Müsilaj-Deniz Salyası Musibeti Hakkında Felsefe Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Çevre Felsefesi Ve Ahlâkı Uzmanı Prof. Dr. İbrahim Özdemir İle Konuştuk.

100

Oğuz Çetinoğlu: Müsilaj / Deniz salyası nedir? Nasıl
oluşur?

 

Prof. Dr. İbrahim
Özdemir:
Mart ayından bu yana giderek yayılan, balıkçılık faaliyetlerini adeta
durduran ve halkta tedirginliğe sebep olan müsilaj veya deniz salyası Marmara
Denizi’ni tehdit ediyor. Marmara Denizi’nin yüzeyinde ve altında görülen bu
problemin kaynağı ise Marmara’da kirlenmeden ötürü biyolojik tür çeşitliliğinin
azalması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan birçok problemle karşı karşıyayız.

İlim
adamlarımız ‘denizdeki biyolojik üretimin başlangıcını, ilk basamağını teşkil
eden fitoplankton dediğimiz mikroskobik bitkiciklerin aşırı çoğalması sonucu,
ortamda vuku bulan bazı şartlara tepki olarak bıraktıkları salgı’ müsilaj
olarak adlandırılıyor.

Genelde denizlerin kirlenmesinde ve deniz
salyasının oluşmasında temel etkenlere baktığımızda özellikle ev ve sanayi
kaynaklı atıklar, arıtım seviyelerindeki yetersizlikler, aşırı balık avı, kıyı
şeridinin tahribatı, dip tarama ve boşaltma faaliyetleri ve yoğun gemi trafiği
dikkat çekiyor. Görüldüğü gibi bunların hepsi insan kaynaklı.

İklim değişimi artan insan kaynaklı kirlilik,
aşırı ve plansız avlanma, kıyı şeritlerindeki plansız  ve aşırı yapılaşma, artan deniz trafiği gibi
etmenler hem ekosistemin ciddi biçimde yıpranmasına hem de büyük ekonomik
kayıplara sebep oluyor.

Çetinoğlu: Böyle bir musibet bekleniyor muydu, âniden
mi oldu?

 

Prof. Özdemir: Dereleri,
nehirleri, gölleri ve denizleriyle tabiatın canlı bir bütün olduğu; bizim
olumsuz davranış ve tüketim tarzımızdan etkilendiğini 1960’lı yıllardan bu yana
biliyoruz. Amerikalı bilim kadını Rachel Carson,  ‘Sessiz Bahar’ isimli kitabıyla bizi daha o
zamanlar uyarmıştı. Bu kitap tüm dünyada çevreci hareketlerin el kitabı oldu.

 

Ancak suları, nehirleri, gölleri ve denizleri kirleten sanayi
kuruluşları bu uyarılara kulak tıkadılar. Tarım ilaçlarını kullanan çiftçiler
de, kullandıkları tarım ilaçlarının uzun vâdedeki sonuçlarını düşünmediler. Zamanla
çevre bilinci gelişti. Çevre Bakanlıkları kuruldu. Çevre mevzuatı gelişti. Bütün
dünyada çevre bilinci gelişmeye başladı.

 

Ancak para kazanma hırsı, daha doğrusu daha çok kazanma
hırsı ve gelecekle ilgili körlük, muhtemel problemleri görmemizi engelledi. Canlı
bir organizma olan deniz ekolojisinin, denize bıraktığımız veya döktüğümüz
sanayi atıkları başta olmak üzere her tür kimyevî atıktan etkilenerek
bozulacağını; bunun da denizde yaşayan canlıları ve bunlara bağlı sektörleri etkileyeceğini
biliyorduk. Ama bilmezden geldik.

 

Çevre hassasiyeti olan bâzı insanlar hâriç ilim adamları da yeterince
uyarı görevlerini yapmadılar veya yapamadılar. Sanayi kuruluşları atıklar için filtre
taktırma masrafına girmediler. Devlet ve vatandaş da gereğini yapmadı. Özellikle
tarım ilaçlarını bilinçsizce kullanan vatandaşlar da sorumluluğunu anlamalı.

 

Deniz ürünleriyle geçimlerini temin edenler de kirlenen ve
bozulan deniz ekolojisiyle ilgili seslerini yeterince çıkarmadılar.

