyen yönleri, açıklanmayan
belgeleri mevcuttur. Konu ise henüz kapanmamıştır. Sadece harekâta katılanların
anıları ile anlatılan bir süreç vardır

    
Kıbrıs’ta taraflar arasınca imzalanmış yazılı bir anlaşma ortamı değil;
sadece bir ateş kes anlaşması mevcuttur.

      1968 yılından bugüne çözüm adına
defalarca kurulan müzakere masası; GKRY ve Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumu
nedeniyle, her defasında bu ikili tarafından devrilmiş, çözümden
uzaklaşılmıştır.

     Hal
böyle olunca bu harekât henüz bitmemiş, ara verilmiştir de denilebilir! Çünkü
kaybeden taraf, bir anlaşmaya yanaşmıyorsa eğer; düşündüğü bir başka şey
vardır!

     O da
‘çatışmadır’; anlaşmanın alternatifi çatışma ortamı yaratmaktır. Zaten 15
Temmuz 1974 tarihinde de adada ki Rumlar, Yunanistan Cuntasının desteği ile o
savaşı yaratan ortama neden olmuş; adayı Yunanistan’a bağlamak istemişlerdi…

     Türkiye
de 1960 yılında imzalanmış uluslararası antlaşmalardan doğan ‘Garanti ve
Güvenlik’ hakkı nedeniyle Kıbrıs’a müdahale etmiş; Rumların Kıbrıs Türk Halkını
topyekûn ortadan kaldırmasını, adanın Yunanistan’a bağlamasını önlemiştir.

    Eğer
47 yıldan bugüne adada bir çatışma yaşanmamışsa; bunun tek bir nedeni vardır; o
da adadaki barışın teminatı olan Türk askerinin varlığıdır.

    Ve…

   İşte 47 yıl önce yaşananlar,

  İşte 20 Temmuz 1974 sabahı
öncesi…

  Saatler 05.00’i gösterirken,
birliğimizdeki tek haber kaynağımız transistörlü
o el radyosundan, dönemin Başbakan’ı rahmetli Karaoğlan’ın, Sn. Ecevit’in sesi
duyuluyordu:

‘’ Şu andan itibaren paraşüt birliklerimiz ile çıkartma birliklerimiz
dalga, dalga Kıbrıs semalarına inmeye; Girne kıyılarına çıkmaya başlamıştır.
Tanrı, Kahraman Silahlı Kuvvetlerimizi
muzaffer kılsın.’’

     Ok yayından fırlamış. Mersin’den, Girne’ye
doğru yol almaya başlamıştı artık…

    Girne’nin 10 km. kadar batısında küçük bir
plaj vardı…

    Günün ilk ışıkları, pırıltılarını yeni yeni
bırakıyordu bu küçük plajın üstüne… Yaşamın tüm güzellikleri yansıyordu coşkulu
çığlıklar atan turistlerin gönlüne…

     Özellikle İngiliz turistlerin tercih ettiği
bir yerdi bu küçücük koy. Yumuşacık bembeyaz kumuyla, dalgaların oynaştığı,
denizle kucaklaştığı kuytusuyla, sessizliğiyle herkese sevdirmişti kendini…

     Derinliği 9 metre, uzunluğu ise; ancak 100-150
metre kadardı. Yola çıkmak için yüksekçe bir setin aşılması gerektiğinden
olacak, herkes kolaylıkla gelemezdi…

     Zaten, etrafı bomboş bir arazinin kenarına
sıkışıvermişti. Buradan çok nadir zamanlarda bir araç geçerdi…

    İşte o plaj;

        O
cumartesi sabahı her zamanki gibi gerine, gerine uyandı. Güneş, Beşparmakların
ardından Girne semalarını çoktan aydınlatmıştı…

        O
alımlı plajın etekleri yavaş, yavaş ısınmaya başlamış, dümdüz deniz yumuşacık
dalgalarıyla, o güzelim kumsalı okşuyordu…

       Plaj, güzelliğinden emin, gözlerini
kırpıştırarak etrafına bakındı. Martılar zarif görünümlerine yakışmayan
sesleriyle süzülürken bulutların arasına, arkadan dağların bir yerlerinden
birkaç koyun melemesi yankılanıyor, horozların; ‘sabah oldu artık’ ötüşleri
duyuluyordu…

      Böylesine sakin, sessiz bir yerde olmak ne
büyük mutluluktu…

     Yaşamak ne güzeldi…

    ‘’Güzel sıcak bir gün
başlıyor’’ diye mırıldandı kendi, kendine plaj…

      Ama o
da ne?

        Birkaç mil ötede hafif bir sis kümesinin
içinden koca, koca gemiler belirmiş; üzerinden uçaklar  geçiyor, dayanılmaz bir gürültü çıkarıyordu…

       Hiç
tanımadığı bu gemiler yaklaştıkça kıyısına, içlerinden ilk defa gördüğü
giysilere bürünmüş, yağız çehreli, etraflarına kısılmış ama kararlı gözlerle
bakan insanlar denize atlamaya başlamışlar! Giderek çoğalıyor, yüksek sesle ‘Allah’ın’
adını anıyorlardı…

       İşte o güzelliklerle dolu plaj acı, acı
ağlamaya başladı…  Debelendi, çırpındı,
yalvardı!