Kısacası, âdetâ 1998 Nobel Edebiyat Ödülü sâhibi Jose
Saramago’nun en ünlü romanı olan ‘Körlük’teki bir durumla karşı karşıyayız.
Başta Marmara Denizi’nin ölümü olmak üzere yıllarca etrafımızda olup-biten
çevre katliamlarını görmezden geldik.

 

Körlük salgın bir hastalık gibi toplumu sardı. Yazar körlüğü
mecâzî anlamda kullanır. Toplumda korku ve paniğin hâkim olması sonucu ahlâkî
değerlerin çökmesini vurgular. İnsanlar etraflarında olup bitenleri görmezden
gelir. Görenler ise şiddetle cezalandırılır ve itibarsızlaştırılır.

 

Ülkemizde ve dünyada çevrecilerin başına gelenleri
hatırlamak yeterlidir. Bunun en tipik örneği ise Gezi Parkına ‘çevre hassasiyeti’
ile karşı çıkanların başına gelenlerdir.

 

Çetinoğlu: Dünyânın diğer bölgelerinde de görülen bir
vak’a mıdır? Nerelerde?

 

Prof. Özdemir: Akdeniz,
Marmara ve Adriyatik gibi denizlerde tabiî süreçte oluşuyor. Akdeniz’de müsilaj
olaylarının gözlenmesi 1700’lü yılların başına kadar gidiyor.

 

Marmara Denizi’nde müsilaj ilk kez 2007 yılının Eylül-Ekim
aylarında gözlemlenmiş. Ancak şu an Marmara Denizinde yaşandığı gibi yoğun ve
kalıcı olması ‘tabiî değil.’ İkinci sorunuza cevap verirken işâret ettiğimiz
gibi bunun insan kaynaklı birçok sebepleri var.

 

Çetinoğlu:Deniz salyası tabiat tarafından mı üretiliyor,
insanoğlunun hatâlarından mı meydana geliyor. Hatâlardan ise, birkaçını
belirtebilir misiniz?

Prof. Özdemir: İki yıl önce ziyâret
ettiğim Maldiv Adalarında mercan resiflerinin kararması ve ölmesi olayını
bizzat gördüm. Mercanlar canlı varlıklar. Ancak okyanusların kirlenmesiyle
onlar da ölmeye başlamış. Başta Avusturalya olmak üzere birçok bölgede elli yıl
öncesine göre birçok mercan resifleri yok olmuş. En büyük sebebi ise okyanus
ekolojisini dikkate almayan insan kaynaklı faaliyetler olduğunu bilim insanları
söylüyor.

Deniz
salyasının ortaya çıkışına baktığımızda sanayi ve ev atıklarının hiçbir filtreleme
yapmadan, veya yeterince filtrelemeden denize boşaltımının en önemli etkenler
olarak önümüze çıkıyor. Buna bilinçsiz kullanılan tarım ilaçlarının yağmur ve
seller ile denize karışmasını da ekleyebiliriz. Oluşan müsilaj, deniz suyuna
giren ışığı azaltıyor. Fotosentezin engellenmesi ile deniz ekolojisinde
zincirleme sorunlar ortaya çıkıyor.

Çok hassas dengelerden oluşan
deniz ekolojisinin âni ve yoğun gelişen müsilaj sonucu burada yaşayan
canlıların ölümü kaçınılmaz oluyor. Dahası ekosistemin dirençliliği yâni kendini
yenileme kapasitesinde düşüş meydana geliyor ve ciddî şekilde zarar görüyor.
Bunun da yakın ve uzun vâdeli sonuçları olacak.

 

Çetinoğlu: Deniz salyasının oluşması engellenebilir
mi, nasıl?

 

Prof. Özdemir: İnsan-doğa
ilişkisinin başlamasıyla, doğayı etkilediğimiz bir gerçek. Ancak sanayi öncesi
toplumlarda tabiat insanın kendisine verdiği bu tahribatı tâmir edebiliyordu.
Asıl mesele tabiatın kendini tâmir edemeyeceği miktarda sanayi ve kimyevî atıkların
tabiata boşatılması. Meselâ bir plastik, bin yıl da geçse çürümüyor ve tabiata
zarar vermeye devam ediyor.  Geldiğimiz
noktada öncelike hayat tarzımızı ve tüketim alışkanlıklarımızı yenden gözden
geçirebilirsek; mütevazı olabilirsek tabiata ve çevreye verdiğimiz zararları da
azaltabiliriz. Bilinçsiz tüketim odaklı hayat tarzımızdan tâviz vermeden bu
problemi çözmek mümkün değil. Nasıl ki pandemi ile mücâdele için bazı
alışkanlıklarımızdan fedakârlık yaptık; evimize hapsolduk, maske taktık, fizikî
mesafeye uyduk ve aşı olduk. Aynen bunu gibi öncelikle tabiata büyük bir hürmet
ve sevgiyle yaklaşmalıyız.

 

İnsan sevdiği şeyleri korur.

 

Dereleri, denizleri, okyanusları, muhteşem dağları, derin vâdileri
ve engin ovaları ve içindeki binlerce tür bitki ve hayvan çeşitliliğini
sevmeden çevreyi korumak mümkün mü? Herşeyin temeli sevgi ve aşk. Sevgi temelli
bir çevreciliğe ihtiyacımız var. Ayrıca Mevlana’nın ‘tabiat ana’ metaforu üzerinde
derinlemesine düşünmek lâzım. Tabiatı, bütün zenginliği ile annemiz olarak
gördüğümüz zaman daha çok sevecek ve koruyacağız.

 

Çetinoğlu: Deniz salyası temizlenebilir mi, nasıl?

 

Prof. Özdemir: Elbette
temizlenebilir! Ancak sebep olduğu ekolojik kaybın tam olarak geri kazanılması
çok zor. Dahası bu temizleme çok ileri teknolojileri gerektirdiği için denizleri
kirletenleri daha çok zengin edecek. Çok büyük bir mâliyet karşımıza çıkacak.
Bunun finansmanının nereden ve nasıl sağlanacağını sorgulamamız lâzım. Zenginlerin
kirlettiği denizler bizim verdiğimiz vergilerle mi temizlenecek?

 

Öncelikle temel ilkemiz çevreyi ‘kirletmemek’ olmalı. İkincisi
ise çevre adâletinin bir sonucu olarak ‘kirleten öder ilkesi’ uygulanmalı.
Kimlerin kirlettiği belli. Bir çiftçinin kirletmesiyle, dev bir sanayi tesisinin
veya nakliye yolcu yolcu gemisinin kirletmesi aynı değil. Burada adâletle
hareket etmek durumundayız.

 

İlkemiz basit ve net: Kirleten öder!

 

Çetinoğlu: Plajlarda da olabilir mi?

 

Prof. Özdemir: İnsanların
girdiği her yerde bir etki bırakmaları kaçınılmaz.  Tıpkı karbon ayak izinde olduğu gibi, tabiata
verdiğimiz zararı ölçebilmeliyiz. Mâlûmunuz karbon ayak izi Kyoto Protokolü
tarafından belirlenmişti.

 

Çetinoğlu: Konuyu biraz açmanız mümkün mü?

 

Prof.  Özdemir: İnsan faaliyetleri sonucu üretim,
hizmet, işleme gibi faaliyetler sonucu oluşan sera gazlarının etkilerinin
karbondioksit (CO2) cinsinden eşdeğerlerinin hesaplanmasını içeriyordu. Karbon
ayak izi çalışmaları tedarik zinciri, üretimde verim arttırma, kaynak ve enerji
verimliliği sağlama ve pazarlama açısından birçok faydalar sağlıyor.

 

Yetmişten fazla ülke gezdim. Gelişmiş ülkeler plajlarda ve
büyük yüzme havuzlarında öyle basit ve sâde tedbirler almışlar ki insanın bu
mekânları kullanırken çevreye verdikleri olumsuz etkisini en aza indirmişler.

 

İşin temeli ise anaokulunda başlayan çevre bilinci. Gelişmiş
ülkelerde insanlar çevreye zarar vermiyor. Son iki yıl yaşadığım Finlandiya’da
ve İskandinav ülkelerinde buna bizzat şâhit oldum.

Sâdece plajlarda değil, dağlarda, ormanlarda her yerde… Tabiatla
uyumlu bir hayat yaşıyorlar.

Avrupa’nın hemen hemen gittiğim her yerinde musluk suları içilebiliyor.

 

Çetinoğlu: Deniz salyası deniz canlılarına zarar verir
mi?