      Ve… O sabah hiçbir şeyin
farkına varamadan öldü…

      Gerçek o ki; savaş
başlamıştı!’’
  (Bk.
Girne’den Doğan Güneş-Atilla Çilingir, 1997)

      Temmuz ayının 20’sinde o güzel hafta
sonunda, turizmin cenneti Kıbrıs’a; Türk paraşütçülerinin atlayış yapacağı,
helikopterlerle adaya inen komandoların görüneceği, o güzelim koya çıkan Deniz
Piyade Birliklerimizin, Girne sahillerine çıkabileceği hiç kimsenin aklına dahi
gelmemişti…

      Zaten
Rumlar da Türklerin adaya çıkartma yapamayacağına, Beşparmak Dağlarının
geçilemeyeceğine o kadar çok alıştırmışlardı ki kendilerini!

      Harekât
başladıktan 3 saat sonra Rum kuvvetleri alarm durumuna geçirilebilmişti! Tam
bir baskın anıydı…

      İşte
bu 3 saatlik gecikme bizim çok işimize yaramış; paraşütçülerimiz ağır bir kayba
uğramadan atlayışlarını tamamlamışlar, helikopterlerimiz kayıp vermeden indirme
bölgesine gelmiş, çıkartma birliklerimizin ilk dalgası en az zayiatla kıyı
başını tutmayı başarmıştı…

     Adalı Rumlar şaşkındı, Yunan Cuntası ne
yapacağını bilmez haldeydi… Dünyanın gözü, kulağı tüm haber kanalları adaya
odaklanmış, İngiltere, Amerika, Rusya; Türkiye’nin böylesi bir adımı nasıl
attığına bakakalmıştı…

     Artık adanın kader çizgisi yeniden yazılmaya
başlamıştı…

     Dudaklarda dualarımızla başladık adaya inmeye,
korkusuz yürekleriyle binlerce Mehmetçik… Tek bir amaç vardı: Türkleri
kurtarıp, adaya barış getirmek…

     Çok
geçmeden savaşın acımasızlığı adanın tamamına yayılmış, pek çok masum sivil
Türk’ün katliam haberleri gelmeye başlamıştı.

       Rumlar, tıpkı ‘’1963 kanlı Noel olaylarında’’
olduğu gibi sivil Türk halkını acımasızca öldürmeye başlamışlardı.

      Ama
artık adada Türk askeri vardı. Kıbrıs Türk’ünü yıllar boyunca kahramanca
savunan Kıbrıs Türk Mücahitleriyle birleşme sağlanmış; kısa bir süre içinde
adada inilen ve çıkılan bölgelerin tamamı kontrol altına alınmıştı.

       20 Temmuz’da Girne’den doğan ‘özgürlük
güneşi’ çok geçmeden Kıbrıs Türklerinin yaşam geleceğini de aydınlattı.

       14 Ağustos 1974 de başlayan 2’nci harekât
sonrasında da, adanın bugünkü haritası çizilmiş oldu…

        498 vatan evladımız bu
uğurda seve seve canlarını feda ettiler. Şu anda o gazi toprakların
serdarlığını yapıyorlar.

      Benim
gibi binlercemiz Gazi olduk; bugün milletimizin emrinde o günlerin gururunu
taşıyoruz.

      O
savaş döneminin ardından neredeyse tam yarım asır geçti.  Bu uzun süre, adada çok şeyi de değiştirdi..!

       Zaman
bu, tabii ki değişecek…

       Ama ne yazık ki, adada değişmeyen tek şey;
Rumların uzlaşmaz tutumu olarak kaldı. Hala adanın sahibi gibi davranıp, Kıbrıs
Türk Halkına azınlık muamelesi yapmanın peşindeler.

        Hala uluslararası camiayı peşlerine
takıp, Türkiye’nin garantörlük hakkını nasıl kaldırırız, Türk askerini adadan
nasıl çıkarırız oyunlarını oynamanın gayretindeler.

      Ama
bilmiyorlar, anlamıyorlar, öğrenemediler!  Adayı ele geçirmek için oynadıkları tüm oyunlar,  20 Temmuz 1974’te bitti…

     Yıllar önce Türk Ulusunun milli menfaatini
korumak, adada yaşayan Kıbrıs Türk’ünün yaşam geleceğini aydınlatmak adına; ‘’Girne’den
Doğan Özgürlük Güneşi’’ bir daha batmayacak artık…

      Şu hususu da tarihe not
düşerek Rum tarafına bir kez daha hatırlatmak gerekir:

    ‘’Ne zaman geleceksin? Bu kaçıncı Bahar?’’
şarkısını söyleyerek, yıllarca Kıbrıslı Türklerle alay eden Rum tarafı; aynı
çılgınlığı bir kez daha yapacak olursa eğer!

     Unutulmasın ki, Türk Milleti Kıbrıs konusunda:

   ‘’Bu kadar yürekten çağırma
beni; bir gece ansızım gelebilirim’’ diyecek kadar hala çok güçlü ve kararlıdır…

 (20 Temmuz 1974’de hayatını seve, seve feda
eden Mehmetçiklerimizi, Mücahitlerimizi minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde
saygıyla eğiliyor;  aynı rütbeyi
taşımaktan onur duyduğum tüm Gazilerimize sağlık ve mutluluk dolu nice uzun
yıllar diliyorum.)

Önceki İçerikBin Dokuz Yüz Elli Dokuz!
Sonraki İçerik“Çözüm Sürecinde Aynı Yerdeyiz” Ne Demek?
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.