Prof. Özdemir: Deniz
ekolojisi bir bütündür. Fotosentezin bizler için faydasının farkındayız. Ama
aynı fotosentezin denizdeki hayat için anlamını göz ardı ediyoruz. Denize
karışan zehirli atıkların besin zinciri ile bize döndüğünü düşünmek bile istemiyoruz.
Tabiatla ilgili bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor: Tabiat canlı bir varlık.
Biz de tabatın bir parçasıyız. Tabiatın başına ne gelirse biz de bundan
etkileniriz.

 

Çetinoğlu: Deniz salyası, insanlara ne türden zararlar
verir?

 

Prof. Özdemir: İnsanlara
etkisi çok farklı boyutlarda ortaya çıkıyor. Bir kere estetik olarak masmavi
deniz manzarası yok olmuş. İkincisi deniz ürünleri vasıtasıyla sağlığımız
tehlikede. Üçüncüsü, balıkçılar bundan etkilenecek. Bütüncül bir bakış açısıyla
olaya bakmak; uzun vadede ortaya çıkacak diğer sonuçları da hesaba katmak
mecburiyetindeyiz.

 

Çetinoğlu: 4 Haziran 2021’de yapılan çalıştaydan
olumlu neticeler beklenebilir mi?

 

Prof. Özdemir: Elbette.
Ancak bu bana ‘Basra harap olduktan sonra…’ deyimini hatırlattı. Dünyanın bütün
medenî ülkelerinde çevreyle ilgili kararlar büyük bir konsensüs ile alınır.
Başta çevreci gruplar olmak üzere, konuyla ilgili herkesin görüşü dikkate
alınır. Çevre sâdece bizleri değil, çocuklarımızı ve torunlarımızı da
ilgilendiriyor. Çevreyle ilgili aldığımız kararlar onların nasıl bir dünyada
yaşayacağını da belirleyecek. Bundan dolayı 3-5 yıllığına seçilmiş bir hükümet
çevre konusunda istediği gibi karar alamaz; almamalı. Bu demokrasinin ve temel
insan haklarının ruhuna da aykırıdır.

 

Bundan dolayı Çalıştayı geç kalınmış doğru bir karar olarak
değerlendiriyorum. Hükümetler hoşlarına gitmese de çevrecileri dinlemek zorundadır.
Çevrecilerin hassasiyeti olmasaydı bugün daha kötü bir durumda olurduk.

Yine de şunu ifade etmek isterim:

Marmara Denizi’ne yönelik ilmî araştırmaların
bulgularına dayalı olarak âcilen yönetim planları geliştirilmelidir. Öncelikli
olarak Marmara Denizi ekosisteminin iyileşmesini sağlayacak kara ile alâkalı yüklerin
azaltılmasının ilmî temele dayalı bir yol haritasının oluşturulması gerekiyor.
Bu yapılabilirse kara ile alâkalı yüklerin artışından ve iklime bağlı
değişimlerden kaynaklandığı düşünülen müsilaj olayının azaltılması yönünde
büyük ilerleme kaydedilebileceğini düşünüyorum.

Çetinoğlu: Salyanın
durgunluktan oluştuğu söyleniyor. İstanbul Kanalı’nın Marmara Denizinin
temizliğine etkisi ne yönde olabilir?

 

Prof. Özdemir: Bu
daha çok konuyla doğrudan ilgili ilim insanlarının karar vereceği bir konu.
Benim kanaatim sâdece İstanbul Kanalı değil, her konuda ilmî veriler hükümet
politikalarına ilham kaynağı olmalıdır. Bilgi temelli karar vermeyi esas
almalıyız.

 

İki yüz kadar üniversitemiz ve çok iyi yetişmiş ilim
insanlarımız var. Bunların birikimlerinden yararlanılmalıdır. Bunun bir yolu da
akademik dünyanın bağımsız olmasıdır. İlim insanlarının ulaştıkları sonuçları
ve bunlarla ilgili görüşlerini tam bir bağımsızlıkla ifâde edebilmeleri
gerekir.

Max Weber’de bu yana bildiğimiz gibi, görev ve sorumluluğunu
akılcı bir temelde yapmayan bürokrasinin eleştirilmesinden kimse rahatsız
olmamladır. Bunun dış güçlerle de bir alâkası yoktur. Eleştiri demokrasi ve
çoğulcu kültürün bir sonucudur. Aksi takdirde üniversitelerin sayısı en kadar
çok olursa olsun ülke sorunlarını çözmede bir katkıları söz konusu olamaz.

 

Çetinoğlu: İlerideki yıllarda Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de
de deniz salyası oluşma ihtimali söz konusu mu? Söz konusu ise, önlenmesi için
tavsiyeleriniz nelerdir?

 

Prof. Özdemir: Bu
da uzmanlık alanımı aşıyor. Bu konuyu da uzmanlarıyla konuşmak lazım. Kısa vâdeli
elde edeceklerimizden çok 50-100 yıl sonraki sonuçlarıyla ilgili farklı
senaryolar oluşturmak lâzım.

 

Çevre söz konusu olduğunda yaptıklarımızın bir kısmından
geri dönüş mümkün olmayacak. Bina yaptığımız verimli arazileri tekrar tarla
yapamadığımız gibi.

 

Dünyanın her yerinde politikacılar daha çok kısa vâdede
kendilerine yararlı olacak projeleri tercih ederler. Ancak çocuklarımız ve
gelecek nesiller söz konusu olduğunda uzun vadeli düşünmek zorundayız.

 

Kendimize sormamız gereken basit ve kısa bir soru var:                                                                              Gelecek
nesiller nasıl bir dünyada yaşayacak?

Torunlarımız bizleri minnet ve şükranla anacakları temiz ve
sağlıklı bir dünya mı yaşayacaklar? Yoksa denizleri ve suları kirletilmiş,
ormanları yok edilmiş, biyolojik çeşitliği azalmış bir dünyada bizlere lânet mi
okuyarak mı yaşayacaklar? 

Bunu bugün alacağımız kararlar ve atacağımız adımlar
belirleyecek.

 

Bana verdiğiniz bu imkân için çok teşekkür ederim.

 

Çetinoğlu: Güncel bir konu olmasına rağmen geleceğe yönelik çok
faydalı olacak bilgiler verdiniz. Şükranlarmı sunarım.
 

 

 

 

Prof. Dr. İBRAHİM
ÖZDEMİR

     Lisans eğitimini
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, Yüksek Lisans ve Doktorasını ise
ODTÜ Felsefe Bölümünde tamamladı.

     Akademik çalışmaları
sırasında dünyaca ünlü üniversitelerde ‘misafir öğretim üyesi’ olarak
bulundu. Başta ABD’deki üniversiteler olmak üzere G. Afrika, Endonezya,
Avustralya, Rusya, İsveç, İsviçre, Almanya, G. Kore, Malezya, Mısır,
Hindistan gibi birçok ülkede ilmî toplantılara katıldı.

Rusya İlimler Akademisi ile İsveç İlimler Akademisinde çevreyle
ilgili dâvetli konuşmacı olarak konferanslar verdi.

     ABD’den 2003 yılında
döndükten sonra, MEB Dış İlişkiler Genel Müdürü olarak tâyin edildi.
(2003-2010)

Akademik ve idârî çalışmaları yanında başta UNESCO Türkiye Millî
Komisyonu Yönetim Kurulu, YÖK Bilim Adamı Yetiştirme Kurulu, OECD, CERİ
(Eğitim, Araştırma ve Yenilik Merkezi) Yönetim Kurulu ve Fulbright Yönetim
Kurulunda görev yaptı.

     Gaziantep’te kurulan
Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nin kurucu Rektörlüğünü yaptı. (2010-2013)

İbrahim Özdemir’in temel alanı Çevre Felsefesi ve Ahlâkıdır.
Ayrıca Yükseköğretim konusunda danışmalık yapmaktadır.

     Verdiği başlıca
dersler: Çevre ve Din, Çevre ve İslam, Çevre Ahlakı, Eleştirel Düşünme, Hukuk
Felsefesi, Felsefe Târihi ve Felsefeye Giriş.

Kitaplarından bâzıları:

     *Jalaluddin Rumî and
Confucius: Messages and Visions for a New Century, Tuğra Books: New Jersey,
2013. *The Ethical Dimension of Human Attitude Towards Nature, 2nd edition,
insan Publications: İstanbul, 2008, *Globalization, Ethics and İslam,
editors: lan Markham and İbrahim Ozdemir, Aldershot: Ashgate. 2005. *Çevre ve
Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997. *Çevre sorunları ve İslam:
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını. Ankara, 1995

Önceki İçerikVaaz Verenlerle Soru Soranlar
Sonraki İçerikEy İman Edenler! İman Ediniz! (12)
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.